Koyun
Saraydaki ne isterse, aşağıdakiler hepsini harfiyen yapıyorlar maşallah. Otomatiğe bağlamışlar adeta; akşam televizyondan konuşuyor bir kişi, sabah olunca dev bir robot ekiple herkes kolları sıvıyor.
-Gazetecilerin paralelci terörist (FETÖ) olduğunu iddia ediyor, güya yargıya çağrı yapıyor. Kukla yandaş hukukçular sorgusuz-sualsiz “şak” diye gazetecileri tutukluyorlar, tamam…
-Yıllardır hayalini kurduğu “tek kişilik imparatorluk” için “başkanlık” rejimine geçmek istiyor, bunun için de Anayasanın değişmesini istiyor, eski partisinin milletvekillerine çağrılar yapıyor. Türkiye her gün bomba tehdidi ve terör korkusuyla güne başlarken, o sürekli rejim değişikliğine kafa yoruyor.
Tarafsızlık yeminini etti, ülkenin en tepesindeki koltukta, üstelik kendine özel yaptırdığı Kaçak Saray’da binlerce koruma memuruyla yaşıyor, yine de yetmiyor. Artık herkes, sadece bir kişi olan bu adamdan korktuğu için, susuyor ve biat ediyor. Sorgusuz, sualsiz ve tapınırcasına onun peşinden gidiyorlar sadece…
-Çocuklar Türkiye’deki dinci vakıflarda tecavüze uğruyorlar; o ise ana muhalefet partisinin liderine “sosyal sapık” diyor, bunu üzerine kalabalıklar vakıfları protesto edeceğine ana muhalefet partisi CHP’ye yürüyor. Zombi gibi yürüyenlerden bir tanesi bile çıkıp şunu sormuyor: Niçin yanlış tarafa yürüyoruz?
Eski arkadaşlar sepete: AKP’de önce “noter” lakaplı Abdullah Gül, risk göze alarak önden gitti, Cumhurbaşkanı oldu. Tayyip Erdoğan’ın istediği her şeyi yaptı, kanuna aykırı bile olsa bütün kanun tekliflerini onayladı. Ancak kanun değişikliğine rağmen sandalyeden kalkmadı, 5+5 olan görev süresini eskisi gibi 7 yıl olarak tamamladı. Görev süresi bittiğinde artık ona güvenilmiyordu, eski partisinin başına geçmesi engellendi. Bülent Arınç isimli AKP kurucularından olan şahıs bile AKP yandaşı gazetelerde üstü çizilerek, yerden yere vuruldu, buna dayanamayan eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kendine yapılanları bir kenara bırakıp Tayyip Erdoğan ile bu kişinin arasını düzeltmeye kalktı. Yani tarafsız olmaya yemin etmiş olan bir Cumhurbaşkanı, sürekli olarak eski partisini dizayn ediyor, bu arada polemikler yaşıyor.
Son olarak Başbakan Ahmet Davutoğlu, 4 Mayıs itibariyle görevi bırakma kararıyla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın tek kişilik sarayına intikal etti ve 5 Mayıs’ta düzenlediği basın toplantısıyla AKP’yi kongreye taşıma kararı aldığını ve bir daha aday olmayacağını açıkladı. Doğrusu, bu gerçekten de çoğumuzu şoke etti. Açıkçası hepimizin bir “onay adamı” gibi gördüğü, Tayyip Erdoğan’ın her dediğini harfiyen yerine getiren, gerek dış gerekse iç politikada yapılan yanlışlara rağmen partisini ve liderini terk etmeyen Başbakanın, bu şekilde isyan etmesini hiçbirimiz beklemiyorduk. Meğer neymiş? Bir süre önce önüne bir kağıt yazıp koymuşlar. 50 kişilik AKP’nin MYK’sı bundan önce Tayyip Erdoğan’a tanınan “atama” yetkisini Ahmet Davutoğlu’nun elinden almaya kalkmış. Davutoğlu da önce kendi imzalayıp sırtındaki postu atmış. Demek ki insanî vasıflarını yitirmemiş, demek ki kırılabiliyormuş, demek ki “yol arkadaşı, yoldan önemli” imiş…
Peki diğerlerine ne oldu? İşi bitince tekmeyi yiyenler değil, dürüst oldukları için ayrılanlar yani… Turhan Çömez, Yaşar Yakış, Abdüllatif Şener gibi. Örneğin, eski AKP’li doktor Turhan Çömez’e ne yaptılar? Sadece dürüst olduğu ve yolsuzluklara karşı çıktığı için değil, kız yurtlarındaki istismarlara da karşı çıktığı için önce AKP’den ihraç ettiler. Sonrasında türlü iftiralar atarak Fethullahçı çetenin uydurduğu Ergenekon soruşturmasına dahil ettiler. Nihayetinde Turhan Çömez, İngiltere’ye iltica etti, orada doktorluk yapıyor. Yani “koyun olmayan bir adamın öyküsü” idi onunki ve insanî olarak devam ediyor…
Etrafında kim varsa, günü geldiğinde ve canı sıkıldığında bertaraf edebiliyor. O insanların kendisini korumak için yaptıkları hatalar, politik yanlışlar, hukuksuz uygulamalar bile anlam taşımıyor. Önce paralel, sonra eski dostlar, şimdi de yol arkadaşları ipe dizildiler. Ancak atalarımız çok güzel anlatmışlar bu durumu: Her koyun kendi bacağından asılır…