15 HAZİRAN 1826 VE 15 TEMMUZ 2016 KALKIŞMALARINI MUKAYESELİ OKUMAK

Abone Ol

Tarihte sürekli bir devlet geleneğine sahip olarak kadim milletlerinden birisi olan Türkler, Doğu ile Batı âlemini birbirine bağlayan ve yüzyıllarca medeniyet mihveri olan İpek Yolundaki yerleri fethetmişler, yurt haline getirmişlerdir. Bulundukları zaman ve mekânın şartlarına göre egemenliklerini pekiştiren yönetimler kurmuşlar, yüzyıllarca bölgenin önemli siyasal ve kültürel aktörleri olmuşlardır.

Boyları ilk kurdukları devlet ile günümüzde son kurdukları devletlere (Gök Türk ve Türkiye Cumhuriyeti) ismini vererek siyasal ve kültürel sürekliliği bütün dünyaya göstermişlerdir. 1789 Fransız ihtilaliyle kadim dünyada fikri ve siyasi dönüşüm monarşiden cumhuriyete geçişerek ulus devlet anlayışı çerçevesinde olmaya başlamıştır. Dini referans alan siyasal yapılanmalar yerine de laiklik öne çıkmıştır. Dini değerlere önem veren teokratik bir siyasi yapılanma olan Osmanlı mevcudiyetini korumak için kültürel ve siyasal projeler (Üç Tarz-ı Siyaset) geliştirmiştir. Tanzimat ve ıslahat fermanları, 1 ve 2. Meşrutiyet ilanları ile yeni sisteme adapte olmaya çalıştı. Tek hanedanlık altında en uzun ömürlü devleti kuran Kayı boyu, Osmanlılık adı altında kapsamlı politikasının tıkandığını görünce müttefiki Almanya’nın da desteğiyle İslamcılığı denedi. Bu siyaset ile ülkeye yönelik saldırıların etkisi azaltma çabalarından sonra “yeni dünya düzeni”ne uygun bir sistemi kurmak için Türklük tasavvurunu ön plana sürdü. O dönemin dünya siyasal sistemine uygun olarak laik, sosyal ve bir hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti Ön Asya yani Anadolu’da kuruldu. Bu mahiyet/cevher ve hüviyet bağlamında açıklanabilecek devlet aklı gereği Türkler her daim yeni şartlarda yeni bir kimlikle devreye koymalarının sonucudur. Anadolu’ya çekilerek kurulan yeni devletin teorik arkaplan tartışmaları için Türk Ocağında yapılan tartışmalara bakmak yeterlidir.

Türkiye Cumhuriyetini kuran ekibin lideri Mustafa Kemal Atatürk, 1936 yılında bütün boyların birliğini ve kurdukları devletleri simgeleyen 16 yıldızı Cumhurbaşkanlığı forsuna yerleştiren kanunu çıkararak, bunu tescil etmiştir. Bu on altı yıldız, tarihsel, siyasal, kültürel birikimimizi; Ay yıldız ise bunların nihai sonucunu göstermektedir. Cumhurbaşkanlığı forsu, her biri farklı bir siyasi coğrafyada bulunmasına rağmen, ama aynı dil ve ırk, aynı din mensubu olmanın getirdiği kültürel havzaya aidiyet, müşterek kültürel, ekonomik ve siyasal projeler geliştirmenin simgesidir.

Darbe ve Terörist Saldırıların Gerekçesi

Türkiye Cumhuriyeti’nin iki kıtada toprağı bulunan üç kıtanın birleşme noktasında kurulmasıyla yaşadığımız darbeler ve dolaylı/vekâletle veya doğrudan yapılan terörist saldırıların nedenini açıklayabilir. Çünkü Türkiye Devleti bu konumuyla jeopolitik uzmanları tarafından dünyanın kalbinin bitişinde ve ilk kenar kuşağının önemli bir noktasında kurulmuştur. Bu anlamda dünya adasının (Asya, Avrupa ve Afrika) menteşesidir. Hatta bu menteşe üzerine vurulan kilit ve aynı zamanda anahtarı değerindedir. Muhsin Yazıcıoğlu’nun ifadeleriyle söyleyecek olursak, “..Hem Doğu-Batı, hem de Kuzey-Guney geçişlerinde köprü konumunda olan Türkiye’nin içinde bulunduğu alt sistem ve bölgeler (Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğunun kesişim alanı olan bir Türkiye) eskisine göre daha oynak ve belirsiz ve o derece önemli bir hale gelmiştir.

İşte bu nedenle yani Türkiye bulunduğu konum gereği sürekli istikrarsız kalması ve küresel güçler tarafından organize edilen darbe ve teşebbüslerine maruz kalmıştır. 27 Mayıs1960 ve 12 Eylül 1980 ihtilalleri, 12 Mart 1971, 1993 Uğur Mumcu ve Eşref Bitlis suikastlarıyla tetiklenen süreçleri, 28 Şubat 1997 post modern darbe, 27 Nisan 2007 e-muhtırası ve en son da 15 Temmuz 2016 terörist saldırısı yaşanmıştır.

15-16 Haziran 1826 Ve 15 Temmuz 2016 Kalkışmalarını Mukayeseli Okunmak

15-16 Haziran 1826 ve 15 Temmuz 2016 olaylarını mukayeseli okunması, bir devlet aklının farklı zaman ve mekanlarda farklı kimliklerle ortaya çıkarak devam ettiğinin göstergesidir. İki ayaklanma denemesinde üst kademe yönetici bazı subaylar ve emirlerindeki askerler (ocaklar) kalkışma çağrısına uymadı, âlimler yönetimin yanında yer aldı. Halk, Devlet başkanının işaretine göre hareket etti ve kalkışmayı deneyenlerin karşısında durdu.

Tarihlere “Vaka-i Hayriye” diye anılan olayı hatırlayacak olursak, kangren haline dönen ve Fatih Sultan Mehmet döneminde Buçuktepe hadisesinde (1445) ilk yağmacılıklarını gösteren, Yavuz Sultan Selim’e Çaldıran savaşı sonrasında otağına kurşun atarak geri dönmesini sağlayan (1516) Kanuni devrinde bile İstanbul’da yağmacılık yapan (1525) halkı ve esnafı haraca bağlayan Yeniçerilerin ve yeniçeri zihniyetli insanların oluşturduğu birimlerin artık dağıtılması gerekiyordu.

Aslında bu ihtiyacı uzun süredir hisseden yöneticilerden 1. Mahmud 1789 Fransız ihtilaliyle değişen dünya düzeni paradigmasından önce yeni bir askeri sisteme geçmek istemişti. (1730-1754) Sonrasında 3. Mustafa (1757-1774) tophane ıslahatı yapmış, 1. Abdülhamid (1774-1789) sürat topçularını çoğaltmış, nihayet 3. Selim (1789-1808) Nizam-ı cedid’i oluşturmuştu. Velhasıl 2. Mahmud dönemine yeni düzen arayışları önemli kargaşa ve kaos ortamlarıyla engellenmek istenmişti.

Devletin yaşadığı olumsuz tecrübeleri dikkate aldığı15 Haziran 1826 tarihinde Sultan’ın darbe girişimine karşı Yeniçeri Ağası Hüseyin Paşa’nın ve dönemin âlimlerin desteğini de alarak Sancak-ı şerif’i çıkararak halkı yanına çağırması ve ayaklanmacılara karşı mücadeleye çağırmasıyla 15 Temmuz 2016 tarihindeki terörist saldırı karşısında tedbirlerin aynı olmasına dikkat çekmek istiyorum.

Büyük Birlik Partisi kurucu lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun olası bir darbe teşebbüsüne karşı halkı sokağa çağırması ve pasif bir sivil itaatsizlik eylemine çağırması, partinin 15 sonrasında yaşanılan travmaları azaltmak için Devlet’in yanında yer alması da bu bağlamda düşünülmelidir. Çünkü 15-16 Haziran 1826 sonrasında yaşananları düşündüğümüz zaman günümüz de benzer sorunlar yaşamamak için partiler üstü davranmayı gerekli kılmaktadır. Zira o dönemde Fransa, İngiltere ve Rusya ile savaş hali yaşayan Osmanlı Sultan Mahmud’un çabalarıyla birazcık da olsa direnç kazanmıştı. Ama yine bir Osmanlı paşası olan Mısır hıdivi Mehmet Ali Paşa’nın bu olayları ve karmaşa ortamını fırsat bilerek Osmanlı devletine savaş açmıştı. Kütahya’ya kadar gelen Mısır askerlerini Rusya’nın askeri yardımlarıyla durdurabilmiştik. Ardından İngiltere ve Fransa desteğiyle Anadolu’dan attığımız da unutulmamalıdır. Bu tarihsel deneyimler ışığında 15 Temmuz kalkışması sonrasında hangi projelerin hayata geçirilmeyi başladığını ve/ya başlayacağını analiz ederek bir kez daha aklı selim ile düşünme zamanıdır.

Sonuç olarak, bu küresel güçlere ilaveten ABD ve Çin’i de ilave edersek, bölgemizde ekonomi politik merkezli çatışmalarda ülkemizin içinde bulunduğu şartların tarihsel deneyimlerimizi unutmadan soğukkanlı reel politikalar üretmemiz şarttır. O dönemde tarikat ve cemaatlerin tutumu ile bugünkülerin tutumları arasında ayrıca mukayese yapılmalı ve tekrar aynı hatalara düşmemeye çalışılmalıdır.

{ "vars": { "account": "UA-115444419-2" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }