İnsan, toplumsal bir varlıktır, diğer insanlarla birlikte iş bölümü yaparak düzenli bir hayat sürmek ister. Emeğinin karşılığını görebileceği, doğuştan getirdiği temel haklarının güvence altında olduğu bir adalet ve özgürlüğün sağlandığı bir siyasal sistem içinde yaşamaktan da mutlu olur. Çünkü özgürlük ve güvenliğinin birbirine tercih edilmeyeceği bir ortamın nasıl sağlanacağı düşünce tarihinin en önemli soru/n/larından birisidir. Özellikle anarşi ve terör ile anılmaya başlayan İslam âlemi söz konusu olduğunda bu husus daha önem kazanmaktadır.
Bu bağlamda ele alınacak soru/n şudur: Selçuklu-Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti kültürel sürekliliğini taşıyan Müslümanlar olarak anarşi ve terör ortamında temel insan haklarını (can, mal, ırz, akıl ve din) koruyan özgürlük ve güvenlik dengesini koruyan dindar ve demokratik bir tavır nasıl oluşturabiliriz? Bunu hayatımıza nasıl aksettirebiliriz? Bu konuda örnek alınabilecek âlimler kim veya kimler olabilir?
Felsefi açıdan insanın varoluş amacı dünyada huzurlu ve mutlu bir hayat (Tahsilu’s-saade) sürebilmektir. Platon’dan ilham alan Farabi de İslam felsefesinde erdemli bir yönetim ve ideal devlet tasarımı üzerinde durmuştur.
Bu üst ve ideal okuma tasavvurların dışında yani siyasetin karmaşasından uzak durarak bir hayat tarzı yaşamanın imkanı yok mudur? İnsanı mutsuz kılan mutlak doğruluk tasavvurlarından uzak durarak, kendi iç huzurunu sağlayarak, olumsuz dış şartlara karşı bireysel yetilerini geliştirerek bir hayat geçirmek ve bunu toplumdan uzaklaşmadan/inzivaya girmeden yapmanın imkânını yani her biri kendisini mutlak doğru (A) diğerini (B) yanlış sayan ötekileştiren bakış açılarının dışına çıkarak 3. şık veya alternatif duruşun imkanını müzakere etmek gerekir.
Bu yapılabilirse, riyaset ve din tacirliğine düşmeden, yani dini siyasete alet etmeden temel ve doğal insan haklarını önceleyen a politik bir tutumun da aslında politik bir tavır olabileceği ortaya çıkabilir.
A Politik Tavır Aslında Politik Bir Tutumdur
İnsanlık tarihinde insan hayatında mutlu ve dinginliği amaçladığından dolayı olsa gerek, Platon’dan itibaren her filozof adaletli, iyi ve erdemli bir yönetimin imkanını araştırmıştır. Aristoteles, hocası Platon’un birey-aile ve toplum/siyaset ilişkisinin ideal tarzları üzerinde geliştirilen siyaset modelleri ve bunların açmazlarını gidermek için mutlak iyi ve doğru tasavvuruyla; şartlara göre iyi ve doğru tasavvurunu geliştirmiştir. Neticede O’nun ortaya koyduğu önerilerin çoğuna mevcut siyasal sistemler dikkat eder; ama insanın toplumsallığını adaletli bir ortamda gerçekleştirmesi için ortaya konulan yapılar mutsuzluğuna da neden olabilir.
Bu durumda yapılacak en tutarlı tercih, siyasetin karmaşasından uzak durarak bir hayat tarzı yaşamak olamaz mı? Bu noktada insanı mutsuz kılan mutlak doğruluk tasavvurlarından uzak durarak, kendi iç huzurunu sağlayarak, olumsuz dış şartlara karşı bireysel yetilerini geliştirerek bir hayat yaşamak, üstelik bunu inzivaya girmeden gerçekleştirmek mümkün değil mi?
Bana göre mümkün ve hatta olmalı da. Özellikle son iki seçimde dini argümanların alabildiğine tüketilmesi, ismi kamuoyunda malum akademisyen ve popüler ilahiyatçılar tarafından yapılan konuşmalar veya fetva niyetine yazılan yazıları görünce, alternatif bakış açıların daima olduğunu ve olacağını, insanların Aristo mantığıyla A ve B şıkları arasında sıkıştırmanın bir anlamı olmadığını, 3. Şahısların hukukunu ihlal etmeden, kırmadan, dökmeden ötekileştirmeden bir söylem oluşturmanın imkânı vardır.
Felsefesi klasiklerinde bu husus Tıbbu’r-ruhani yani ruhun sağıltımı, hastalıklardan korunması için gerekli görülür. Üstelik bu sefer, doğrudan felsefeci olmayan hatta tarih, siyer/biyografi, hadis, tefsir, dil bilim, usul-i fıkıh ve akaid alanlarında eser telif etmiş, aynı zamanda çok sayıda öğrenci yetiştiren, siyasetle de ilgilenen ve tarihte diplomatik ilişkilerde bulunan Hanbelî âlim olan Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî diye bilinen Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî (ö. 597/1201) den hareketle temellendirmeyi yapacağım. Çünkü bu seçkin âlimin eserlerinin incelenmesinden anlaşıldığına göre felsefe ve dinler tarihi konularında da eleştiri yapabilecek seviyede bir kültüre sahipti.
Eleştirel Zihniyet ve Nitelikli Muhalefet Güçlü İktidar İçin Şart
Çorum Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Ana Bilim Dalında tez çalışmalarımızı daima eleştirel zihniyet üzerine kuruyoruz. Çünkü felsefe eleştirilerinin yapılması bizatihi felsefedir ve/ya bu eleştirilerdeki tutarlılık müzakereleriyle okumalarımızın temellendirmesini daha tutarlı yapmayı önceliyoruz. Burada Kar Popper’in Açık Toplum ve Düşmanları adlı eserinde ve diğer çalışmalarında belirttiği üzere, iktidar muhalefetini yok etmek yerine bizatihi güçlendirmeye çalışmalıdır, çünkü onun eleştirileri aksayan yönleri gösterecektir ve bunların giderilmesi aslında iktidarın güçlenmesini sağlar.
Biz de bu bağlamda asistanımız Sema Bolat’a yukarıda ismini verdiğimiz âlim ve eserini merkeze alan bir çalışma verdik ve onun metnini çeviriyoruz. Yakında Arapça aslıyla birlikte elinizde olacak inşallah.
Dünyevi Otoriteye Karşı Tutum
Kitabın altıncı bölümü bu hususa tahsis edilmiş. İnsan doğası gereği diğer insanlara hükmetmeyi ister, bunun içinde imarat yani liderlik ile vilayet yani yönetimi ele geçirmeye çalışır. İktidarı isteyen kişinin şu hususu iyi bilmelidir. Yönetimi ele geçirinceye kadar bu husus çok bir değer/hedeftir ama ulaştığı zaman ikinci plana düşecektir, bu da hep daha fazlasını istemeyi getirir. Sürekli daha fazlasını istemek ise yöneticilikten duyulan lezzeti ortadan kaldırır. Bu da hata yapma oranını yükseltir. Riyasetin yani yöneticiliğin başı sorumluluk, ortası pişmanlık, sonu ise kıyamet gününde zor durumda kalma ihtimalinin artmasıdır. Eğer bu hususlar üzerine derinlemesine düşünmezse, kendini ve dini değerleri tehlikeli duruma düşürebilir.
Bu hususa dair hadisler rivayet ederek, yöneticiliğin son derece riskli olduğunu, ahirette yaptığı iyiliklerin onun boynundaki zinciri çözeceğini, suçların ise mahvedeceğini belirtir. Burada Cevzi, amirlerin/umara, ariflerin/urefa ve halkın güvenlik ve istikrarından sorumlu bürokratların/umena’nın ne kadar önemli görevler yerine getirdiğini vurgulayarak, görevlerini yapmayanların “vay haline!” diyen bir diğer hadisi delil olarak getirir.
kanaatime göre, iğneyi siyasetçilere, çuvaldızı da alimlere batırılmaktadır. Tabii siyasetçilere de Ebu Zer üzerinden peygamberimizin şu tavsiyesini söyler. Yöneticilik bir emanettir, bu görevi hakkıyla yapıp sorumlukları yerine getirinler hariç kıyamet gününde pişman olacaklardır.
Yöneticiliğin Riskleri
emretme (hüküm koyma) ve yasaklama makamı olmasından dolayı birçok riski de vardır ve bu husus çoğu kez dikkatlerden kaçar. Bu riskleri İbnü’l-Cevzi şöyle sıralar: En hafifi yönetimi bırakmak ki bunu kimse kabul etmek istemiyor. En ağır olanı ise yönetimde adaletsizlik yapmaktır. Bu ikisi arasında ortada olan risk ise yöneticinin/valinin niyeti samimi değilse, yani Çorumlunun ifadesiyle soluğu doğruya değilse, bu durumda boşa zaman harcanması durumudur.
Benim a politik tutum dediğim hususun burada geçerli olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki, mevcut kamplaşmaların ve ötekileştiren dilin dışında durmak ve daima 3. Şık olduğunu söylemek boşa zaman harcanmadığını gösterir. Bu da aslında kırmadan dökmeden ve iki tarafın kamplaşmasına kapılmadan ve onların projelerinin tıkandığı yerde yeni çözüm önerilerine ve umutlara kapı aralayan politik bir tutum olabilir.
Bu durum, görüleceği üzere apolitik bir tutum aslında mevcut siyasal uygulamaların ortaya çıkardığı çatışma ortamının dışında bir seçenek sunması nedeniyle bizatihi politik bir tutuma işaret eder.