Erzincan-İliç Çöpler Altın Madeni Faciası Üzerine! (2)

Erzincan İliç’te meydana gelen maden faciasının öncesi ve sonrası yapılan yanlışlıklara birlikte göz atalım!

Abone Ol

Facia öncesi, hatta madencilik faaliyeti başlamadan öncesi arama döneminde ve sonrasında yapılması gereken çevre dâhil tüm faktörlere dikkat edilmiş mi?

Cevap; Dikkat edilmemiş olduğu görünüyor.

Aslında hem Anagold madencilik firmasının 2013 yılı faaliyet dosyasında hem de işletme projesinde bazı konulara değinilmiş.

Fakat raporlara bakınca olaya bakar-kör anlayışıyla yaklaşıldığı anlaşılıyor. Neden mi?

Bu bölgenin deprem bölgesi olduğunu Dünya âlem biliyor da ondan!

Türkiye’nin en uzun fay zonu olan Kuzey Anadolu Fay Zonu (KAFZ) bu bölgeye çok yakın geçmektedir.

Ayrıca, KAFZ’ın önemli kollarından (segment) olan Malatya-Ovacık ve Yakapınar-Göksun faylarının üzerinde bulunur ve Merkez Anadolu Fay Zonu’na da oldukça yakındır.

Aşağıda vermiş olduğum haritaların çoğu firmanın faaliyet dosyalarından alınmıştır.

Nitekim 1939 yılında aletsel dönem için Türkiye’de meydana gelen en büyük deprem (7.9 Mw büyüklüğünde) Erzincan Depremi olarak tarihe geçmiştir.

Üstelik bu bölgede maden ocak alanları, altın işleme tesisleri ve atık sahalarının bulunduğu alanlarda birçok küçük ölçekli faylar da mevcuttur.

Firmanın faaliyet raporundaki haritalarda bu faylar açıkça gözükmektedir.

Daha önce deprem ile ilgili yazdığım köşe yazılarımda ve TV programlarında depremler olmaz ise madenler de oluşmaz demiştim.

Biz yer bilimciler için fayların durumu, sadece deprem açısından değil potansiyel maden alanlarının keşfi için de önemli olduğunu belirtmiştim.

Firma raporunda, fayların önemini sadece altın ve bakır gibi değerli metallerin yoğunlaştığı yerler açısından belirtilmiş gözüküyor.

Fakat mevcut küçük faylar ve diğer büyük faylarda oluşacak bir depremin meydana getirebileceği facialar açısından bir değerlendirme yapılmamıştır.

Belki bu küçük faylar ocak üretimi açısından sorun olmayabilir. Fakat yığın liç alanı, siyanür atık havuzu, altın işleme tesislerini (ADR) ve bakır kazanım (SART) tesisini önemli oranda etkileyebilecektir.

Yığın liç’inde cevherde bulunan altın (Au) ve bakır (Cu) siyanür (CN) ile önce bileşik [Au(CN)2; Cu(CN)2] oluşturulur.

Sonra, bakır’ı kazanmak için kapalı bir tank içerisinde (SART prosesi) sisteme sülfür ilave edilerek bileşikten bakır sülfür (Cu2S) olarak ayırılır.

SART tesisinin en önemli tehlikesi, işleme verilen asit ve kükürt ile oluşabilecek hidrojen sülfür (H2S) ve hidrojen siyanür (HCN) gibi zehirli gazların atmosfere sızma ihtimalidir.

Aşağıda MTA’nın diri fay olarak kırmızı renkli çizgi ile Ovacık Fayı gösterilmiştir. Siyah çizgiler ise potansiyel fayları gösteriyor.

Haritadan bakıldığında zenginleştirme tesisi ve SART tesisi tam da diri fay üzerinde kurulmuş gözüküyor.

Herhangi bir şiddetli deprem sonrasında kapalı sistemin (SART) zarar görmesiyle atmosfere zehirli hidrojen sülfür ve hidrojen siyanür gazı kaçabilir ve bu durumda çevresinde bulunan insanları, hayvanları ve bitkileri olumsuz etkiler.

Facianın olduğu gün, olaydan haber alır almaz MTA’nın Yerbilimleri sayfasını hemen inceledim.

Son 7 günde meydana gelen depremlere baktığımda bölgede büyüklüğü 2.2 ile 1.3 (Mw) arasında olan birçok depremin meydana gelmiş olduğunu tespit ettim.

Hatta Anagold madencilik firmasının basın açıklamasında olayın 14:30 civarında olduğunu belirttiği saatte, yığın liç sahasına yaklaşık 3.5 km uzaklığında ve 2.0 (Mw) büyüklüğünde bir deprem meydana geldiğini gördüm.

Bu kadar küçük bir deprem ne yapar ki deyip geçmeyin.

Çünkü yığın liç alanı, deniz kenarında çocuklarımızın yapmış olduğu kumdan kaleler gibidir.

Yani, yığın beton harcı kıvamına yakın özelliğe sahiptir.

Daha önce depremler üzerine yazmış olduğum birçok köşe yazımda zemin sıvılaşması konusunda bahsetmiştim.

Zeminin su içermesi durumunda deprem dalgalarından (P, S, L ve R) olan sekonder (S) dalgalarının daha fazla oyalandığını ve bu yüzden bu tür yerlerde depremin şiddeti daha yıkıcı olabileceğini belirtmiştim.

Liç yığını, siyanür içeren bir sıvı yığının üzerine damlama suya benzer bir şekilde verilir ve tüm yığın içerisinden geçerek aşağıya doğru süzülür.

Bu süreçte tüm yığın harç kıvamına yakın veya deniz kenarındaki kumdan kaleler gibidir.

Liç yığını da siyanür çözeltisi ile doyurulduğunda sıvılaşma özelliği kazanır ve depremde benzer tehlikeli davranış gösterir.

Nasıl Karadeniz bölgesinde aşırı yağışlar sebebiyle toprak birbirini tutamamasından dolayı heyelanlar meydana geliyor ise aşırı su içeren yapay yığınlar tutunamaz ve akışkan bir malzeme gibi akar.

Sonuçta; mevcut bölgedeki depremler ıslak yığında bazı çatlamalara neden olmuş olabilir ve saat 14:30’daki son deprem de olayı tetiklemiş olabilir.

Aynı çift kefeli-pazarcı terazisinde bir kefesine bir damla suyun eklenmesi ile terazinin dengesinin kaybolması gibi.

Nitekim olayın olduğu günün sabahı bu çatlaklar nedeniyle çalışmalar durdurulduğunu şirket çalışanları tarafından da ifade edilmiştir.

Zaten bu durum sabah fark edilmeseydi, göçük altında kalan kişi sayısı sadece 9 kişi ile sınırlı kalmayacaktı.

Aslında bu çatlaklar haftalardır küçük-küçük oluşmaya başlayıp zamanla çatlak açıklıkları artmış olmalı.

Böyle büyük bir madencilik firmasının bu tür bir hata yapabileceğine inanamıyorum!

Şirketin Oksit Kırıcı Mühendisi gibi bazı kişiler, liç yığının kaymasının maden ocağında yapılan patlatmaların sebep olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Bu olasılık da olmuş olabilir. Fakat bugünün patlatma teknolojisi düşünüldüğünde; böyle büyük bir firmanın bu tür bir olasılığı düşünmüş olmasını beklerim.

Eğer düşünmemiş ise mühendislik açısından vahimdir.

Liç yığının kaymasının yukarıda bahsetmiş olduğum sebeplerde daha çok; liç yığının başta belirtilen kapasitenin üzerinde bir yükseklikle oluşturulması ve yığının aşırı (şev) eğimli yapılmasından kaynaklanmaktadır.

Eğer firma bu kapasite artış talebini mevcut liç yığını için değil de yeni bir alana yapsaydı, bu facia yaşanmayacaktı.

Ayrıca, bu kadar yüksek (250 m’yi geçen) bir yığın yapmanın çözünme verimliliği düşüreceğinden dolayı anlamı da yoktur!

Liç yığını, batısında eski derin bir maden ocağı ve doğusunda Sabırlı Deresinin aktığı vadi arasında sıkışık bir alanda oluşturulduğu aşağıdaki haritadan görülmektedir.

Ayrıca, ilkokul mezunu bir inşaat işçisi bile, yatayla 25-30 derecelik bir açıdan fazla oluşturulacak bu tür bir yığının kayacağını bilir.

Şev duyarsızlığı (stabilitesi) konusunda eğitim almış birden fazla Maden, Jeoloji, Geoteknik ve Harita mühendislerine sahip olan bir firmanın bunu bilmemesi mümkün değildir.

Peki! Neden böyle bir alanda ısrarla liç yığınının kaldıramayacak ölçekte kapasite artışı yapılmaktadır?

Tamamen işletme maliyetini azaltmak ve daha fazla kâr elde etmek amaçlı yapmış olduğu açıktır.

Ayrıca ben ne yaparsam yapayım bana bir şey olmaz anlayışından da kaynaklanıyor olabilir!

Olay olduktan sonra dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı olan Murat Kurum, firmayı sadece çevre açısından 135 kez denetlediklerini belirtiyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alpaslan Bayraktar Bakanlık olarak işletmeyi sürekli denetlendiklerini belirtiyor.

Ayrıca, Alpaslan Bayraktar olayın olduğu yerde basın açıklaması yaparken “İşletmeci şirketin yönetim düzeyinde zafiyet içinde olduğunu görüyoruz” diyor.

Peki! Şirketin bu zafiyeti yapmasına nasıl izin verdiniz, diye sormak gerekmez mi?

Bu tamamen son yıllarda kamu kurumlarında en üstten en alta kadar liyakatsiz yöneticilerin olmasından ve ne yaparsan yap cezasızlık anlayışın egemen olmasından kaynaklanıyor.

6 Şubat 2023 yılında yaşadığımız büyük deprem felaketinde bir tek Merkezi Hükümet Yöneticisi veya Yerel Yönetici sorumlu tutulup ceza aldı mı?

Ya da herhangi bir yönetici hesap verdi mi?

Maalesef hayır!

Bir parti lideri, faciadan sorumlu tüm kişi ve kurumların gerekli cezayı almasını istemiş, fakat 2021 yılında liç yığının kapasite artışı için ÇED Olumlu belgesine onay veren Murat Kurum’u bundan muaf tutmuş.

Tam bir trajikomedi!

Bir diğer tuhaf durum, gözaltına alınan teknik elaman olan sanıkların savcılıkta verdikleri ifadelerinde gözüküyor.

Sanıklar ifadelerinde tehlikeyi görünce, yığın liç’i bölgesinde saat 11:00’de çalışmanın durdurulduğunu ve çalışanların bölgeden derhal çekilmesini istediklerini belirtmişler.

Eğer öyle olsaydı, TV kanallarında verilen görüntülerde gördüğümüz üzere yığında kayma meydana geldiği anda sahada çalışan kamyonların kaçışının anlamı ne?

Kamyonların ve iş makinalarının kayma bölgesinde ne işi var?

Bu kötü madencilik faaliyeti sonucu işi bilmeyen, çevreyi çok düşünüyormuş gibi davranan ve madencilik düşmanı olan bazı kişiler için bulunmaz bir ortam oluştu ve bunu hemen kullandılar.

Onlara göre madencilik faaliyetlerinin temelli hem Türkiye’de hem de Dünya’da durdurulmasını gerekiyor.

İliç’te meydana gelen kötü örnekleri göstererek, halkı yanlış bilgiler ile galeyana getirerek madenciliğe karşı çıkmalarına sebebiyet vermektedirler.

Kötü madencilik faaliyetine sebep olan bu firmanın, tüm madencilik sektörünü kötü duruma düşürmesine ne hakkı var?

Sonraki yazılarımda madenciliğe karşı olanlara da söyleyeceğim bir çift lafım var!

Bilimin ışığında sağlıkla kalın (devam edecek…)

{ "vars": { "account": "UA-115444419-2" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }