Türkiye’nin topraklarını katar katar kim sattı? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını 250 bin Dolara kim sattı? Türkiye’nin limanlarını yabancılara kim sattı?
Kim sattı bunları, “sürtük” dediğin Gezi Parkı eylemcileri mi? Ya da hayat kadınları mı? Ya da LGBTİ bireyleri mi?
Sınıfsal ayrılıkların insanlığı uçuruma sürüklediği kapitalist ülkelerde eşitsizlik, sefalet, eğitimsizlik, psikolojik ya da doğuştan gelen fiziksel farklılıklarından dolayı hayat kadını olan ya da cinsel kimliğini “yetişkin” olduktan sonra tercih ederek dürüstçe “ben buyum” diyen LGBTİ üyeleri mi?
Bu ülkede tarikat yurtlarında küçük çocuklara dinci, yobaz, sapık hocalar tarafından tecavüz ediliyor; AKP iktidarı bunlara neden ses çıkarmıyor? Tecavüzcülere neden küfretmiyor? Cuma namazından çıkan dinciler neden bunları protesto etmiyor? Ve neden pek çok davada bu tecavüzcüler “çocuğun rızası vardı” diye aklanmaya çalışılıyor?
Şunu anlamamız lazım; kanunları çiğnemediği sürece, başkasına saldırmadığı sürece her insanın özel yaşamı Anayasa tarafından koruma altına alınmıştır. Kişi özel hayatında hata bile yapsa, cezasını kendi çeker; kaldı ki yaşadığımız ülkede pek çok kimse mükemmel şartlarda veya reklamlarda gösterildiği gibi mükemmel ailelerde doğmuyor. İnsanlar hata yapa yapa, eğitim ala ala, tırnaklarıyla kazıyarak bir yerlere geliyorlar. İnsanlara doğruyu takdir ederek şans vermek yerine, külliyen özel yaşamındaki geçmişinden dolayı silmek ya da küfür ederek aşağılamak, 21. yüzyılın kafa yapısıyla bağdaşmıyor. Eminim gençler bu olanlara çok şaşırıyordur.
Hiç kimse özel yaşamıyla “yandaş televizyon kanallarının kadın programlarındaki sanal mahkemelerde” yargılanamayacağı gibi, yine hiç kimse cinsel bir aşağılamaya dayanan “sürtük” ya da “çürük” gibi hakaret ya da küfürleri hak etmiyor. Ve bu tür sözcükler küfür kapsamında olduğundan yasalara göre “suç” kapsamında değerlendiriliyor. Bir suç olmasından ziyade bu “hastalıklı” bir kafa yapısını ifade eder aslında…
Yaşadığımız toplumda çok sık küfür edilir; bunların çoğu kadının cinsel kimliğine yöneliktir ve genelde “ananı” diye başlar. Bu çirkin dil alışkanlığı küçüklükten başlayarak devam edip gider. Şayet çocuklar aile içinde babanın anneye sövdüğü ve şiddet uyguladığı bir ortamda büyüyorlarsa, günün birinde kendileri de yetişkin bir birey olduklarında benzer yöntemleri kullanmaları kuvvetle muhtemeldir.
Her ne kadar yaygın küfür anlayışı varsa dahi, Türk toplumunda kendi ailesine dışarıdan gelen küfürler onur meselesi yapılır, hatta bunlar ciddi kavgalara neden olur. Özellikle bir kadına aile hudutları dışından gelen aşağılayıcı küfürler nedeniyle kavgalar hatta cinayetler yaşanmıştır. Çünkü “namus” kavramı kadının bedeni ve cinsel kimliğine dayandırıldığından bu aşağılayıcı sözü kimse sineye çekemez. Ve elbette muhafazakar alışkanlıkları güçlü olan bir toplumda bu, kadınlar için onur meselesidir, çünkü toplumsal saygınlığı buna dayandırılır. Erkekler kendi aralarında tartışıp kavga etseler bile bunlar unutulabilir ama bir başkasının kendi ailesindeki kadın bireye yaptığı saldırı onur meselesidir. Sonuç olarak Türk Milleti onuruna düşkündür ve söylenen bazı sözler asla unutulmaz.
Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan, 1 Haziran’da genel başkanı olduğu AKP’nin grup toplantısında yaptığı konuşmada Gezi Parkı eylemcilerine “çürük, sürtük” dedi. Çok sayıda kurum ya da kişi tarafından kendisine dava açıldı. Ancak ardından bir şey daha yaptı ve bu konuşma metnini resmi internet sitesine koyarak sözlerinin arkasında durduğunu belirten bir açıklama daha yaptı.
Devletin en tepe noktasındaki insan, toplum açısından rol modeldir. Ve Cumhurbaşkanının kullandığı bu çirkin sözcükler hızla yayılarak kullanım sayısı arttı. Yıllar önce kendisine ekonomiden yakınan bir çiftçiye “ananı da al git” demişti, ardından Gezi eylemcilerine “çapulcu” dedi, sonrasında işi iyice büyüttü…
CHP liderine sürekli olarak “bay Kemal” dediği için, Erdoğan’ın bir mitinginde mikrofon uzattığı küçük bir çocuk bile, televizyonda duyduğu bu sözcüklerle Kemal Kılıçdaroğlu’na benzer ifadelerle bir sürü laf saydırmıştı. Çünkü en tepedekinin kullandığı zehirli dil, “televizyon izleme hastalığı” olan bu toplumda her yere yayılıyor.
Bu ülkede milyonlarca insan 2013 yılında gerçekleşen Gezi Parkı eylemlerine katıldı. Çünkü Taksim Parkı’nın betonlaştırılmasına karşı ağaçları korumak için başlayan eylemler, AKP iktidarının baskı ve yasaklarına karşı bir “özgürlük” eylemine dönüşmüştü.
Gezi Parkı protestoları, sadece ağaçlar ve sadece özgürlük için değil, aslıda özünde bu hastalıklı kafadan kurtulmak için yapılmıştı.
Bu küfürbaz iktidarı hak etmiyoruz…