Sosyal medya hesabından bir açıklama yapan Külcü, “kesmek, yok etmek kolay, yapmak, büyütmek zordur” ifadesini kullandı.
Külcü, “Karar verenler ve gereğini sorgulamasız yerine getirenler en hafif tabirle işin kolayına kaçmış ve büyük bir sorumsuzluk örneği sergilemişlerdir. Keşke zor olana talip olsalar ve o muhteşem dokuyu yok etmeselerdi” dedi.
Külcü, açıklamasında; “Hafız olmak iş değil hafız kalmak asıl iştir... Şehri değiştirmek, kadim olanla bağı kesmek kolaydır. Ama şehrin değerlerini koruyup yeni değerler üretmek asıl iştir.
Mevlana’nın dediği gibi ‘Kamil insan odur ki koya geride bir eser, eseri olmayanın yerinde yeller eser.” diyerek belediye yönetimine atıfta bulundu.
Muzaffer Külcü’nün açıklaması şu şekilde:
KESMEK, YOK ETMEK KOLAY YAPMAK, BÜYÜTMEK ZORDUR
“Anadolu'da Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde özellikle cuma ve bayram namazları için büyük camiler inşa edilmiştir. Bu camiler yapanların ve yaptıranların adıyla birlikte "Ulu cami" olarak anılır. Ulu camiler genellikle şehir meydanlarındadır. Değilse şehir meydanları ulucamilerin konumlandığı alanlar olmuştur. Şehirler de bu istikamete göre şekillenmiştir. Ulaşımı oldukça kolay noktalara inşaa edilen ulu camiler, zamanla bulundukları bölgenin - şehrin sembolü olmuştur.
Bin yıllık yurdumuz Anadolu’da 118 camii bu isimle bilinmektedir.
Ulu camiler aynı zamanda, “güç ve bağımsızlık’’ sembolüdür. Bulunduğu bölgenin İslam beldesi olduğunun işareti olarak da asırlara meydan okur, ulu camiler...
Anadolu'nun fethiyle birlikte yapılmaya başlayan "Camii kebirler" ayrıca o şehre vurulmuş Türk - İslam mührü olarak kabul edilir.
Şehrimiz Çorım’da da ilk inşasının Selçuklu döneminde atıldığını bildiğimiz sonrasında çeşitli afetler nedeniyle pek çok kısmı 4. Murat döneminde yeniden inşa edilen bir ulu cami var. Şehrimiz kültürünün şekillenmesinde de oldukça önemli bir yere sahiptir. Zira çarşı, hanlar, hamamlar belirttiğimiz şehirleşme geleneğinin güzel bir örneği olarak etrafında şekillenmiştir.
Camii kebir olarak bilinen Murad-ı Rabi Ulu cami zamanla şehrimizin ortak bir sembolüne haline gelmiştir. Çorum'un üç - dört asırlık tarihine dair araştırmalar, anlatılar, Ulu Cami'den bağımsız yazılmamış, yazılamamıştır. Yani şehir kültürü dediğimiz zaman da ulu cami etrafında şekillenen/etkilen bir kültürel dokudan söz ediyoruz.
Ulucami üzerine yapılan / yazılan araştırmalardan, makalelerden, eserlerden de anlıyoruz ki ulucamiler Türk - İslam kültürünün en belirgin taşıyıcı mekanları olmuştur.
Elbette ulu camiler bunlardan ibaret mekanlar değildir. Etrafında inşa edilen akarlar, sosyal alanlar da bir o kadar önemlidir. Bunlarla birlikte ulucamilerin sırtında, yanında, yöresinde dikilen ağaçlar ve özellikle çınarlar da ulucamiler kadar kültürel bir öğe haline gelmiştir. Camilerle yaşıt çınar, dişbudak, çitlenbik, sakız gibi ağaçlar ulu camilerimizin süsü gibidir.
Şehirlerin çoğu ulucamilerinin bahçesinde gövdesiyle, dallarıyla yapraklarıyla camiyi adeta koruyan birer çınar bulunur. Camiyi saklar diye bakarsanız saklar, korur diye bakarsanız korur. Cami bahçelerindeki asırlık ağaçlar hem bir muhafız hem bir muhafazadır.
Çorum ulucami bahçesinde bir çınar ağacı maalesef yok. Dikildi yahut iklim koşulları nedeniyle büyümedi. Dikildi belki de kurudu. Çınar ağacı olup olmadığına kayıtlarda pek değinilmemiş. Ama yakın tarihin kayıtlarında şadırvan etrafında ve kıble yönünde dişbudak ağaçlarının dikili olduğu yazılmıştır. Zaten daha bir kaç gün öncesine kadar da dişbudak ağaçları yemyeşil görünümüyle caminin etrafını sarıyordu. Dişbudak ağacı sağlamlığı, kuraklığa dayanıklığıyla bilinen bir ağaç. Bunun yanında form verilir özelliğe de sahip. Zaten on-on beş yıl önce dişbudak ağaçlarının dalları budanmış ve ters aşı usulüyle ağaçlara yeni bir görünüm kazandırılmıştır.
KARAR KİME AİT OLURSA OLSUN BELEDİYE İTİRAZ EDİP KORUMALIYDI
Ancak bir kaç gün önce Belediye tarafından sonradan yapılan izaha muhtaç açıklama öncesinde ağaçlar kesildi. Önce budama olduğu söylenip ağaçların kurul kararıyla kesilip yerinden sökülmeleri ulucamilerin ruhuna uygun bir uygulama olmadı. Bir ve bir buçuk asırlık ağaçların köklerinin yapıya zarar verdiği söylendi. Bunun yanında yapılan açıklamalarda ağaçların hastalıklı olduğu söylendi. Oysa çekilen fotoğraflarda ağaçların gövde kısmında herhangi bir hastalığın olmadığı açık olarak görülüyor. Diğer yandan köklerinin zarar verdiği tespit edilen ağaçların zarar veren kısımlarının budanması mümkünken böyle bir uygulamanın yapılması hiç doğru bir uygulama olmamıştır. Karar verenler ve gereğini sorgulamasız yerine getirenler en hafif tabirle işin kolayına kaçmış ve büyük bir sorumsuzluk örneği sergilemişlerdir. Yıkmak, kesmek, bozmak kolay. Yaşatmak ise zordur. Keşke zor olana talip olsalar ve o muhteşem dokuyu yok etmeselerdi.
ORADAKİ YEŞİL VE GÖLGE CEMAATİN BİR KISMININ CAN YOLDAŞI İDİ
Cami bahçesinde ağaçların gölgelediği kısım oraya namaz kılmaya gelen cemaatin uğrak mekanıydı. Öğle namazı için gelen özellikle yaşlı emeklilerimiz ikindi namaz vaktine kadar oralarda vakit geçirir, gölgede dinlenir, ikindi sonrası ayrılıp giderdi. Zamanla orada dostluklar oluşur; oturulur, sohbetler kurulur, hoşça vakit geçirilirdi. Yani cami bahçesindeki bir asırlık ağaçlar gölgesinde dinlenen cematiyle de bütünleşmişti.
“Camiyi asli haline getirmeye çalıştık” gibi ifadelerle yapılan izah ise çok daha sıkıntılı bir izah... Zira asıl halinden önce asıl haliyle asırlar önce orada cami bile yok. Yani İslam beldelerinde medeniyet de buradan doğmuştur. Mekanlar asıl haliyle kalmazlar. Orada imar olur, ihya olur, inşa olur. Cami yapılmış etrafını güzelleştirmek için ağaçlar dikilmiş müştemilat yapılmış ve cami etrafı da bütün bu cüzleriyle yapılma amacına çok daha uygun hale getirilmiştir. Yani caminin bundan yüz yıla yakın zaman önce paylaşılan fotoğraflarda ağaç yok ya da ağaç az diye o hale getirmek gayreti anlamsız bir gayret. Zevahiri kurtarma çabasında ibaret lafı güzaftır. Sanki camiye ilave edilmiş odalar, çıkıntılar tespit edilmiş de yıkılmış gibi açıklamalar yapmak anlamsızdır.
YAZIK ETTİNİZ HEM GEÇMİŞE HEM GELECEĞE
Tarihi varlıklarımızı korumak hem ecdada hem de torunlarımıza karşı borcumuzdur. Ancak bunu en kolayı seçerek yapamazsınız. Ölümden başka her şeyin çaresi var. Sorun hastalıksa tedavi edilir, yaşatılırdı. İstisna kesim yapılabilirdi.
Biz “kıyamet kopacağını bilseniz elinizdeki fidanı dikiniz” diyen bir peygamberin ümmetiyiz.
Eğer sorun ağaçlarının kökleriyse (aldığım bilgilere göre asıl mesele buymuş, kesip kurtulalım denmiş) ona da bir çare bulunurdu. Yazık ettiniz… Yazık ettiniz…
Bir darbı meseldir: Hafız olmak iş değil hafız kalmak asıl iştir... Şehri değiştirmek, kadim olanla bağı kesmek kolaydır. Ama şehrin değerlerini koruyup yeni değerler üretmek asıl iştir.
Mevlana’nın dediği gibi Kamil insan odur ki koya geride bir eser, eseri olmayanın yerinde yeller eser.”