Dur Zaman!
Ölümünden 78 yıl sonra bir sabah…
İnsanları ayağa kaldırıp, hüngür hüngür ağlatan, saat 9’u 5 geçeye hazırlanmak için geceden sabaha yollara düşüren kaç insan yaşamıştır Dünya’da?
Hangi ülkenin insanları saat 9’u 5 geçerken yollarda arabalarını durdurup, delicesine kornalarına basar? Türk Milleti’nden başka…
Ve gökyüzü ağlayarak uyanır İstanbul’da, Pendik tersanesindeki gemilerden gökyüzüne siren sesleri yükselir ağıtlarla…
Vefalı bir milletin insanlarıdır onlar;
Kimileri Ankara’ya gitmişler, bir gece öncesinden otobüsleri doldurarak, Anıtkabir’e…
Şimdilerde devleti yönetenlerin adını söylemekten imtina ettikleri bir millet yaşıyor bu topraklarda; Türk Milleti. Soyadını söylemekten korktukları Mustafa Kemal’in hayat verdiği topraklardayız. O’nun Soyadı Kanunu ile soyadı sahibi olanlar, şimdilerde O’nun soyadına ATATÜRK diyemiyorlar. Oysa ki, tarihin altın sayfalarındaki liderine, Mustafa Kemal ATATÜRK’e vefasından ödün vermeyen, O’nun en büyük eseri olan Cumhuriyet’e sahip çıkan ve yaşatmaya çalışan bir halk nefes alıyor bu topraklarda. Ve elbet yaşatacaktır Türk Halkı liderinin adını; her yıl saat 9’u 5 geçe durdurarak zamanı…
10 Kasım’dayız, tarihin en büyük devlet adamı, lideri, askeri, devrimcisi ve halk kahramanı ATATÜRK’ün ölüm yıldönümündeyiz. Öldürmeye çalıştıkları çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin çocuklarıyız. Ve yaşadığımız sürece de terk etmeyeceğimiz, çağdaş-laik Cumhuriyet’le bütünleşen yaşam tarzlarımızı. Merdiven altlarında laik Cumhuriyet’e düşmanlıkla bilenen din tüccarları, zekâlarını kullanmaktan aciz olduklarından dolayıdır ki, ancak baskı ve yasaklarla “aydınlıkları” boğmaya çalışmaktadırlar. Ancak ATATÜRK’ün çocukları bilimle ve sanatla donatılmışlardır ve mutlaka aklı esas alan donatılarıyla “karanlıkları” ezeceklerdir…
Ve haykıracaklardır: ATATÜRK’ün askerleriyiz! ATATÜRK’ün çocuklarıyız! ATATÜRK’ün torunlarıyız!
TÜRKİYE’NİN DURUMU: 15 Temmuz’daki darbe girişimini ardından ülkemizde karışık günler yaşanıyor. Fethullah Gülen’in müritlerinin devlete sızmasına yol veren, Özel Yetkili Mahkemeler kurdurup bunların başına Fethullahçı hakim, savcı ve yargıçları atayan AKP iktidarı, şimdilerde toptan bir temizlik harekatına girişmiştir. 17/25 Aralık’taki Fetocuların, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ı hedef almasıyla beraber, bu gizli örgütün adı Tayyip Erdoğan ve hükümet mensuplarınca “Paralel” olarak anılmaya başlandı. 15 Temmuz’daki devleti işgal girişiminden sonra ise artık Cumhurbaşkanı olan Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Bakanlar Kurulu kararıyla resmen FETÖ(Fethullahçı Terör Örgütü) olarak adlandırıldı.
2002’de “Köstebek” isimli kitabında Fethullahçı cemaati deşifre ettiği için öldürülen Necip Hablemitoğlu dosyası da ancak 2016’daki 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yeniden gündeme geldi. Ayrıca Fethullahçılara dokunmaya çalışan pek çok kişinin bir şekilde ayağı kaydırılmıştı. 2000 yılında Fethullah Gülen’le ilgili soruşturma yürüten savcı Nuh Mete Yüksel’e Fetö militanı bir “cemaat ablası” avukat kılığında yollanmış ve kaset komplosu kurulmuştu. Durumun basına yansıması üzerine savcı görevinden alınmıştı.
Ancak her ne olmuşsa olmuş, FETÖ’nün gerçek yüzü 15 Temmuz’dan sonra daha net görülmüş ve topyekun bir mücadeleye başlanmıştır. Fakat bu defa da hukuki kurallara uyulmadığından ötürü pek çok insan mağdur edilmektedir. FETÖ ile hiçbir bağlantısı bulunmayan binlerce insan tutuklanmakta, delilden suçluya gidilmesi gerekirken “tedbir” amaçlı tutuklamalarla ciddi mağduriyetler yaşanmaktadır. 2007’den sonra Fethullahçı cemaatin devlete yerleştirilmiş elemanları herkesi “Ergenekoncu” diye yaftalıyorlardı. Sahte delillerle insanlar tutuklanıyordu. Bu defa da 2016’dan sonra önlerine her geleni “Fetöcü” diye suçlamaya başladılar. Hukuken kesin deliller olmadığı müddetçe hiç kimsenin hayatı bu şekilde karartılmamalıdır. Aksi halde yaşadığımız dönem, 1940- 1950’lerin ABD’sindeki McCarthy’cilik (antikomünist kuşkuculuk) dönemiyle özdeşleştirilmeye devam edecektir.
Elbette terör örgütü üyeleri ve destekçileri en ağır cezaya çarptırılmalıdır, çünkü insanların hayatlarını çalmaktadırlar. Türkiye yıllardır en büyük kayıplarını PKK terörüyle vermiştir. Son bir yılı da sayarsak 50.000 kişi terör örgütünün acımasız eylemlerinin bir sonucu olarak ölmüşlerdir. Kürtler adına eylem yapmakta olduğunu sanan örgütün en alt basamağındaki çocuk yaşta beyni yıkanan gençler, Fidel Castro’nun deyimiyle, ABD’nin Ortadoğu’daki petrol bekçiliğini yapmaktadırlar. Kendi askerleri ölmesin diye PKK-PYD ve Peşmerge güçlerinden faydalanan ABD, Ortadoğu pisliğinin içine gömülmüştür. Türkiye şu anda PKK terör örgütü ve onun destekçisi HDP’li terör maşalarına karşı doğru bir mücadele yürütmektedir. Milletvekili kılığındaki tutuklu veya tutuksuz HDP’li terör destekçilerinin, milletvekillikleri derhal düşürülmeli ve hukuki yaptırımlar uygulanmalıdır.
Ancak Cumhuriyet Gazetesine yapılanlar doğru değildir. Cumhuriyet gazetesinin içine yerleşen bazı HDP sempatizanı yazarları, Can Dündar isimli başarısız ve Atatürkçü okuyucu kitlesinin asla kabullenmediği gazete yöneticisini, ancak gazetenin okurları tasfiye etmelidirler. Esasen, Cumhuriyet gazetesi bu haliyle tıpatıp CHP’nin durumuna benzemektedir. CHP’nin tabanı ve oy verenler büyük ölçüde Atatürkçüdür ancak HDP kafasındaki etnik köken milliyetçisi Sezgin Tanrıkulu gibi bazı milletvekilleri yönetimdedir. Bu yüzden de seçilemeyeceği endişesiyle S. Tanrıkulu önseçimle değil, atanarak milletvekili koltuğuna oturtulmuştur. Ancak hem Cumhuriyet gazetesinin ve hem de CHP’nin ağırlığı Atatürkçü bir tabana dayanmaktadır. Bu nedenle Cumhuriyet gazetesi, Taraf isimli Fetöcü-Amerikancı gazeteden farklı bir yerdedir. Cumhuriyet gazetesinin tutuklanan yazarları serbest bırakılmalıdır.
ABD BAŞKANLIK SEÇİMİ: Dünya gerçekten de şaka gibi bir “Başkanlık” seçimi izledi. Amerikalı politikacı-yazar William J. Lederer “A Nation of Sheep” (Koyun Bir Millet) kitabını 1961’de yazmıştı. Yıl 2016, tarih tekerrürden ibarettir… Başkanlık yarışı sevilmeyen hatta nefret edilen iki şahıs arasında geçti: Donald Trump ve Hillary Clinton.
TRUMP, tıpkı George W.Bush gibi aklından şüphe edilen biriydi. İşadamı, şovmen, ırkçı, kadın düşmanı, ayrımcıydı. Bunları açıkça dile getirmişti. Ancak seçimlerden önce Rusya’yla olan ilişkileri düzeltebileceğini, Putin’le bu bağlamda görüşerek Ortadoğu’da savaş yerine daha rasyonel çözümlere yönelebileceğini belirtti. Televizyonda Hillary’nin hışmına uğrayarak Putin’e yakınlaşmakla suçlandı. Daha sonra yıllardır gizli tutulan bir ses kaydı ortaya çıkıverdi. Ses kaydında özel hayatı ve kadınları aşağılayan cümleleri nedeniyle özür dilemek zorunda kaldı. Ardından beliren bazı kadınlar Trump’ı tacizle suçladılar…
HILLARY, kendisini Beyaz Saray’da aldatan kocası, eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın 2001’de görevi bırakmasından sonra çanların artık kendisi için çaldığını düşündü. Arkansas valisi olduğundan beri kendisini özel yaşamında aldatan kocasının, Monica Lewinsky skandalından sonra da arkasında durdu, onu savundu. Ancak Hillary’nin sırf politik hırsları için kadınlık onurunu hiçe sayarak kocasını affetmiş görünmesi ve savunması, ardından bunun karşılığında Bill Clinton’un geri çekilerek Hillary’nin ön plana çıkması pek çok kişide rahatsızlık yarattı. Hillary Clinton, sırf politik hırsları nedeniyle başkan olmaya çalışan ve sevilmeyen bir aday olarak görüldü. ABD’de seçim öncesi yapılan bir ankete göre, halkın % 50’si Hillary’yi sevmemekte ve % 62’si de Trump’tan nefret etmekteydi. 30 yıldır siyasetin içinde olan ve Libya’yı ikiye bölüp Muammer KADDAFİ’nin linç edilmesinin mimarı olan eski dışişleri bakanı Hillary, tarihe ABD’nin ilk kadın başkanı olarak geçmek istiyordu. Seçim kampanyasına 610 milyon dolar yatırım yapılmıştı; neredeyse fakir bir Afrika ülkesini bir yıl doyuracak kadar para…
Ama olmadı; Ortadoğu’da akıtılan kanın ve Bush’tan devralınan katliamların karşılığını sandıkta verdi Hillary…