Bütün dertleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “laiklik” ilkesini kaldırıp kadınları tıpkı Afganistan’da olduğu gibi karanlığa gömmek olan gerici/yobaz takımı, şimdi olduğu gibi 1990’lı yıllarda da iktidara gelmiş ve Tayyip Erdoğan’ın içinden çıktığı Refah Partisi’nin genel başkanı Necmettin Erbakan başbakan olmuştu. Başbakan yardımcısı da Türkiye’nin ilk kadın başbakanı olarak tarihe geçen Tansu Çiller’di.
1995 yılı genel seçimlerinin ardından merkez sağdaki iki siyasi parti olan DYP ve ANAP arasında koalisyon kurulamayınca DYP ve RP arasında kuruldu.
Gericilikten beslenen, yobazların cirit attığı Refah Partisi, o dönemde de Türkiye’deki Cumhuriyet rejimini çağdaşlıktan koparıp geriye götürecek arayışların içindeydi; ancak bunun için yeterli zemin oluşmamıştı. TSK, önlerindeki en büyük engeldi ve laiklik tehlikeye girdiğinde gerekli uyarıyı yapıyordu.
Peki, laiklik ilkesi Anayasamıza nasıl girmişti? Burada açacağımız parantez, laiklik karşıtlarının savaş açtığı anlayışı ifade edecektir…
“Laiklik ilkesi, 1924 Anayasası’na 5 Şubat 1937 tarihinde yapılan değişiklikle; 2. maddeye devletin nitelikleri olarak “Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır” biçiminde girmiştir. Daha sonra 1961 Anayasası’nda ve son olarak 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde laiklik ilkesi Cumhuriyetimizin nitelikleri arasına ‘Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzur, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir’ şeklinde yer almıştır. Anayasamızın 4. maddesinde laiklik ilkesi, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez temel nitelikleri arasında sayılmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin hedefi çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmaktır. Bu hedefe ulaşmakta Cumhuriyetimizin niteliklerinden olan laiklik ilkesinin önemi ve etkisi çok büyüktür.
5 Şubat 1937’de Anayasamız ile güvence altına alınan laiklik ilkesi, din, vicdan ve ibadet hürriyetinin güvencesi olması yanında, aklın, bilimin, hukukun üstünlüğünün esas alındığı onurlu bir yaşam biçiminin de temelini oluşturur. (Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu-5 Şubat 2020)”,
Şimdi gelelim RP milletvekili Şevki Yılmaz’ın 1997 yılında yaptığı konuşmaya;
"Sana savaş açan; sağcılık, solculuk, Kemalizm, kapitalizm, laiklik ve bütün şeytani düzenleri boykot ederek nöbete geliyoruz. Refah için, Milli Görüş için!"
"Türk Ceza Kanunu İncil'e göredir, Türk Medeni Kanunu İncil'e göredir!"
"Ben Hizbullah'ım ve Hizbullah olmaktan da şeref duyuyorum!"
'Eşinizle beraber 30 Ağustos'taki kokteyle katılın.' 'Bana bak.' dedim, 'Ben deyyus değilim!'
"Geçen Gaziantep Belediye Başkanı, kurban keserek Antep'te modern bir genelev yapıyor. Kerhane. Ve diyor ki: 'Ben sosyal eşitlikten yana, sosyal adaletten yana bir partinin temsilcisiyim.' Madem sen eşitlikten yanasın pezevenk adam, önce hanımını gönder de bu eşitlik sağlansın!"
"Ama muvaffak olamadık, önümüze kanun çıktı. Bu pezevenklerin oluşturduğu Türk parlamentosundan... Türkiye'nin başı ve parlamentosu ihanet içindedir. Bu ülke hainlerin elindedir!"
Anlaşılacağı üzere “cehalet”, “akla ve bilime” savaş açmıştır…
Bilgileri arka arkaya girdiğimizde, RP’den koparak AKP’yi kuran aynı kafa yapısındaki kişilerin ne yapmaya çalıştıkları da açıkça görülecektir. AKP İktidarı (Tayyip Erdoğan İktidarı), 2011 yılında ve kendi iktidarı döneminde 45 ülke ve AB tarafından imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nden, oy deposu olarak gördüğü dinci/gerici/yobaz tarikatların isteği üzerine 2021 yılında çekilmiştir.
RP lideri ve dönemin başbakanı Necmettin Erbakan, laik ve Atatürkçü Cumhuriyet ile barışık değildi. Yıllardır gerici, yobaz, cumhuriyet düşmanı, tarikat mensubu kim varsa kendi bünyesine katarak siyaset yaptı. Tayyip Erdoğan’dan tek farkı, anti-Amerikancı olarak tanınmasıydı; ancak bunun böyle bilinmesi gerçekte ne olduğuyla ya da neye yol açtığıyla doğru orantılı olmayabilirdi.
17 Ocak 1997 yılında TSK, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e brifing verdi ve 28 Şubat süreci başladı.
28 Şubat 1997’deki MGK toplantısında Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, Başbakan Necmettin Erbakan'a: "Senin ağzından hiç 'Türk' kelimesini duymuyoruz" dedi…
Yapılan toplantının ardından irticayla mücadele kararları alındı…
MGK, "laikliğin Türkiye'de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu" vurguladı.
Erbakan da alınan bütün kararların altına imzayı attı…
Peki 28 Şubat Kararları Nelerdir?
"8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli,
Kur'an kursları Diyanet İşleri Başkanlığına bağlanmalı, kaçak kurslar önlenmeli,
Tarikatların faaliyetlerine son verilmeli,
Kılık kıyafet yasası ödünsüz olarak uygulanmalı,
Yeşil sermayeye kısıtlama getirilmeli,
İrtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı,
Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) uygulanmalı,
Kurban derileri derneklere verilmemeli,
Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı.”
Yıllar sonra, henüz Ergenekon-Balyoz isimli iftira davaları bitmeden, 2012 yılında 28 Şubat davası açılmış, dönemin üst düzey askeri mensupları yargılanmaya başlanmış, ancak ne hikmetse alınan kararlarda imzası bulunan siyasetçiler yargı önüne çıkmadığı gibi yaşamları boyunca da olanlardan sorumlu tutulmamışlardır. Buna, 27 Şubat 2011 yılında ölen Necmettin Erbakan da dahil…
2018 yılında, 28 Şubat sürecinin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, yıllar sonra açılan davayla ilgili savunma yaptı ve RP-DYP (Refah-Yol) Hükümeti dönemini "dini referans olarak kullanarak ülkeyi çağ dışı bir rejime yönlendirmek arzusuyla ortaya çıkmış sosyal bir huzursuzluk" olarak tanımlayarak, o dönemde irticai gelişmelere kucak açıldığını, darbeyi asla düşünmediklerini ve sorunun anayasal organlar eliyle çözüldüğünü belirtti.
MGK kararlarını ardından ise verilen kararların ve yaptırımların uygulanıp uygulanmadığını denetlemek için Çevik Bir öncülüğünde Batı Çalışma Grubu kurulmuştur.
Ve 2021 yılında, 103 sanıklı 28 Şubat davası tamamlandı. Müebbet hapis cezasına çarptırılan 21 sanıktan dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı 2020 yılında vefat etti. Karadayı dahil vefat eden 4 kişini davası düşürüldü, aralarında eski YÖK başkanı Kemal Gürüz’ün olduğu 3 kişinin ise “eylemleri yardım kapsamında olduğu” gerekçesiyle müebbet hapis kararı bozuldu. Sonuç; Yargıtay, yaşları 70-90 bandında olan 14 emekli generalin müebbet hapis cezasını onadı…
Dönemin İçişleri Bakanı olan, şimdinin İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, yıllar önce MGK tarafından alınan 28 Şubat kararlarını savunarak uygulayacağını söylemişti. Tabii o dönemden yıllar sonra 104 emekli amiralin imzaladığı Montrö Bildirisi’ne de tepki göstererek yapılanı “zevzeklik” olarak tanımlamıştı. Bunlar çelişkili tavırlardır.
Sonuç; siyasetçiler her zaman yırtarlar.
Geçtiğimiz günlerde ölen tarikat lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenazesine katılan siyasetçileri gördükçe, asıl tehlikeyi görmemek için kör olmak lazımdır.
28 Şubat’ın gerçek mağdurları, gördükleri gerici tehlikeye karşı devlet organlarını uyaran dönemin MGK mensuplarıdır. Onların uyarıları, sonraki dönemlerde de ciddiye alınsaydı, FETÖ terör örgütü TSK dahil devletin bütün kurumlarına sızıp halkın tepesine bomba yağdırmazdı.
Günün birinde özgür kalacaklar…