Selanik’te kurulan ve milli edebiyat düşüncesinin temelini atan Genç Kalemler Dergisi’nin kurucularından Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” düşüncesine karşı Mustafa Kemal, Türkleşmek ve modernleşmeyi istiyor ama bu düşünüşle İslamlaşma arasında bir çatışma görüyordu. Ve bunun çözümü LAİKLİK olacaktı…
Türklerin Anadolu ve Mezopotamya’da 5000 yıllık tarihi olduğuna dair yapılan çalışmalar, Cumhuriyet döneminde La Turquia Contemporaine (Çağdaş Türkiye)’da yayınlanmış, Türklerin tarihi İslam’ı benimsedikleri X-XI. YY’dan daha eski dönemleri de içine alacak şekilde değerlendirilmiştir.
Kadına saygın bir konum sağlayan eski-görkemli uygarlıkların ardından İslamiyet dönemi neyi temsil etmekteydi?
Ziya GÖKALP, Türk kadınları için Orta Asya Türk uygarlıklarında sahip oldukları özgürlüğü, aile ve toplum içinde erkekle eşitliği istemişti. Mustafa KEMAL ve onun yeni tarih kuramı ile ufuklar genişliyordu.
Mustafa KEMAL, daha 1923’te Konya’da Kızılay’ın kadınlar şubesinde “Kadınlarımızın, bizim milletimiz için ne kadar yüksek ehemmiyeti olduğunu söylemeye lüzum yoktur. Bizim milletimizde kadın, bu ehemmiyeti hakikaten en ulvi derecede ihraz eylemiştir,” şeklinde konuşma yapmıştı.
İsmet İNÖNÜ, 1934’te kadınlara Seçme ve Seçilme hakkının tanınması için TBMM’de yaptığı konuşmada, “Kadınlarımız, Türk tarihinde kendilerine ait bulunan haklı mevkii yeniden kazanmalıdırlar. Onlar, erkeklerle birlikte ülkenin ve ulusun yazgısı üzerinde konuşmak ve etkili olmak hakkına daima sahip olmalıdır,” demişti.
Türk Kadınları, işgal edilen vatan topraklarına karşı başlatılan Kurtuluş Savaşı’na tüm benlikleriyle katıldılar.
Günümüzün kimi “aydın erkeklerinin” yorumladığı gibi “kadın hakları” Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından bir lütuf olarak değil, Türk Kadınları bunu hak ettiği için ve özgürlük mücadelesinde onlar da en ön saflarda ve bunun bir parçası oldukları için verilmiştir. Dolayısıyla kadınların hiçbir şey yapmadıkları tamamen yanlıştır.
Türkiye’de kadın haklarıyla ilgili gelişmeler Osmanlının son dönemlerinde kendini gösterse de elbette o koşullarda sonuca ulaşması imkansızdı. Ancak Kurtuluş Savaşı’nda kadınlar öne çıktılar ve ulu liderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK, kendisiyle omuz omuza savaşan Türk Kadınlarına, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından hak ettikleri saygın konumu vermek için, en yakın çevresine karşı bile direnmiştir. ATATÜRK, laik ve çağdaş Türkiye’yi yaratmakta kararlıydı ve toplumun yarısını oluşturan kadınlar, erkeklerle eşit haklara sahip olmadıkça bir toplum ilerleyemezdi. Hiç şüphesiz, ATATÜRK'ün o günlerde kadın haklarının çıkması için neredeyse tek başına gösterdiği büyük direnç olmasaydı, Türk Kadınları seçme/seçilme hakkını 1930’larda değil, belki çok sonraları alabilirdi.
Ancak Türk Kadınlarının yasal haklarını “mücadele etmeden aldıklarını” söylemek haksızlıktır!
Kurtuluş Savaşı… Gördesli Makbule Hanım, 1921’de evlendikten hemen sonra kocasıyla birlikte çete örgütlemiş, düşmanı hayli hırpalamıştı. Makbule Hanım, savaş alanında şehit düştü.
Güney cephesinde Tayyar Rahmiye Hanım, IX. Tümene bağlı bir gönüllüler müfrezesine komuta ediyordu. Bu müfreze, 1 Temmuz 1920’de Osmaniye’deki Fransız müstahkem mevki karargahına saldırma buyruğu aldı. Tayyar Rahmiye Hanım, buranın ele geçirilmesinden kısa süre sonra can verdi.
Adana-Külek kökenli Hatice Hanım, Pozantı’ya hücum edecek kuvvetlerde görev aldı. Fransızlara rehberlik edeceğini söyleyerek onları tuzağa düşürdü. Oradan kaçarak 100 kadar silahlı kişiyi toplayarak Fransız müfrezesine saldırarak ağır kayıplar verdirdi.
İzmit’te bulunan Erzurumlu Fatma Seher Hanım bir birliğin komutanlığını yaptı.
Babası Ulusal Kurtuluş Ordusunda komutan olan Nezahat Hanım, ateş hattına çıkarak çok yerde düşmanı saf dışı etti. Bu nedenle ona Türk Jeanne d’Arc adı takılmıştı. Büyük Millet Meclisi’nde “paşa” ünvanı verilmesini önerenler oldu, ancak kadınlara henüz askeri rütbe verilmesi eğilimi yoktu. Bunun yerine bir çeyizle ödüllendirilmekle yetinildi.
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra ATATÜRK, 19 Mayıs 1919’sa Samsun’a ayak basarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatırken, Halide EDİP ve Meliha HANIM, Fatih Alanı’nda 50.000 kişiye konuşma yapıyor ve Türk halkını mücadeleye davet ediyorlardı. Ertesi gün Üsküdar’da Asri Kadınlar Cemiyeti adına Sebahat Hanım ve Naciye Hanım halka seslenerek savaşçılara cesaret vermeye çalışıyorlardı. Kadıköy’de konuşan Münevver Saime Hanım ayaklanma çağrısı yapıyordu.
18 Nisan 1935’te Dünya kadınları 12. Uluslararası Kadınlar Kongresi İstanbul’da yapıldı. Dönemin gelişmiş ve emperyalist ülkeleri hayretler içindeydi. Modern Türkiye Cumhuriyeti, kadın haklarını onlardan çok önce tanımış, bu konuda dünyaya örnek olmuştu.
Şimdi geldik 21. yüzyıla…
Ey ATATÜRK’ün kurduğu CHP’nin Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU ve CHP’yle İlgisi Olmayan CHP Yöneticileri!..
İran’da kadınlar başörtüsü yasaklarına karşı ölümüne bir özgürlük mücadelesi verirken, Afganistan’da kadınlar dinci terör örgütü Taliban’a karşı kızların okuması ve özgürlük için ayaklanmışken…
Siz Atatürk’ün LAİKLİK ilkesini ve Atatürk devrim kanunlarını çiğneyerek BAŞÖRTÜSÜ veya TÜRBAN’ı korumak üzere hazırladığınız yasa önerisini TBMM’ye sundunuz. Hem de 4 Ekim 1926 Medeni Kanun’un kabul edildiği günün yıl dönümünde bunu yaptınız. Sizin YASAL hamlenize karşı, sizden daha ileri bir adım atan ve türban yarışında öne geçen Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Tayyip ERDOĞAN ise ANAYASAL değişiklik ve teminat önerdi.
Kadınların kafasına TÜRBAN takmak için yarış eden erkekler topluluğunun BEYNİ, türban ya da başörtüsüyle başlanmıştır. Türk Halkı ekonomik krizle boğuşurken, dinci/muhafazakar tabandan oy kapmak için yarışa geçmişler ve bu yarış, “gericilik” yarışına dönüşmüştür. Bakalım gericilikte kim daha başarılı olacak; KILIÇDAROĞLU mu, ERDOĞAN mı?..
Ey CHP’nin basiretsiz yöneticileri! Sizler CHP’nin emekçi örgütüne de ihanet ettiniz ve bunu bedelini size önce CHP’li kadınlar ödetecektir. Kendi seçmen kitlenizi kaybetmeye hazır olun!
Türk Kadınları bu saygısızlığı affetmeyecektir.
Yararlanılan Kaynak: Kemalizmde ve Kemalizm Sonrasında TÜRK KADINI II (1919-1970) / Dr. Bernard CAPORAL