Ancak tarihi kalıntılar okunarak, tarih bilimciler ve de arkeologlar aracılığı ile bilgi edinebiliyoruz.
Bunların ne kadarı gerçek o da su götürür.
Tarihi yapanlar değil, yazdıranların yazdıklarından, onların verdikleri bilgileri yorumlamakla yetiniyor geçmişi yorumlamaya çalışan insanoğlu.
Binlerce yıları günümüze yazılı veya görsel ve de dilimizdeki kelimelerle taşıyoruz. Ne kadarını doğru biçimde taşıyabiliyorsak.
Bu etkenler değişse de bir yerde binlerce yıllık insan alışkanlıkları hala devam etmektedir(mesela el sallamak gibi, Aynı algı ile)
Ama öyle bir çağ yaşıyoruz ki neredeyse dede torunu değil ana ve babalar yetiştirdiği çocukla iletişim kurmakta zorluk çekiyor.
İletişim çağı deniyor buna da. Sanki sıçrama yapıp ışık hızı gibi çağ atladık.
Gençlik hiç bir şeye fiziksel olarak dokunmadan, oluşumları sadece ekrandan görüyor ve tuşlardan destekle önlerine her şey seriliyor.
Daha sonrada ekranda yetiştirdikleri oyun bahçelerinden meyve satmaya başlıyorlar.
Toprağa ayağı değmemiş insanlar onun yapısıyla ve verimli kullanımıyla ilgili konularda hüküm aşamasında söz sahibi oluyorlar.
Çocuklar doğduklarında ellerine verilen teknik oyuncak ve telefonlarla dünyanın bundan ibaret olduğunu sanıyorlar.
Ölmenin oyun olduğunu sanıp, yeniden oyuna başlar gibi dirileceğini sanıyorlar belki de. Ölümün anlamını kavramakta zorlanıyorlar.
Öyle ki herhangi bir şeyin nasıl elde edildiğini değil sadece kullanmayı öğrendiklerinden belki de sanal üretildiğini zannediyorlar.
Çünkü şimdiye kadar ne istedilerse telefon veya bilgisayar aracılığı ile anında yanı başlarında, ellerinde, üstlerinde, midelerinde buluveriyorlar.
Velhasıl bizim nesille yetiştirdiğimiz/mediğimiz nesil arasında kocaman bir değil bir çok çağ var sanki. İletişim çağı ANA çocuk arasında uçurum yaratıyor.
Gülücükler tuşların üzerinde parmakların ucunda. Bir sıcak tebessümü nasıl anlatabilir.
Kutlamalar sadece kelimelerde telefonun içinde kalmış. Sıcak bir kucaklamaya eş gelebilir mi?
Acılar şekillerdeki gözyaşları ile paylaşılabilir mi?
Sıcak bir içtenlikle sorulan hal hatır, nehaberle kelimelerden yansır mı?
Üniversiteyi bitirmiş gençlerimiz kuru bilgi olarak her şeyi biliyorlar ve çok da iyi donanımlılar. Bir kaç dilde beraberinde.
Eğer sahada iş görmemişlerse, iş başına geç deyince büyük bocalama içinde sudan çıkmış balık gibi çırpınıp duruyorlar. Yüzde doksanı aynı durumda.
Sahayı görmeden üç boyutlu ev inşa ediyorlar ama bir saksı çiçeğimdeki toprağı aldıkları torbanın içinden başka yerde görmemişler.
İlerde bebekleri de anasız babasız üretirlerse şaşmayalım. Aile olmanın anlamı yok olma yolunda değil mi?
Ne medeniyetler yıkıldı, ne uygarlıkların izi kaldı. Nice firavunlar, krallar, hakanlar, imparatorlar, diktatörler yok oldu gitti.
Ama yıkılan uygarlıklar bir yenisini başlatırken hiç bu kadar birbirinden kopuk olmamıştır herhalde.
***
Kuantum fiziğinden evrenin sırlarına kadar elimizdeki bir telefonla bilgi sahibi olabiliyoruz. Hem de kısacık zamanlarda. Saliselerle karşımızda.
Ama edindiğimiz bilgi parmaklarımızın ucunda olduğu için hemen unutuyoruz. Bilgiye dokunmadan, zaman harcamadan, kolaylıkla öğreniyoruz da ondan.
Nikola Tesla'nın buluşları her şeyi başlattı. Yenidünyanın kapılarını açarken İletişim ve bilgi çağını tasarlarken, İnsanlığın hizmetine buluşlarını sunarken bu kadarını hayal edebilmiş miydi?
Acaba MUCİT buluşlarını formüllere bağlarken günümüzdeki kullanımını hayal edebilmiş miydi?
Bu icatları yaparken belki insanların bu kadar beleş yaşayacağını düşünmemişti.
Mucitler hayal güçleriyle buluşlar yapıp çağlar açıp kapatırken mutlaka iyiliğe hizmeti düşünmüşlerdir. Ama kullanıcılar kendi çıkarlarında bulanların kemiklerini sızlatıyorlar çoğunlukla, silah gibi kullanıyor insan denen yaratık.
Buluşlar, İnsan hayatını kolaylaştırırken insan olmayı mı unutturuyor diye de düşünmeden geçemiyoruz…
Tesla'nın icatlarını ve uzantılarını hayatımızdan çıkardığımızı düşünürsek yenidünyanın büyük bir karmaşa ile birbirini yiyeceğini zannediyorum.
Diyelim ki bir saat için bütün dünyada İnternet kesildiğini hayal edin.
Ne sosyal ağlar çalışıyor ne de telefon.
Dünya yeni neslin elinde durur galiba.
Evrenin sıraları bir, bir çözümlenince gelecekte zaman kavramını da mı değişecek bilinmez.
Sıcaktan çatlarlar da pencereyi açmayı akıl edemezler. İnternette yok ki sorsunlar. (Örneğini ABD yaşamış elektirik kesilince dışardan çağırı yapmışlar pencereleri açın diye.)
Hep geçmişe özlem duyarak yaşıyoruz ya, Özlem duymayı da unutacak gibiyiz bu gidişle.
Sanal hayat yerine hayata dokunarak, gerçekçi yaşamak daha güzel ve de anlamlı değil mi? Bunun özlemini duymak da bizim özlemimiz olacak galiba.
Kalın Sağlıcakla__Hayat Sanal Değildir__Meyrem’ce