İÇİMİZDEKİ KARA DELİK

En Uzak mesafe ne Afrika’dır. Ne Çin, Ne Hindistan, Ne Seyyareler, Ne yıldızlar geceleri ışıldayan… En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan…..

Abone Ol

Her insan bilir ki, bir insanın fiziksel gereksinimleri arasında yer alan açlık ve susuzluk ihtiyacı karşılanmazsa o insan ölür. Bir insanın anlaşılmama duygusu sonucu hissettiği sevgisizlik de bir insanı öldürebilir. Sevgi duygusunu duyumsamayan bir insan hayatı kaygan bir zeminde yürür gibi tedirgin, ürkek ve korkak yaşar. Anlaşılma duygusunu yaşamayan insan hep içinde yaşadığı boşluk duygusunu doldurmak için hep başka yer arayışındadır, sanır ki başka yerde olsa her şey başka olacak. Halbuki bilmez ki, o başka yer hayalini kurduğu yer de bir süre sonra, şu anda içinden sıyrılmak istediği yerden farksız olacak. Çünkü insan nereye giderse gitsin kendisi ile birlikte geçmişini de götürür. Bir yerden bir başka yere giderken insan bavula sadece giysilerini değil, düşüncelerini, kendine dair inançlarını da koyar. Gidilen yer neresi olursa olsun, tüm yollar insanın kendisine çıkar.

İnsan bazen derin bir boşluğun içinde hisseder kendini. Yusuf’un içine düştüğü kuyu, Yunus’un yuttuğu balık gibi derin, karanlık ve sanki çıkılması imkânsız bir boşluğun… İşte Yusuf ve Yunus Peygamberlerin dışındaki o boşluk, bugünün insanının yüreğinde, ruhunda çöreklenmiş durumda. Boşluk insanın dışındaysa ondan kurtulmak kolaydır da, içindeyse, kendinin bir parçası olduysa, ondan kurtulmak imkânsız değildir ancak, kolay da olmayacaktır.
İnsanı böyle derin bir boşluğa ne veya neler sürükler? İnsanın içindeki boşluğu oluşturan en büyük düşman içindeki kurttur. Onu günden güne kemiren ve bazılarında kurttan öte yılana dönüşmüş olan, ruhunda büyük bir boşluk oluşturan düşman. İnsan, eğer o yılanların boynunu vurmaz, boğazını sıkmazsa, zamanla o yılanlar onun boğazını sıkacak ve onu bitirecektir. İşte insanı kemiren o yılanlar nefistir.
İnsan nefis belasını hiç olmazsa zayıflatmazsa, onun her sesine kulak verir ve celladına âşık mahkûm gibi onun peşinden gider. Bu peşinden gidilenler dünya hayatının basit metaı olan geçici zevklerdir. İnsan bu geçici zevkleri elde ettiğinde, bunların aslında bir ‘hiç’ olduğunu anlar; elde edemediğinde ise, zaman aşımına uğrayarak yok olan sevgisi, o nimetin hiçliği anlamasını sağlar. Yani elde edilen nimet de, elde edilemeyen nimetin yaşattığı zarar da (duygu kaybı, düşünce kaybı ve tüm bunların sebep olduğu zaman kaybı) yürekte bir boşluk oluşturur.
Derler ki; Leyla’ya Mecnun’un çöllere düştüğünün, deli- divane olduğunun haberi gönderilir... Leyla Mecnun’un yanına gider bir o tarafına bir bu tarafına geçer. Mecnun bitap bir şekilde gözlerini kısarak yanındaki karaltıya bakar: ‘Gölge etme çekil güneşimden’ der. Leyla: ‘Benim ben Leyla’ dediğinde Mecnun tarihe geçen o meşhur sözlerini söyler: ‘Sen Leyla isen bu bendeki Leyla kim?’ Bu cümle, mecâzi aşkta yaşanan şokun, hayal kırıklığının, en bariz örneklerindendir. Yani aslında lisanı hal ile Mecnun şöyle der: Sen misin gönlümü-ruhumu aşkıyla doldurduğum. Sen misin deli-divane olup aklımı yitirdiğim. Sen misin vuslat için geceler boyu ağladığım; geçmişimden geleceğimden vazgeçtiğim; hayatımı ortaya koyduğum. Sen misin canımı hiçe saydığım, uğruna dünyaları karşıma aldığım… Gönlümdeki derin sevda sen misin? Mecnunun gönlünde o an, sevdasından daha derin bir boşluk oluşur…
Sanıldığının aksine Leyla ile Mecnun hikâyesinin sonu hicranla bitmez. Evet, bir ayrılık vardır ama vuslatın hakikisinin olduğunu düşünürsek, bu hikâyeye ayrılık hikâyesi demeye dilimiz varmaz. Mecnun Leyla’ya değil ama Mevla’ya kavuşur… Her insanın Leylası ayrıdır ve esasında Leyla içimizdeki boşluğun müsebbibidir. Ondan kurtulmadıkça boşluktan kurtulamayız. Bazen Leyla’dan taraf yaşanılan bir hayal kırıklığı Leyla’yı bir anda gözden düşürür ki, bu durum da insanı boşluğa düşürür. Bir kitap yazacak duygulara sahipsindir ama Leyla öyle bir söz eder ki veya öyle bir vefasızlık yapar ki, yazdığın kitabı yaktırır sana. O kitap yanarken içinde derin bir boşluk oluşur. 
Psikologlar boşluğa düşen insanların içinde bulunduğu durumu ‘varoluşsal boşluk’ olarak nitelendiriyor. Kişi bu durumda şu temel soruyu soruyor: Ben ne için yaratıldım? Aslında insanın aklına bu temel soruyu getirip, onun boşluğa düşmesini sağlayan Allah Azze ve Celle’dir. Çünkü insan boşluğa düşmedikçe, kurtulma arayışına girmeyecek. Arayışa girip hakikati bulmaya çalışan insana Allah Azze ve Celle cevabı Kelamullah’ı ile bizzat vermektedir. Yaradan sorunun cevabını ‘Kulluk’ diye bildirir. Bu cevap hayata anlam kazandıran harika bir cevaptır. Hayatta serkeşlik, başına buyrukluk yok! Kölelik, esaret de yok! Kulluk var! Çünkü fıtrat kulluk üzerine programlanmış bir yapıdır. İşte bu fıtrata uygun olan varoluşsal gerçeklik yani kulluk yaşandığında, teslimiyetin içinde gerçek bir özgürlük hissedilir. İnsan, insana kul olmamanın onuru ile ve Rabbine kul olmanın hazzını bir arada yaşar. Ve bu kulluk insanın ruhunu öyle bir doldurur ki, hayatı öylesine kapsar ki, insanın hayata ve metaa bakışı değişir. Bu durumu en iyi anlatan: ‘Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir’1 ayetidir. Hayatı ve hayatın içindeki en hakiki ve zorlu gerçek olan ölüm evresini de dahil ederek özetleyen bu ayet anlaşıldığında, hayatın anlamı konusunda bir yanılgı oluşmaz ve varoluşsal boşluk denilen o dehlize girilmez.
İnsan, hayatı anlamlı kılacak kulluğu yaşarken, ona en büyük yardımcı, mutmain bir kalptir. Bizleri şu dünya boşluğunda boğulmaktan kurtaracak, içine düştüğümüz karanlık kuyudan çıkartacak, Hablullah (Allah’ın ipi) olan Kur’an’dır. İşte Kur’an şöyle buyurur: ‘Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur.’2 Kalp mutmain olmadıkça, azaların ve o azaların yaşattığı hayatın dolu bir hayat olması imkânsızdır. Zikrullah hayatı serkeşlikten kurtarır. Zikir deyince Rasulullah akla gelmeli. Onun zikir hayatı bizim için örnektir. 
Bu hayat hep böyle geçmiyor, geçmeyecek. Hastalıklar, acı kayıplar muhakkak yaşanacak. Günümüz insanı gerek kendisi gerekse de sevdikleri için kaçınılmaz olan ölüm, hastalık gibi durumları kabullenmede, bunlara sabır göstermede zorlanmaktadır. Böyle durumlarda yıkım yaşayan insanlar boşluğa düşüp buhran hallerine girmekte, hatta intihar düşüncelerine bile kapılmaktadır. İşte hayatın tamamını kapsayan zikrullah, yani dilin daim ‘Allah’ demesi, insana güç verecek, dayanak olacak, düştüğü boşluktan onu kurtaracaktır. Dilden kalbe bir yol gider… Ve bir süre sonra kalp de Allah demeye başlar… Kalplerimizi O’nun aşkıyla doldurmak ve acılara dayanıklı hale getirmek için, kalbin gıdası zikrullahı dilimizden düşürmeyelim. Otururken- yatarken, konuşurken- susarken, iyilik halinde- hastalık halinde, sevinçliyken- hüzünlüyken zikrullah…
Boşluğa düşmenin bir sebebi de sevgi eksikliğidir. İnsan, önce ve en çok Rabbini sevmelidir. Çünkü insana en yakın olan Allah’tır. ‘Kullarım sana benden soracak olursa muhakkak ki ben onlara çok yakınım bana dua ettiği zaman duasına icabet ederim…’3 ‘Biz insana şah damarından yakınız.’4 Ne kadar sıcak, sevgi dolu ifadeler… Rabbin yakınlığı kulun Rabbe muhabbetini arttırır. Yani Allah kulunu sevince kul da Allah’ı sever ve O’nun yolunda mücadeleyi de severek göze alır, O’nun razı olacağı işleri yapar… İnsan Rabbini sevdiğinde o sevgi yüreğindeki boşluğu gerçek manada doldurur. Aynı insan eşini de çocuğunu da sever, sevmeli. Ancak şu unutulmamalı, en ideal evlilik dahi insanı mutmain etmez, ruhunu tamamlamaz. İnsanın eşiyle gönlü huzur bulur ama gönlü mutmain olmaz ve itmi’nan arayışı bitmez…    
İnsanın kendini sevmesi de boşluğu gidermenin bir yoludur. Hayatımız boyunca ve hatta öldükten sonra da daima yanımızda olacak olan, bir Rabbimiz bir kendimiziz. O halde bizi biz yapan ruhumuzu sevmemiz lazım. Peki, nasıl seveceğiz. Onun fıtratını bozmayarak. Fıtratı bozulmuş bir ruhu sevmek, egoyu sevmektir ki bu kibirdir. Mesela, günah işlemişsek kendimize olan sevgimiz azalmalıdır. Eğer günahlarımıza rağmen sevgimiz aynı ölçüde devam ediyorsa, bu sevgi, kendimizden muzdarip bir şekilde, bin pişman bir vaziyette tevbe etmemize engel olur… Ancak genel olarak, haramlara girmediğimiz durumlarda kendimizi (ruhumuzu) sevmeli, kendimizle anlaşmalı, Rabbimiz’in fıtratımıza bahşettiği güzel yönlerimizi keşfetmeli, bunun için Rabbimiz’e hamd etmeli, kusurlarımızı da gidermek için gayret göstermeliyiz… Kendi fiziğinden, zekâsından, yeteneklerinden memnun olmayan ve hep başkalarına özenen kişinin kendini keşfetmesi, kendi olarak yaşaması mümkün değildir. Kendisi olarak yaşamayan bir insanın hayatı, melankoliden yani boş hayallerden müteşekkil bir hayattır. Bu durum boşluğa düşmenin ta kendisidir… Bundan kurtulmanın yolu yukarıda yazıldığı gibi haramlardan kaçınarak kendine olan sevgi/ saygıyı kaybetmemek ve yaratılıştan verilen özelliklere rıza göstererek, bu özellikleri geliştirmeye ve hak yolda kullanmaya gayret göstermektir.
Kişinin kendini ilgilendirmeyen, boş işlerle meşgul olması, boşluğa düşmesinin en önemli sebeplerindendir. Efendimiz bu konu ile alakalı kısacık bir hadisle, hem uyarısını yapar hem de güzel bir Müslüman olmanın yolunu gösterir. ‘Kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir; kendini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi.’5 Kişi, faydasız işlerle zamanını öldürmemeli; başkalarının hayatıyla değil kendi hayatıyla ilgilenmelidir. Doğru hayat felsefesi budur. Boş ve gereksiz işlerle ilgilenen insanın hayatı bomboş bir hayattır. İmam Şafi’nin dediği gibi: ‘Hak ile meşgul olmayanı batıl işgal eder.’ Yani hayata batılın işgaliyeti, malayani ile ilgilenen insanın halidir. Çözüm: her insan şunu bilmeli ‘Benim kendim gibi bir derdim var. Beni ilgilendirmeyen işlerle meşgul olarak vaktimi harcamam ömrümü israftır.’ Hayatta ne ile meşgul olması gerektiğini bilmeyip de malayani ile uğraşmaya: ‘Boşluğu boşlukla doldurmaya çalışmak’ da diyebiliriz.
Tüm bu boşluğa düşüren sebep ve çarelerden farklı olarak meseleye şöyle de bakabiliriz. Aslında fizik kanunlarının da bize öğrettiği bir gerçek vardır ki ‘kâinat boşluk kabul etmez.’ O halde içimizde var olan problem boşluk mudur? Yoksa hayatı-ruhu yanlış şeylerle doldurma mıdır?  Esasında bu sorunun cevabını TEVHİD bize veriyor. Tevhid, İslam’a ilk adımı attırırken işe kalbin tahliyesi ile başlıyor. Buradan anlıyoruz ki aslında bir boşluktan ziyade kir-pas var kalplerde. Tevhid Lâ diyerek önce bu kirin-pasın temizlenmesini ve kalpte temiz bir boşluğun oluşmasını sağlıyor. Sonra da ‘İllallah’ sözü ile o boşluğu Allah ile (davası, gönderdiği hayat tarzı) doldurmamızı istiyor.            
 Son olarak tüm bunların yanı sıra bazı pratik tavsiyeler de içimizdeki boşluğu gidermede etkili olacaktır. Güzel arkadaşlıklar kurmak, tefekkür için kısa süreli uzlete girmek ve doğa yürüyüşleri yapmak, bir hayvan beslemek, hasta ziyaretini ihmal etmemek, bize mutluluk verecek, yeteneğimize uygun bir uğraş edinmek. Mesela fotoğraf çekmek, spor yapmak, seyahat etmek gibi…
Rabbim hepimize, boş kaldığımızda (boşluğa-rehavete düşmeden) Rabbimiz’e rağbet ederek tekrar yorulduğumuz6, hayırlı işlerle dopdolu hayatlar nasip etsin… 


Kaynaklar:

Psikolog Dr. Saadet Elevli
İçimizdeki Boşluk Anlaşılma İhtiyacı

1. Enam, 162

2. Rad, 28

3. Bakara, 186

4. Kaf, 16

5. Tirmizi, Zühd; İbni Mace, Fiten

6. İnşirah, 

Furkan Nesli Dergisi

{ "vars": { "account": "UA-115444419-2" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }