Benim maskem senin sağlığını koruyor, senin masken benim sağlığımı koruyor. Korona belası büyük küçük demeden herkesi öldürmeye başladı.
Anlaşılan o ki, insanoğlunun bu beladan kurtulması çok zor.
Sanmayın ki, felâket tellallığı yapıyorum. Felaket tellallığını da hiç sevmem.
Bursa’dan bir doktor kardeşimiz şöyle feryat ediyor; “Maske takın, maske…
Kovite bulaşmış hastaları görüp onları kurtaramayınca, ilk kez doktor olduğum için pişmanım. Virüsle savaşılıyor ama cehaletle savaşmak çok zor.” diyor.
Bakteri canlıdır. Virüs canlı değildir, ölü de değildir. Uygun koşullarda canlanabilen bir varlıktır. Mesela, bakteri faredir. Virüs yumurtadır. Fare canlıdır, yumurta canlı değildir, ama döllenmişse uygun sıcaklıkta, uygun sürede bekletilirse civcive dönüşür, yani canlı olur.
Bu bela ve lanet korona için bu kadar moral bozucu uyarı yeter. Sen, ben, o, biz, siz, onlar maske takar, temizliğe dikkat eder ve mesafe kuralına uyulursa sorun çıkmaz.
Sararan çimenlerin yeşilliğini, solan güllerin rengini hiçbir şey geri getiremez ama hayat yine de yaşama değer.
MEYHANE EDEBİYATI
Akşamcı değilim ama akşamcıları çok severim. Özellikle meyhanelerde söylenen şiir, şarkı ve rubailere bayılırım. Akşamcıların çoğu filozof tavırlı insanlardır. Düzene isyan ederler, sistemi zorlarlar ve her şafakta yeni bir dünya için kadeh kaldırırlar çilingir sofralarında.
Anadolu Yakası Müzisyenler Cemiyetinde beni rubai yazmaya özendiren rahmetli ağabeyim Erol Sencer (Çok eski bir tarihte Osmancık İş Bankasını teftişe gelmiş) çok sevdiği şu dörtlüğün kime ait olduğunu bilmiyordu.
Ben şehid-i badeyim dostlar demim yâdeyleyin,
Kabrimi meyhane enkâzıyla bünyad eyleyin,
Gaslolunmaz gerçi ma ile şehidanı vega,
Yıkayın meyle beni bir mezhep icat eyleyin.
Erol ağabey öldükten sonra yaptığım araştırmalar sonunda dillere destan olan bu muhteşem rubainin Ruscuk’lu Kemal’e ait olduğunu keşfettim.
Meşhur Tatyos Efendi Kürdülihicazkâr şarkısında meyhaneleri şöyle anlatıyor.
Ehli aşkın neşvegâhı kuşei meyhanedir, (Aşk ehli meyhane köşesinde şenlenir)
Saki ya uşşakı dilşad eyleyen peymanedir.(Saki aşıkları ancak içi mutlu eder.)
Gufti guyi âleme aldanma hep efsanedir(Alemin dedikodusuna aldanma efsanedir)
Saki ya uşşakı dilşad eyleyen peymanedir.
Meşhur Lale devri şairi Nedim, meyhane meşrebini şöyle tevatür eder.
Meyhane mukassi görünür taşradan amma, (Mukassi= Dar, kasvetli, sıkıcı)
Bir başka ferah, başka letafet var içinde. ( Ferah=Neşeli, Letafet= güzellik)
Ulemadan Şeyhülislam Yahya Efendi de meyhane muhabbetimize şöyle katılır.
Sun sagarı saki bana mestane desinler, ( Saki sun kadehi bana sorhoş desinler)
Uslanmadı gitti gör o divâne desinler, ( Divâne = Deli,, aptal)
Bezm-i meye (içki meclisine) büyük üstad Ömer Hayyam’da şu rubaisiyle katılır.
Şarabı götürüp döksen bir dağa / Dağ sarhoş olur başlar oynamaya,
Ben ne diye tövbe edecekmişim, / İçimi tertemiz eden şaraba…
KARAMANOĞLU MEHMET’İ ÜZÜNTÜ VE RAHMETLE ANIYORUM.
büyük şehirlerde ve tatil yörelerinde güzel Türkçe’miz katlediliyor.
MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz, iş yeri ve kuruluşlarda, tabela ve reklamlarda yalnızca Türkçe adların kullanılması için TBMM’ne bir kanun teklifi vermiş. Çok geç alınmış bu karara sevinemedim bile .
Ben 1993 yılında Kadıköy Belediyesinde çalışan Zabıta Müdürü Kargı’lı hemşehrimizi ziyaret ederek, “ Müdür bey, Allah rızası için bir gün Bağdat caddesine çık da işyeri tabelalarındaki rezaleti bir gör.” dedim. Müdür bey, “Ya hocam uğraştığın şeye bak” diyerek uyarımı ciddiye almamıştı.
Ben de kardeşim, emrinde kaç zabıta memuru var,” İki yüz” dedi. Ben bu kadar zabıta ile Bağdat caddesinde bir ayda Türkçe’yi yozlaştıran o tabelaları oralardan söktürürüm dedim ve çayını içmeden ayrıldım yanından.