Değerli dostlar, sevgili gençler;
Anne babalarımız bizlerin en değerli varlığıdır. Yüce Rabbimizin nimetidir. Okuldan, işten eve döndüğünüzde ‘Yavrum hoş geldin. Nasılsın, günün nasıl geçti? Seni seviyor diye mis gibi kuru fasulye yaptım…’ türü bir cümle duyabilmek dünyanın en büyük zenginliğidir. Bu zenginliğin ne kadar temel ihtiyaç olduğunu ancak bundan mahrum olanlar idrak edebilir. İsterseniz bunu başka bir misalle ziyadeleştireyim.
Başka şehirde üniversite de okuyorsunuz ve ara tatile geliyorsunuz. Yolculuk boyunca size iki de bir annenizden babanızdan telefon geliyor. ‘Evladım, ne yemek istersin, biz seni terminalde bekliyoruz… Kendine iyi bak…’ diye tembihler ediyor. Bu konuşmayı yanınızda oturan ve başka bir üniversite de okuyan anne babası rahmetli olmuş delikanlı duyuyor. Bir an için empati yapalım, ne hisseder? Göz pınarından gönül pınarına iki damla yaş süzülür ve keşke… keşke… kelimeleri dudağından dökülür. Bu örneği bir an için tahayyül ettiğimizde nimetin kıymetini idrak noktasında umarım etkili olur. Ve sarılacak anneniz babanız varsa canı gönülden ‘annem – babam’ diye bir sarılırsınız.
Değerli okuyucularım,
Televizyonlarda veya sanal basında zaman zaman anne-baba-kardeş hakkında kötü örnekler özene bezene durmadan ifşa ediliyor. ‘Kötü örnek, örnek değildir’ sırrınca geneli kapsamaz. ‘Güzellikler paylaştıkça çoğalır, kötülükler paylaştıkça normalleşir’ hükmünce de bir kötülüğü paylaşırken veya yorumlarken de iki kere düşünülmesi gerekir.
Geçenlerde eski il müdürüm Abdurrahim Köksal beyin gönderdiği etkileyici ve ders verici hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Lütfen dikkatlice okuyunuz ve çevrenizle paylaşınız.
Öğretmen bir gün denizin ortasında batmak üzere olan bir geminin hikâyesini sınıfta öğrencileriyle paylaşır. Gemideki çift cankurtaran botunun yanına kadar gelir ve sadece bir kişilik yer olduğunu görür. Hikâyenin gerçekliği hakkında tamamen emin olmasam da, hepimizin hikâyeden ders çıkaracağını zannediyorum. Öğretmen, hikâyeyi anlatmaya başlar.
Gemi, denizin ortasında aniden batmaya başlar. Gemideki bir çift cankurtaran botuna yaklaşırken sadece bir kişilik yer kaldığını görür. O an adam, karısını geride bırakır ve bota atlar. Batmak üzere olan gemideki kadın eşine bakar ve son cümlesi şu olur.
Öğretmen bir an durur ve öğrencilerine, “Sizce kadın, kocasına ne demiş olabilir?” diye sorar.
Öğrencilerinin çoğu: “Senden nefret ediyorum. Nankör herif!” demiştir diye cevap verir.
Öğretmen, köşede sessizce oturan bir çocuk görür ve aynı soruyu ona da sorar. Çocuk, “Öğretmenim bence ‘Çocuğumuza iyi bak demiştir’’ diye cevap verir.
Öğretmen şaşırarak çocuğa sorar, “Daha önce bu hikâyeyi duymuş muydun?”
Çocuk kafasını sallar ve “Hayır ama annem babam vefat etmeden önce aynı şeyi söylemişti.” der. Öğretmen suratında üzgün bir ifadeyle, “Cevabın doğru” der.
Gemi batar, adam evine gider ve kız çocuğunu tek başına yetiştirir. Yıllar sonra çocuk vefat eden babasının günlüğünü bulur. Meğerse çift gemi seyahatine çıktıklarında kadına ölümcül hastalık teşhisi konmuş. O kritik anda, baba ölmek üzere olan eşi yerine kendini bota atmış. Baba günlüğünde, “Denizin dibine beraber batmayı o kadar isterdim ki… Ama çocuğumuz için, tek başına denize batmanı izlemek zorunda kaldım.” yazmış.
Hikâye biter ve sınıf sus pus olur. Öğretmen, çocukların hikâyeden gereken dersi çıkardıklarını düşünür. İyiyle kötüyü ayırmanın, aralarındaki ince çizginin ne kadar kafa karıştırıcı olduğunu anladıklarını düşünür. Bu nedenle,
Olaylara yüzeysel olarak bakmamalı ve ön yargılarda bulunmamalıyız. Hesap geldiğinde hesabı ödeyen gerçek dost - arkadaş, zorunlu hissettiği için değil arkadaşlığa paradan daha çok önem verdiği için bunu yapar.
İş hayatında sürekli insiyatif alanlar bunu aptal oldukları için değil sorumluluğun ne demek olduğunu bildiklerinden yaparlar.
Tartışma sonrasında ilk özür dileyen kişi bunu suçlu olduğu için değil etrafındakilere değer verdiği için yapar.
Size sürekli mesaj (afetlere – depremlere uyarıcı) atan birisi, yapacak başka bir şeyi olmadığından değil size önem verdiğinden bunu yapar.
Sürekli mahalli basında veya sanal dünyada depremler, yangınlar veya hayata dair şiir-makale türünden bir şeyler üretebilmenin peşinde olan kişi reklam / menfaat peşinde olduğundan değil, sosyal ve dini sorumluluk bilinciyle heybesinde dolu olan faydalı bilgileri etkili-yetkili olanlara ve piyasaya sunabilmek için yapar.
Bir gün hepimiz sevdiklerimizden bir şekilde ayrılacağız. Sohbetlerimizi ve beraber kurduğumuz hayalleri özleyeceğiz.
Bir gün çocuklarımız eskilerden bir fotoğraf görecek ve “Bunlar kim?” diye soracaklar. İçimiz kan ağlayarak “Bunlar, hayatımın en güzel günlerini geçirdiğim insanlar.” diye cevap vereceğiz.
Ve bir gün, bizlerde sesli veya sessiz sedasız kabristandaki özel alanımıza gönüllü dostların veya resen gelmek zorunda insanların omuzlarında tevdi edileceğiz. Ve baki bir hayatı bekleyeceğiz…
*
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nasihatin yer aldığı ‘’Mahirane Söylemler’’ kitabımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. Yukarıdaki telefondan iletişime geçerek (benden imzalı olarak 40 TL) temin edebilirsiniz.