2015-2016 yılları arasında “Çorum İçin Bir Projem Var” kapsamında Belediye destekli Kamu-Üniversitesi işbirliği projesi olarak “Çorum Bölgesi Taş Ocaklarında Çevreye Duyarlı Patlama Uygulamaları” adlı bir proje yapmıştım. Projenin bitiş toplantısında Çorum’un zemin özellikleri ve diri fay haritaları konusuna vurgu yapmış ve projede MTA ait 2005 yılı Çorum Civarının jeoloji haritasını eklemiştim. Harita’da görüleceği üzere kırmızı ile gösterilen alanlar Alüvyon diye adlandırılan birbirlerine tutturulmamış kum, çakıl ve kil’den oluşmaktadır.
Çorum’un jeoloji haritasında görüleceği üzere Binevler’den Buhara’ya oradan da Celilkırı’na kadar, Ilıcabağları ve Milönü’nden Yeni Otogar’a kadar geniş bir bölgenin zemin özellikleri açısından sıkıntılı olduğu görülmektedir. 3000 konutlu ödüllü Binevler Uydu Kent projesini yapan Merhum Mimar Behruz Çinici bölgenin zemin özelliklerini değerlendirerek, bölgeye az katlı yatay mimari olacak şekilde bina yapılması gerekliliğine önem vermiş ve uzun yıllar bölgedeki mimari yapının korunması için de hukuki mücadele de vermiştir.
Son yıllarda Çorum’da yağışların azalmasına rağmen, Buhara’da yaşayanlar apartmanların asansör boşluklarında zaman zaman su dolduğunu bilirler. Tarihsel anlamda 200-250 yıl öncesinde Binevler, Buhara ve Çitlik çayırı bölgesi çeltik tarlası olarak kullanılıyormuş. Çeltik sulak ve bataklık alanlarda yetişir. Çomar barajının set üzerinden Buhara’ya doğru görebildiğiniz bölge, baraj kurulmadan önce yıllarca dağlardan derelerin taşımasıyla mil ve kum ile birikmiş olacağını da anlamış olursunuz. Dolayısıyla bölge deprem dalgaları sonucu zemin sıvılaşması (zeminin su gibi davranması) açısından tehlike arz etmektedir.
Deprem dalgaları diye bildiğimiz 4 tür dalga vardır. Bunlardan P ve S dalgaları cisim dalgaları olup hızlı hareket ederler. R ve L dalgaları ise yüzey dalgaları olup diğerlerine göre çok daha yavaş hareket ederler.
R dalgası aynı suya atılan bir taş sonucu su yüzeyinde ortaya çıkan dalgalara benzer ve binalara yıkıcı etki yapar. L dalgaları ise zeminin ileri-geri hareket yaptığından binaların temellerine zarar verebilir.
P dalgaları depremde binalar üzerinde kısa süre etki yarattıkları için daha az zarar verirken, S dalgaları depremde yıkıcı etki yaratan uzun süreli dalgalardır. Ayrıca, S dalgaları kaya zeminlerde hızla uzaklaşırken, zemin sıvılaşması olan alüvyon zeminlerde çok daha uzun süre oyalanır ve bu yüzden binalara çok fazla zarar verirler.
Zemin sıvılaşması gösteren zeminler, deniz kenarında küçük çocuklarımızın su dolu kovalarına deniz kumu ile doldurmaları esnasında oluşan yapıya (A) benzerdir. Bu kovaların üzerinde bir taş koyduğumuzda (B) esasen kum üzerinde sabit olarak dururlar. Fakat kovanın kenarına deprem dalgası gibi elimizle titreşim uygulandığımızda taş’ın kum içerisine göçtüğünü görebiliriz (C).
Zemin sıvılaşması olan yerlerde bina yapımı için Fore Kazık (kazık temel) uygulamaları nispeten çözümdür. Fore kazık, binanın oturacağı zeminde belirli çap ve derinlikte dairesel kesitli delgi yapılarak, açılan kuyuya demir donatı yerleştirilip beton dökülmesine denir. Özellikle yüksek katlı binalar ve yer altı su seviyesi yüksek olan yerler için zemin iyileştirme yöntemidir. Bu sayede bina zeminden daha çok Fore Kazık ayakları üzerinde oturmuş olduğundan bina depreme karşı daha fazla direnç gösterir.
Fore kazık kullanılan bir bina (A) ile kullanılmayan bina (B) arasındaki fark için yapılmış bir laboratuvar deneyinde Fore kazık üzerinde duran binanın diğer binaya göre depreme olan dayanıklılığı artırılmış olur (C).
Zemin sıvılaşması olan yerlerde bina yapımı için ekstra uygulamalar (Fore kazık uygulaması, Radye temel uygulaması, tünel-kalıp inşaatı v.b.) inşaat maliyetlerini yükselttiği için zorunlu olmadıkça tercih edilmemektedir. Diğer taraftan zemin özellikleri dikkate alınmadan yapılan özellikle çok katlı binalar deprem riski altındadır.
2011 yılına kadar Çorum’unda dâhil olduğu birçok il de zemin etüdü zorunluluğu yoktu. Dolayısıyla, son 12 yıldır hariç Çorum’da ki bina stoku tartışmalı hale gelmektedir. Geç kalmadan yerel yönetimlerin il ve ilçelerde bina stokunu kontrol ederek kentsel dönüşüme yönlendirecek projeleri hayata geçirmeleri gerekir. Yerel yönetimlerin vatandaşların daha güvenli konutlara geçmelerini kolaylaştırmaları ya da binalarını depreme karşı güçlendirmeleri için yardımcı olmaları beklenir.
Çorum’un jeoloji haritası ve diri fay haritaları verisi MTA tarafından 2002 yılında yapılmıştır. Aradan 21 yıl geçmiş olduğuna göre, daha önce belirlenememiş fayların varlığını belirlemek ve 1/10.000 ölçekli jeolojik ve mikro fay haritalarının yapılmasında fayda vardır.
Yerel yönetimler yapılaşmaya geçilecek alanların önce jeolojik ve tektonik özelliklerini ortaya koymalıdır. Ardından ortaya çıkan zemin özelliklerine göre binaların kat sayısı, beton ve demir donatıların özelliklerinin nasıl olması gerekliliğini belirlemelidir. Sonrasında zemin ve inşa özeliklerine uygun projeleri hayata geçirmelidir. Tabiî ki bina inşası esnasında kurallara uygun yapılıp yapılmadığının denetlemesi de yukarıdaki tespitlerin doğru bir şekilde hayata geçebilmesi için en önemli unsurdur.
Ülkemizde birçok yasal düzenlemelerimiz gelişmiş birçok Avrupa ülkesinden daha iyidir. Fakat Avrupa’nın depremselliği ve sismo-teknik özellikleri açısından ülkemize göre daha az riskli grupta olduğunu da bilmek lazımdır. Türkiye’yi ancak Şili, Meksika veya Japonya gibi yüksek deprem riski olan ülkeler ile kıyaslamak daha doğru olacaktır.
Deprem riski benzer olan ülkeler ile Türkiye’nin mevzuat kıyaslaması yapıldığında çok farklılık olmadığını görebiliriz. Fakat uygulamada ortaya çıkan sonuçlar açısından farklılıklar olduğunu görebiliyoruz. Bu sonuçların farklılığı bina tasarımından daha çok bina imalatında yapılan hatalar ve eksikliklerden kaynaklanır.
Mesela, trafik konusunda tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi yasal düzenlemelerimiz en modern şekliyle bulunmasına rağmen, trafik kazaları açısından en fazla olan ülkelerin başında gelmekteyiz.
Gelişmiş ülkeler ile ülkemiz arasındaki bu sonucun farklı olmasının sebebi denetleme eksikliği olmakla birlikte, toplumun “Trafik Kültürü”ne sahip olmamasıdır. Nasıl toplumun trafik kültürü yok ise maalesef “Deprem Kültürü veya Deprem Bilinci” de yok.
Yukarıda da belirttiğim gibi depremin nerede, ne kadar büyüklükte olacağını ve deprem bölgesindeki var olan aktif fayların durumu ve her bölgenin zemin özellikleri konusunda yerbilimciler söyledi ve söylemeye de devam ediyor. İlave olarak, şehir bölge plancıları, mimarlar ve inşaat mühendisleri de binaları ve evleri nereye yapılması gerektiğini ve nasıl inşa özellikleri olması gerektiğini de söylüyorlar. O zaman bizlere düşen görev bilimin işaret ettiği verilere göre hareket etmektir. Ayrıca, yöneticilerden de popülist olmayan, ranta dayanmayan ve insan hayatına öncelik veren bir yaklaşım sunmasını talep etmektir.
Diğer taraftan, bizler ev alırken bilim insanların dikkat çektiği bilgilere göre mi ev alıyoruz, yoksa metrekaresinin büyüklüğü, mutfak dolaplarının güzelliği, banyo sayısı fazlalığı gibi güvenlik dışı özelliklerini mi dikkate alıyoruz?
Bir yerbilimci olarak, vatandaşlarımızın kendilerine düşen görevleri yerine getirip-getirmediği konusunda şüphelerin var!
Deprem bilincinin ve kültürünün gelişmesine katkı olması dileği ile…