Panele konuşmacı olarak katılan Çorum Barosu Başkanı Av. Turan Kalıpcı, insan haklarının tarihçesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurular hakkında açıklamalarda bulundu.
Çorum Barosu Başkanı Av. Turan Kalıpcı, insan haklarının, kuvvetin adalete hükmettiği yerde değil ancak ve yalnız kuvvetin adaletin emrinde tutulduğu toplumlarda var olduğunu söyledi.

İnsan haklarının tüm insanların hiçbir ayrım gözetmeksizin yalnızca insan oluşlarından dolayı eşit, özgür ve onurlu yaşamak için sahip oldukları haklar olduğunu dile getiren Kalıpcı, “Herkes, cinsiyet, ırk, renk, din, dil, yaş, tabiiyet, düşünce farkı, ulusal veya toplumsal köken, zenginlik gibi fark olmaksızın eşittir. Bakınız tanımda da söylediğim gibi bu haklar bireyin sadece 'insan olmakla' sahip olduğu evrensel ve insan onuruna dayanan haklardır. Kim olduğunuzun hiçbir önemi yok. Sadece insan olduğunuz için bu haklara sahipsiniz. İnsan hakları vazgeçilmez, devredilmez, şarta veya vadeye bağlanamaz. İnsan hakları kavramının çıkış noktası yani kaynağı insan onurudur. Her insanın onurlu ve insanca yaşayabilmesi için bir takım genel kurallara ihtiyaç duyuldu ve bunun neticesinde insan hakları kavramı ortaya çıkmıştır. Gelişen teknoloji, büyüyen toplumlar, artan insan nüfusu, sıcak-soğuk savaşlar, siyaset gibi olgular her çağda ve her devirde insan hakları kavramının da gelişmesine ve içeriğinin değişmesine sebep olmuştur” dedi.

Başkan Kalıpcı, hangi toplum, hangi ülke olursa olsun; insan hakları ihlallerinin maalesef günümüzde yaşanmaya devam ettiğini belirtti.
Geçmişte devletlerin gelişmişlik düzeylerinin ekonomi, teknoloji ve sanayileşme gibi etkenlere göre belirlenirken artık bu etkenler arasında insan haklarının da yerini aldığını vurgulayan Kalıpcı, bir toplumda insan hakları ihlaline çok sık rastlanıyorsa, ekonomisi, sanayisi ne kadar gelişmiş olursa olsun insan haklarına saygılı olmadığı için o toplumun gelişmemiş olarak değerlendirildiğinin altını çizdi.
İnsan hakları ve demokrasinin ilk bakışta, çözülmesi neredeyse mümkün olmayan gerilimli bir ilişki içerisindeymiş gibi görünebildiğini anlatan Kalıpcı, “İnsan hakları kavramı, bireylere, gruplara ve azınlıklara, çoğunluğa karşı da hatta özellikle çoğunluğa karşı kullanabildikleri birtakım haklar sağlarken, demokrasi kavramı çoğunluğun hakimiyetini dile getiriyor. Demokrasi adına ve halk egemenliğine dayanılarak bireysel hak ve özgürlükler bastırılabilir mi? İnsan hakları ve azınlıkların korunmasına gönderme yaparak parlamenter çoğunluk kararlarını sorgulayan mahkemeler demokratik değil mi? Otoriter rejimler tarafından uygulandığı ve liberal olmayan demokrasi etiketi altında propagandası yapıldığı şekliyle demokrasi ile insan hakları karşıt şeylermiş gibi sunuluyor, çoğunlukla azınlık birbirinin karşısında konumlandırılıyor. Oysa insan haklarının korunması demokrasi için bir engel değil, tam tersine sürdürülebilir bir demokrasinin işlemesinin şartıdır. İnsan hakları, siyasi eşitlik şartları altında, özgür ve adil seçimleri garanti eder. İnsan hakları açık bir iletişimi ve serbest bir görüş oluşturma sürecini garanti eder. İnsan hakları, demokratik olarak alınmış kararların uygulanabilmesini güvence altına alır ve böylece demokratik yönetimi etkin kılar. İnsan hakları, çoğunluğun gücünü sınırlayarak birey ve azınlıkların, demokratik olarak meşrulaştırılmış çoğunluğun kararlarını kabul etmelerini ve bunlarla yaşayabilmelerini sağlar. Demokrasi, azınlığa çoğunluk olma ihtimalini sunar. İnsan hakları bireye, çoğunluğa ait olmasa bile çıkarlarının korunuyor olmasını garantiler. Nasıl insan hakları kendini en iyi şekilde demokrasilerde gösterebiliyorsa, insan haklarına saygı duyulmayan, insan haklarının korunmadığı ve gerçekleştirilmediği bir demokratik hakimiyetin de sürdürülebilir olması düşünülemez. İnsan hakları ve demokrasi birbirlerinin karşısında duran olgular değildir; politik toplumun varlığını mümkün kılan karşılıklı etkileşim içindeki ön şartlardır. Aralarındaki etkileşim sayesinde bireylerin, hem bireysel hem de kollektif bir şekilde kendi yaşamlarını belirleyerek yaşayabilmelerini sağlarlar. Bu nedenle de insan haklarının korunması ve gerçekleştirilmesi özünde demokratik bir projedir” şeklinde konuştu.
Türk milletinin insan haklarına bakışı hakkında da açıklama da bulunan Turan Kalıpcı, konuşmasına şöyle devam etti:
"Türk medeniyetinde insan sevgisi ve insan hakları bencil bir nitelikte değildir; bütün insanlara ve insanlığa yöneliktir. Yunus Emre 'Sevelim, sevilelim' der. Mevlana bütün insanları dergahına çağırır. Fatih İstanbul’u fethettiği zaman Hristiyanlara din ve mezhep özgürlüğü tanımıştır. Atatürk Çanakkale’de savaştığı düşman askerleri için 'Onlar bizim evlatlarımız olmuştur' demiştir. Türk medeniyeti insan sevgisi ve insan hakları bakımından örnek bir medeniyettir. Yine 10. Yıl Nutku’nda yer alan şu cümle insanlığa hizmet, bütün insanlara karşı duyulan sevgi duygusunu dile getirmektedir. Asla şüphem yoktur ki Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni sonuç olarak belirtmek isterim ki, insan sevgisi ve insan hakları kavramı Türk medeniyetinin temelidir.
2010 yılında Anayasa değişikliğiyle hukuk sistemimize girmiş, 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren Anayasal yargı denetimi başlamıştır. 12 Eylül 2010 tarihinde halkoylaması ile 1982 Anayasası’nda bir kısım değişiklikler yapılmıştır. Değişiklikler çerçevesinde 5982 sayılı yasanın 18. maddesi ile Anayasanın 148. maddesine eklenen ek fıkrayla; 'Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesindeki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır denilmek suretiyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunma hak ve imkanı getirilmiştir."
Paneli Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Müdürü Doç. Dr. Zekeriya Işık, akademisyen ve öğrenciler izledi. Program sonunda Doç. Dr. Işık, Baro Başkanı Kalıpcı'ya teşekkür plaketi sundu.