Antidemokratların Demokrasi Mitingleri:Diktanın Ajandası
Geçmişte hiçbir şeyi görmemiş, anlamamış gibi, kandırılmış gibi yapıyorlar mesela; en modası bu. Ülkeyi tek başına yöneten şahsın kandırıldığına inanmış gibi yapıyorlar. Tek başına yöneten de biliyor zaten, onların inanmış gibi yaptığını ve o da birlik-bütünlük içinde her şey güzel olacakmış gibi yapıyor. Onun böyle yaptığına da inanmış gibi yapıp, sunî bir birlik-bütünlük havası içinde coşuyormuş gibi yapıyorlar.
Hayatım boyunca toplu taşıma araçlarını kullandım, yollarda giderken insanların yüzlerini gördüm. Sesli sohbet ettiklerinde dinledim. Ülkemin gerçek ve samimi insanlarının ruh halini sıradan bir vatandaş olarak hissettim. Ve hiç son zamanlardaki kadar umutsuzluğa düştüklerini görmedim, duymadım. Gerek yollarda fısıltıyla, gerekse ikili sohbetlerde hava tamamen farklı. Geçenlerde bir arkadaşım:"Artık hiç umudum kalmadı" dedi. Bir diğeri:"Ülkeyi mahvettiler, seçimler gelirse oy bile kullanmayı istemiyorum artık" dedi. Bir başkası:"Televizyonu açmaya korkuyorum. Artık dayanamıyorum, şehit haberi duymak istemiyorum. Duyunca ağlıyorum" dedi...
Muhalefet partileri Yenikapı'daki mitinge gitti. Birlik-beraberlik ruhu olsun, devleti namerde karşı destekleyelim diye, elbette olağandır. Ancak 21.ci asrın çağdaş Türkiyesi'nde mi yaşıyoruz? Osmanlı Devleti'nde mi? Tarihimize elbette sahip çıkarız. Ancak bir saat Kur'an-ı Kerim okunup, bir saat Mehter Marşı çaldıktan sonra... Onuncu Yıl Marşı'nın neden okunmadığının hesabını da sormayacak mıyız? "Yaşa Mustafa Kemal Paşa" diyen marşımızı söylemeyecek miyiz? Dev sahnenin iki kenarına asılan orta ölçekteki ATATÜRK resminin daha büyüğünün neden asılamadığını sormayacak mıyız? İnsanların neden taraf tutarak slogan attıklarını sormayacak mıyız? AKP'lilerin ellerinde sadece Türk Bayrakları vardı; muhalefet partilerine mensup olanlar hem Türk Bayrağı hem de Atatürk resmi taşıyorlardı. Bu şekilde ayırt edilen AKP'liler çoğunlukta gözüküyordu...
15 Temmuz'dan sonra üç hafta boyunca "demokrasi mitingleri" yapılarak, sokaklarda "gürültü konvoyları" oluşturuldu. ANTİ-DEMOKRATLARIN DEMOKRASİ MİTİNGLERİ; gerçekten de ilginçti. Demokrasi katledilirken hiç bu kadar "demokrasi mitingi" yapıldığına Dünya şahit olmamıştır ve muhtemelen bir daha da olmayacaktır.
Yine dün kutladığımız 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın devlet tarafından neden birlik-bütünlük içinde kutlanamadığının hesabını da sormayalım mı? Sokaklara çıkılsın ya da çıkılmasın, önemli olan insanlar artık millî bayramların ve millî ruhun, görünenin aksine bizim çocukluğumuzdaki gibi olmadığını biliyorlar. İnsanlar artık AKP ve AKP'lilerin taraflı Cumhurbaşkanı'nın bir takım davranışlarını büyük bir çaresizlik içerisinde izliyorlar. Evet insanlar görüyorlar, biliyorlar ve sadeice susuyorlar...
Tarihte her dönemin kendine ait şartları vardır. Yaşadığımız dönem de hiç şüphesiz ileride daha soğukkanlılıkla değerlendirebileceğimiz bir dönemdir. Bir dönemin içinden geçerken, o dönemi tam olarak ve bütün çıplaklığıyla değerlendirmek imkansızdır. Çünkü tüm bilgi ve belgelere ulaşmak epeyce bir zaman alacak, sonuçları ise belki de on yılları etkileyecektir. İşte o yüzden TARİH diye bir bilim dalı var. Günümüzün taraflı ve politik atmosferinden ve duygusallığından sıyrılarak ancak ileride çok daha özgürce ve sağlıklı değerlendirmeler yapılabilecektir. Bu nedenle televizyonlarda atılan hamasi nutuklara aldanmadan ancak sağduyu ile hareket etmek lazımdır. Çünkü Ergenekon ve Balyoz davaları süresince masum insanlar intihara sürüklenmiş, kanser olmuş veya 7-8 yıl suçsuz yere hapiste yatmışlardır.
Muhalefet partileri CHP ve MHP, 15 Temmuz'dan sonra AKP ile birlikte Yenikapı'daki mitinge katıldılar. Ayrıca muhalefet partileri geçmişte "Kaçak Saray" dedikleri yere Başbakan Binali Yıldırım'la giderek, ele-güne karşı Cumhurbaşkanına destek oldular. BİRLİK-BERABERLİK görüntrüsü, FOTOĞRAF çekilince iyiydi, güzeldi tabii. Ancak OHAL ile bütün yetkileri eline alan Tayyip ERDOĞAN, partisi AKP'ye aldırdığı kararların hiçbirini muhalefete danışmadı. Gerek TSK'nın yeniden yapılanması, gerekse Kanun Hükmünde Kararnamelerle yaptığı diğer icraatlar ile, muhalefeti saf dışı bırakarak tüm yetkileri kendinde topladı.
15 Temmuz'daki darbe girişimiyle beraber başlangıçta mağduriyet görüntüsü veren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın popülaritesi ve yetkileri iyice arttı. Hatta neredeyse herkesin Cumhurbaşkanıymış gibi yapıyor, muhalefet ile şimdilik günlük polemiklere girmiyor. Her gün açılışlar yapıp mikrofonlara konuşmayı seviyor ama artık en çok FETÖ'ye ve ÜST AKIL(ABD)'a saydırıyor.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin FEYZİOĞLU, eskiden "Kaçak Saray" olarak tabir edilen Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne 70 ilin baro başkanıyla gitti. 81 ilin geriye kalan baro başkanları gitmedi; çünkü onlara göre devletin içine FETÖ'yü yerleştirenler belliydi. İstanbul Barosu Başkanı Ümit KOCASAKAL :"FETÖ kimsenin gazozuna ilaç atmadı, gönüllü bir birliktelik oldu" dedi. Cumhurbaşkanı'yla geçmişte yaşadığı "edepsiz" tartışmalarını unutan FEYZİOĞLU ise, Külliyede yaptığı konuşmada sıradan birlik-beraberlik nutukları atmadı. Cumhurbaşkanına, "Zat-ı âlileri....Darbe gecesi yaptığınız açıklamalar yüreğimize su serpti...ABD'ye gidecek heyette biz de en önde olmak isteriz" dedi. Adil yargılanmaya da vurgu yaptı ama...
Kim takar adil yargılanmayı? Daha dün AKP'nin politikalarını sosyal medyadan yıllardır eleştirdiğini bildiğimiz çağdaş ve Atatürkçü sanatçımız Atilla TAŞ gözaltına alındı. Onun gibi yüzlercesi var. FETÖ'yle hiçbir ilişkisi olmayan insanların evlerine polisler gönderiliyor. Bu tıpkı Ergenekon-Balyoz davaları sürecine benzemeye başladı. Bizim gibi Atatürkçü insanların evlerine kadar geldiler. Etrafımızdaki insanlar garip şüphelerle ifadeye çağrıldı...
Örneğin; CHP'nin 24 Temmuz'da yaptığı Taksim Mitingi'ne giden ve CHP kadın kolları üyesi olan 77 yaşındaki annemin evine ertesi sabah saat 06.00'da polisler geldi. Her yerde ATATÜRK posterlerini ve CHP bayraklarını gören polisler anneme sormuşlar: "Nazlı Ilıcak'ı arıyoruz teyze. Burda mı?" Annem de 20 yıl kadar önce bir kez uzaktan gördüğünü, televizyonlardan tanıdığını, onun dışında hiçbir yakınlığının olmadığını söylemiş. Hatta genç polislere "isterseniz size kahve yapayım "demiş, polisler 15 dakika kadar eve şöyle bir baktıktan sonra kahve içmeden gitmişler...
Bir diğer olay, bir öğretmen arkadaşımızın başına geldi. Özel bir lisede müdürlük yapan eski TÖBDER'li ve ATATÜRKÇÜ arkadaşımızı polisler telefonla arayarak Vatan Caddesindeki Emniyet Müdürlüğü'ne çağırmışlar. Sebebini sorduğunda polisler:"Sizin okulunuzda evvelki yıl çalışan FETÖ'cü bir öğretmen kayıp. Onu arıyoruz. Siz de onun kararnamesine imza atmışsınız" demişler. Arkadaşımız:"Memur bey, ben nerden bileyim Cemaatçi olduğunu, istihbarat görevlisi değilim. Devletin en tepesindekiler bile yanlarındakinin FETÖ'cü olduğunu görememş. Ben nerden göreyim?" demiş. Neyse ki ifadesini ardından bırakmışlar.
Sanırım böyle giderse, yüzbinlerce insan gibi hepimiz FETÖ'cülükten günün birinde ifade verebiliriz. Hele ki 10 yıldır bunlarla mücadele ederek, herkes yalakalık yaparken bizler CIA ajanı takunyalı cemaat militanlarına sayıp söverek risk göze almışken...
İşte bu yüzden, yani Adalet tutsak olduğu için artık yargıya güvenmiyoruz. Güya 1 Eylül'deki yargı yılı açılışı Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde olduğu için CHP Genelbaşkanı Kemal KILIÇDAROĞLU ve TBB Başkanı Metin FEYZİOĞLU, yargı bağımsızlığına gölge düşüreceği için gitmemişler. Geç kaldınız beyler!
CERABLUS: Türkiye'de son bir yıldır her yerde bombalar patlamakta, askerlerimiz-polislerimiz ve sivil halkımız terör örgütlerince şehit edilmektedir. Türk Halkı 15 Temmuz'daki işgal girişiminin ardından ABD'nin gerçekte ne yapmak istediğini görmüş ve çok doğru bir hamleyle Cerablus'a girmiştir. ABD'li hainleri hâlâ İncirlik üssünde barındırıyor olmak bir yana, ABD yılanlıklarına devam ederek PKK(PYD)'lı teröristleri silahlandırmaya ve Kuzey Irak'tan Türkiye'ye saldırtmaya devam etmektedir. Mümkün olan en kısa zamanda içimizdeki düşman bertaraf edilmeli ve ABD'li teröristler Türkiye topraklarındaki İncirlik Üssünden temizlenmelidir. İncirlik üssü gerekirse Rus uçaklarına açılmalıdır. ABD gibi dostumuz olacağına Rusya gibi düşmanımız olsun yani!..
HİTLER: İktidara gelmesine geldi ama gitmesini bilmedi. Tek başına iktidar olamayınca Reichtag yangınını komünistlerin üstüne yıkıp, sonraki seçimde diğer partilerin seçim çalışmalarını yasakladı. %18'le başladığı seçim yarışlarını, %44'le bitirdi ve bir daha da genel seçim yapılmasını yasakladı; % 89 oyla hem cumhurbaşkanı hem şansölye olduğu referandum dışında... Uzun Bıçaklar Gecesinde 85 ordu mensubunu öldürterek orduyu tamamen kendine bağladı. 1934'ten İkinci Dünya Savaşı'nın bitimine kadar da onu kimse durduramadı. Peki milyonlarca insanın ölümüne sebep olan Hitler'in ölümünden sonra Yahudi Soykırımıyla ve savaş suçlarıyla ilgili kaç kişi yargılanmıştı? Nürnberg Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden çıkan karara göre sadece 22 Nazi lideri için idam kararı verildi. Arjantin'de yakalanan Adolf Eichmann 1962'de İsrail Mahkemesi tarafından yargılanarak idam edildi. Kaçan bazı Nazi subayları ya öldürüldü ya da intihar etti. Hitler'in kızkardeşi Paula Hitler 1960 yılında eceliyle öldü, savaş sırasında sadece bir hastanede çalışmış, güvenlik nedeniyle ismi gizlenmişti.
Bu örneği şunun için verdim. Dünya'yı kana bulayan Nazilerin yargılandığı davada bile ancak en üst düzeydeki subaylar idam edilmişlerdir. Eichmann, halka açık bir mahkemede yargılanmış, görüntüleri televizyondan yayınlanmıştır.
Biz ise sahte bir takım davalarla yıllardır masum insanları süründürüyoruz.Türkiye'de 2006'dan itibaren Ergenekon-Balyoz süreci başlamış ve bu sahte davanın içerisine masum insanlar atılarak insanların hayatlarıyla oynanmıştır. Bunu yapan Fethullahçı-Amerikancı militanlar 15 Temmuz'dan sonra deşifre olmuşlardır. Bunların gerçek elebaşları bilinmektedir ve açık-seçik suça bulaşmışlardır. Kamera kayıtları ve çeşitli belgelerle gizli ilişkileri deşifre olmuştur. Ancak bu defa da olayla hiç ilgisi olmayan veya bir dönem devletin desteğiyle cemaatle ticari veya ikili ilişkiler geliştiren piramidin en altındaki kişiler, sayıları 100 binleri bulacak şekilde soruşturma geçirmekte ve kimileri daha suçları kesinleşmeden çeşitli işkenceler görmektedirler. Şayet bâtıl düşünce sistemleriyle savaşmazsanız, her dönem yeni cemaatlerin ayaklanma ihtimali vardır. Bâtılı yok etmek yerine Cumhurbaşkanlığındaki Külliyede yeni cemaatlere "zikir ayinleri" yaptırmaya devam ederseniz, biz de sizlerin samimiyetine asla ve asla inanmayız.
CHE: TBMM Başkanı İsmail Kahraman, gençlerin Che Guavera'nın tişörtlerini giymesini hazmedemeyip Che için "eşkiya" deyimini kullandı. Daha sonra, Kahraman'ın gençliğinde ABD'nin 6.filosuna kalkan olduğu ve 6.filoyu protesto eden Türk gençlerini sopalarla döven MTTB üyesi olduğu ve iki gencin bu kişilerce dövülerek öldürüldüğü ortaya çıktı... Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ATATÜRK'e her gün televizyonlardan sövülürken sesini çıkarmayan bu şahıs, sınırlar dar gelmiş olacak ki Küba, Latin Amerika ve tüm Dünya solcularının halk kahramanına dil uzatma gereği duymuştur. O tişörtleri öyle bir giyeriz ki şaşar kalırsın sen! Bu iş senin Kıble yerine 6.filoya dönüp namaz kılmana benzemez. Zira biz aklımızla, bilgimizle ve cesaretimizle hareket ederiz. Bu yüzden Dünya'daki dinciler birbirini boğazlarken, insanlık Che Guavera gibi, insanlığını yitirmemiş "gerçek kahramanlar"ın peşinden gidiyor.
Duy da öğren! CHE öldürüldüğünde, sırt çantasından ATATÜRK'ün NUTUK kitabı çıktı. ABD, hayatta kalan Fidel CASTRO'yu itibarsızlaştırmak için, Che'yi onun ölüme sürüklediği yalanını yaydı. Che'nin hayatta kalan ve Küba'ya emanet ettiği 5 çocuğunu Fidel büyüttü. Che'nin büyük kızı, babasının ölüm yıldönümü konuşmasında Fidel'le omuz omuzaydı. Ve FİDEL, Küba'da devrim yaparken, ATATÜRK'ü örnek aldığını söyledi...
Sizde utanma olsa, öncelikle ATATÜRK'e ve silah arkadaşlarına hakaret edilmesine karşı çıkarsınız. Küba'ya dil uzatmak yerine, Amerikan ambargosuna rağmen 55 yıldır eğitimde ve sağlıkta büyük gelişme gösteren Küba halkına saygı duyar, sonra onlara örnek olan ATATÜRK'ü daha iyi anlamaya çalışırsınız. Buradan FİDEL'e selam olsun, Küba halkına selam olsun!..