Klasik Türk müziğinin duayen bestekârlarından Alaeddin Yavaşca üstadı ve ses sanatçısı Faruk Tınaz’ı kaybettik. Musiki camiasının başı sağ olsun.
Alaeddin Yavaşca 1926'da Kilis'te dünyaya gelmiş. Babası Kilis'li Şair Yavaşça’zade Sezai Efendi'nin oğlu Hacı Cemil Efendi, Annesi Kınoğlu Kadri Efendi'nin kızı Enver Hanımdır.
Şiirle uzak yakın ilgisi olan herkes mutlaka Faruk Nafiz Çamlıbel'in
'' Han Duvarları '' ya da '' Çoban Çeşmesi '' Şiirlerini bilir.
İşte kader bu iki güzel insanı bir şekilde bir araya getirince gönül tellerimizi titreten muhteşem bir şarkı ortaya çıkmış.
Faruk Nafiz Çamlıbel iki çocuğunun annesi Azize Hanım hastalanınca, tanıdığı olan kadın doğum doktoru Alaeddin Yavaşça’ya danışır. Yavaşça, şair ile eşini kendisinden daha tecrübeli olan hocasına götürür ve o doktor kanser teşhisini koyar. Alaeddin Yavaşça’nın dilinden olay şöyle gelişir.
“Faruk Nafiz Çamlıbel`i bilirsiniz. Gelmiş geçmiş şairlerin en büyüklerinden biridir Çamlıbel. Çok iyi, sevdiğim bir dostumdu o benim. Yaşı elbette benden ileriydi ama saygı dolu bir ahbaplık vardı aramızda. Bir gün muayenehaneme geldi. Eşinin rahatsız olduğunu söyledi. O zamanların çok meşhur ve yanına varmayı bırakın, randevu almak için bile ter dökülen bir genel cerrah hocamız vardı. Eşini o cerrah hocamıza göstermemiz için benden yardım talep etti.
Hocayı iyi tanıyordum. Aradım, söyledim yanına çağırdı bizi. Hanımefendiyi muayene etti. Sonra beni yanına çağırdı ve teşhisini söyledi:
“Alâeddin kardeşim, durum fena. Göğüsten başlamış tüm koltuk altını sarmış kanser. Mutlaka vücudun başka yerlerinde de metastaz yapmıştır. Bu hastayı hiçbir şekilde ameliyat etmek istemem. Hekim olarak yapacağımız, ilaçlar verip ömrünün son demlerini mümkün olduğunca ağrısız geçirmesini sağlamaktan ibarettir.” Ben yıkıldım duyunca.
Nasıl söyleyeceğim ki bunu Faruk Nafiz Bey`e. Eşinin üzerine titreyen, ona delice sevdalı bir adam. Kırılgan, duygulu ve çok ünlü şair bir adam.
Nasıl derim, nasıl söylerim? Ben o dev şairin koluna girip;
“Gel biraz yürüyelim üstat` dedim. Bin dereden bin su getirir gibi anlatabildim acı tabloyu ona. Hiçbir şey söylemedi. Çıt bile çıkarmadı gitti.
Yıkıldı ama bir süre sonra hanımefendi vefat edince geldi esas yıkımı...
Haftalar sonra yine geldi bana. Omuzları, avurtları çökmüş, gözleri kan çanağı bir halde. Cebinden katlanmış bir kâğıt çıkartıp açtı, uzattı.
“Bunu yazdım. Bestelersen sevinirim” dedi ve yine çıktı gitti”
Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok.
Bir yer ki, sevenle, sevilenlerden eser yok.
Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok.
Bir yer ki, sevenle sevilenlerden eser yok…
(Makam : Hicaz, Güfte: Fâruk Nâfiz Çamlıbel, Beste Alâeddin Yavaşça..)
Alaeddin Yavaşca üstadın sözleri Baki Süha Edipoğlu’na ait çok sevdiğim Kürdili Hicazkâr makamında muhteşem bir şarkısı daha vardır.
Başka söz söylemem aşktan yana ben, / Yaralı bir kuşum battım kana ben,
Yıllarca baş koydum güzelliğine, / Azatsız köleyim bil ki sana ben…
Dün çok sevdiğim bir başka ses sanatçımız Faruk Tınaz kardeşimiz de ölmüş.
1956 Adana doğumlu Faruk Tınaz aşağıdaki çok sevdiğim “Yunus Gibi” şarkısıyla gönüllerimizde taht kurmuştu.
Sana öyle hasretim ki, / Bir çabam yok, bir çabam yok varam diye,
Yandım amma susuzluktan, / İçmiyorum haram diye,
Bana cansın gönlüme yâr / Nasıl tatlı, nasıl tatlı, / Özlemin var,
Dolaştırsa diyar, diyar, / Bir gün demem aman diye…
(Güfte : Ayten Baykal, makam: Hüseyni, Beste: İskilip’li Erdoğan Berker)
Yavaşca üstada ve Faruk Tınaz kardeşimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve musiki camiamıza sabır ve baş sağlığı dilerim.
24 Aralık 2021 / Mehmet Özata