Dilsiz söyleşmek…
Nasıl mı?
Kızılırmak’ı dinleyerek. O neler anlatır bilseniz. Sivas ilinden yola çıkarak devam eder yolculuğuna. Her engel karşısında kendisine yol bulur. Kâh güneye, kâh kuzeye doğru akar. Ancak beklemez bir yerlerde.
Bazen doğu bazen de batıdır istikameti. Nevşehir, Kırşehir derken Kırıkkale’yi bulur. Hazır oralara gelmişken Ankara’ya da uğramayı ihmal etmez.
Aksaray ve Çankırı ilini de aşınca Çorum topraklarına varır. Daha önce Avanos’un içinden geçen Kızılırmak Çorum’da da Osmancık’ı seçer kendine.
Yolculuğa başladığı andan itibaren neler görmedi ki… Neler yaşamadı ki…
Bazen bendine sığmadı, bazen munis bir çocuk gibi oldu. Bazen başında kavak yelleri esen bir delikanlı, bazen de bir nazlı gelin gibiydi.
Sırlarıyla birlikte alıyordu onca yolu. Ne acılara şahit oldu ne neşelere. İçinin acısını denize döküp kurulmak istedi. Onun için hırçınlaştı. Sonra yaşadığı güzel günleri düşündü sakinleşti. Bazen sevdiği düştü aklına durgunlaştı.
Ah Kızılırmak! Sen neler saklıyorsun içinde kim bilebilir?
Nihayet Osmancık ilçesine ulaştı. Onu karşılayan bir dostu olacaktı orada. Koyunbaba Köprüsü…
Bekliyordu onu. Sabırla… Çünkü ondan dinleyeceği çok şeyi vardı. Nihayet kavuştular. Ancak hiç ayrılmadılar o günden beri. Siz Kızılırmak’ı köprünün altından geçip gidiyor sanabilirsiniz. İşte vaziyet hiç de öyle değil.
Önce şehre bir baktı Kızılırmak. Sakin, sessiz bir vatan köşesi. Görüp de sevmemek mümkün mü? Kalmak istedi burada. Ancak bu mümkün değildi. Kalırsa yatağı değişecek sevdiği şehre zarar verecekti. Uyardı onu Koyunbaba Köprüsü. “İşte” dedi. “İşte geçeceğin gözler burada. Senin için yaptırmışlar. Her bir göz ayrı bir dert dinliyor. Sen onlara anlat ben benimle beraber olanlara anlatırım” dedi.
O günden sonra aralarında harfsiz ve kelimesiz bir dil oldu. Sadece şırıltıları duyuldu konuşmaların. Görenler de “Su sesi” sandılar. Hâlbuki Kızılırmak ile Koyunbaba Köprüsünün muhabbetiydi o sesler.
Hatta bazen şüphelenmesinler diye hiç ses çıkartmadan konuştular. Harfsiz ve kelimesiz… Yani gönülden…
Osmancık bir gönül şehriydi. Bunu gönlü olanlar anladı.
Gel seninle sessiz konuşalım olur mu sorusu karşılık buldu.
Kızılırmak daha sonra sırlarıyla birlikte ayrıldı oradan. Bir ara Sinop ile Samsun’a sınır oldu. Daha sonra Bafra ilçesinden denize kavuştu.
Biliyorum ki gönlünde Osmancık vardı Kızılırmak’ın…
Gönlünde gönül insanlarının memleketi vardı.
Gel seninle sessiz konuşalım, olur mu?
…
SONUNDA
Bu kadar cevretme bana sultanım
İşvede, cilvede, nazda sen kaldın.
Erişmek mümkün mü vaslına senin
Sevdan tepelerde, düzde sen kaldın.
Açmadan kurudu gülümüz bizim,
Bağlandı elimiz, kolumuz bizim.
Tutuldu hüsnünden dilimiz bizim,
En güzel söylenen sözde sen kaldın.
Her şeyin görünen yanına baktık,
Bütün güzellerden yar olur sandık.
Belli ki en baştan beri aldandık,
Kabukta biz kaldık özde sen kaldın.
Unutulup gitti her bir yanımız,
Ne adımız kaldı ne de şanımız,
Ne sesimiz duyuldu ne figanımız,
Güftede, bestede, sazda sen kaldın.
Ruhumuz hüzünlü kalpte yangın var,
Hasretin acısı çok canlar yakar.
Beyhude bekledik gelmedi bahar,
Biz karakıştayken yazda sen kaldın.
Sığmadın hayale, girmedin düşe,
Aklımız almadı bu garip işe,
Acıya gark olduk, kalmadı neşe,
Kederde biz kaldık, hazda sen kaldın