Böyle durumlarda aklıma hep Ebu Zer gelir. Bugün o Kur’an erini yazmak istedim. Biraz uzun oldu ama bu muhteşem insanı daha kısa yazmak mümkün olmadı.
İslam’ın dört halifesinden biri olan Hz. Osman, halifeliği döneminde devlet katındaki yönetimlere akrabalarını yerleştirmiştir. Örnek; Kûfe valisi olarak kardeşi Velid Bin Ukbe’yi, Mısır valisi olarak sütkardeşi Abdullah bin Sa’d bin Ebi Serh’i, Basra valisi olarak dayısının oğlu Abdullah bin Amir’i, Devlet kâtipliği görevine amcasının oğlu Mervan bin Hakem’i atamış, neredeyse tüm devlet kademelerine kendi soyunu yerleştirmiştir. Hz. Ebubekir zamanında oluşturulan istişare kurulunu ise aile meclisi haline getirmiştir. Amcasına, kardeşine, damadına, devlet hazinesinden (beytülmal) para/maaş sağlamıştır. Oysaki kendisinden önceki halifeler Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer, akrabalarını devlet yönetimlerine sokmamıştı. Onların döneminde âdil ve hakça paylaşım söz konusuydu.
Hz. Osman’ın bu uygulamaları İslam’ın sosyal devlet anlayışını yerle bir ediyordu. Hz. Osman, halifeliğini akrabaları lehine kullanıp halkın varlıklarını dağıtmakta bir sakınca görmüyordu.
Bu durum giderek tepkilere neden olmaktadır. Sonunda yüksek sesle haykıracak biri çıkar; Ebu Zer. Asıl adı Cundup bin Cunade bin Sekan’dır. İslam dünyası onu “Ebu Zer el Gifari” olarak tanır. Kinane kabilesinin yoksul bir kolu olan Beni Gifar kabilesindendir..
Ebu Zer zamanla Hz. Osman’ın uygulamalarından rahatsız olmaya başlar. Ona göre Medine’nin manevi havası hızla değişmektedir. İnsanların birbirini kolladığı, âdeta birbiri için yaşadığı Asr-ı saadet şehri, o güne kadar gayet rahatlıkla uygulayıp içine sindirdiği toplumsal refahını bazı yönetsel kişilerin sultasına terk etmeye başlamıştır. Hele Halife Osman’ın; El-Hakem’e beş Afrika bölgesinin vergisini, Haris bin Ebi’l As’a 300 bin, Zeyd bin Sabit’e de 100 bin dirhem verdiğini duyduğu gün; “Kur’an her hâlükârda; hak eşitliğini emrediyor, kimin kimden ne farkı var ki, onlara ayrıcalıklı muamele ediliyor. Hem devlet sırtında şaşaalı yaşamak külliyen haram değil mi? Resul ve ilk iki halifesi Ebu Bekir ile Ömer; Hakk’a riayetin misalini vermediler mi? Ahzap suresine göre; devleti yönetenlerin devletin sırtından kazanılmış servetlerinin olmayacağını bilmiyorlar mı?” diye feryat etmeye başlar.
Bununla da yetinmez, mescide gidip adı geçenlerin gözlerinin içine baka baka “Altın ve gümüş biriktirip, onları Allah yolunda harcamayanlara can yakıcı bir azabı müjdele!” buyuran istifçilik (kenz) ayetini okur hem de defalarca, bıkmadan usanmadan! Sonra halka dönüp; “İdarecilik Allah rızası için yapılır, dünyalık temini için değil. Öldükleri zaman; Resulullah’ın, Ebu Bekir ve Ömer’in mirası var mıydı? Neden onlardan ibret almıyor şimdikiler? Devlet, halkı yağmalama ocağı mı? Toplum hakkı kutsaldır. Hz. Muhammed, kamu hakkına tasallutta bulunmuş olanların cenaze namazını dahi kılmamıştır, ne çabuk unuttunuz bunları?” diye sorar.
Halk arasında çok saygın bir yere sahip olan bu yaşlı adamın tüm yapılanları açık açık halka anlatması, halkın önünde itibar yitirenlerce rahatsızlık yaratmaya başlar. Ebu Zer’i halifeye, “sana da muhalefet ediyor” diyerek şikâyet ederler. Hz. Osman, Ebu Zer’i huzuruna çağırır ve “İnsanları bana karşı kışkırtıyormuşsun. Hep aynı ayetleri okuyormuşsun, hani şu altın ve gümüş biriktirenlerle ilgili olanları; Ahzap suresi 28 ve 29. ayetleri.” diye çıkışır. Ebu Zer çok kızmıştır ve sesini yükselterek: “Okuduklarım Allah’ın kitabındandır! Ortada hesaba çekilmesi gereken bir kusur varsa, o da Allah’ın emrini terk etmektir. Ey Halife, şunu aklına koy ki; Allah’ın rızası Osman’ın gazabından benim için daha hayırlıdır.” der.
Ne var ki uyarıların halife ve akrabaları üzerinde bir etkisi olmamaktadır. Ebu Zer, toplumsal birlikteliği bozacak en temel unsura dikkat çeken bir konuşma yapar; “Beleş parayı emek ve gayrete musallat ettiniz; alın terinin değerini yok ediyorsunuz, İslam’ı yozlaştırmayın!” diyerek uyarıda bulunur. Bir süre sonra da kurnazca bir ayarlamayla Şam’a, sürgüne gönderilir.
Şam’a geldiğinde gözüne ilk çarpan şey Şam valisi Muaviye’nin kendisine inşa ettirdiği muhteşem sarayın inşaatı olur. Tabi Ebu Zer bu, durur mu? “Ey Muaviye!” der “Müslümanların malıyla kendine saray yaptırarak, sende emanet olarak bulunan insanların haklarına ihanet ediyorsun!”
Muaviye bu çıkış karşısında afallamıştır ama kendini toparlayıp; “Ben kendi paramla yaptırıyorum; kime ne?” diye sertçe cevap verir. Ebu Zer’den karşı cevap gecikmez: “Büyük israf!”
Ebu Zer, Şam’da Muaviye’nin uygulamalarına karşı çıkmaya, mal ve servet biriktirenlere, işçilerin emeğini tam olarak vermeyenlere, ellerindekini yoksullarla bölüşmeyenlere Kur’an ayetleri ile karşı çıkmaya devam etmektedir. Sonunda Muaviye dayanamaz ve Ebu Zer’i cihat bahanesiyle Kıbrıs’ın fethine gönderir. Ebu Zer, gider ve sapa sağlam geri döner; kaldığı yerden devam eder. Muaviye’ye, “Ganimet malı Müslümanların hakkıdır tümüyle. Onları ahaliye hemen dağıt! Halife de olsa, vali de olsa o mallardan pay çıkarmaya kimsenin hakkı yoktur! Gördüğüm ve işittiğim kadarıyla kendin için ve Ümeyyeoğulları için para biriktiriyorsun!” der ve dananın kuyruğu kopar. Muaviye çok sinirlenmiştir. Ebu Zer’i; “Böyle devam edersen bu işin sonunu sadece Allah bilir!” diyerek tehdit eder.
Ebu Zer; “Sevgili Resul’üm, ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!’ buyurdu. Vallahi yöneticiler ıslah olmadıkça ve zenginler Allah’ın emrine uymadıkça ben bu işlerden asla vazgeçmem!” diye cevap verir ve arkasını dönerek çıkar gider.
Muaviye gönlünü almak için hediye gönderir. Ebu Zer gelen kişiye; “Şayet bu getirdiğin, halka eşit olarak dağıtılması gereken ganimet parası olsaydı alırdım, ama hediye ise almam!” der. Hediye olduğunu öğrenince de geri götürmesini ister.
Ebu Zer’in uğraşı netice verir. Şam bölgesinin toplumsal yaşamı kısmen de olsa değiştir. Çarşıyı, pazarı dolduran dilenciler ortadan kaybolur. Varlık sahiplerinin gözü doyunca garibanların da karnı doyar. Ancak Ebu Zer, İslam adına Müslümanları yönetenlerin hâlâ feci durumda olduklarını düşünmektedir. İhtişamlı yaşantılarına canı sıkılmaktadır. Kur’an ayetleriyle uyarmaya devam eder, tabi Muaviye de tehditlerine…
Bir Cuma günü Muaviye, “Sana dikkatli ol diyorum Ebu Zer, beni dinlemiyor musun?” der. Ebu Zer’in cevabı ağır olur: “Ey cirmi ve cismi küçük, ayıpları, cürmü ve ulmü büyük biçare insan! Allah’ın hiddetinden, Kur’an’ın nefretinden, halkın öfkesinden kurtulmak istersen, sana tavsiyemdir; keyfince yürüttüğün zevzek idareciliği bırakıp, Kur’an-ı Hakim’in kutsal dairesine gir. Resulü Ekrem’in sünneti-i seniyyesine ittiba et!” der ve arkasını dönerek namaz için abdest almaya gider.
Muaviye’nin tehditleri ağırlaşmıştır ancak Ebu Zer’in zerre umurunda değildir. Muaviye artık dayanamaz ve Ebu Zer’i Medine’ye geri gönderir. Medine’ye ulaştığında gördüğü ilk manzara, evsizlerin şehir varoşlarına kurduğu derme çatma çadırlar olur. “Göründüğü kadarıyla düzen kavgamıza Medine’de de devam edeceğe benziyor.” der hayıflanarak; “İnsanlar arasındaki gelir farkı bir hayli fazlalaşmışa benziyor, Medine’de!”
Ebu Zer, Halife Osman’ın huzuruna çıkar. Biraz sohbet ve tartışmanın ardından Halife Osman, sırtını sıvazlayarak dostça uğurlarken; “Şimdi git evine çekil dostum; tefekkürle meşgul ol ve züht hayatını kendi kendine yaşa! Halkla içli dışlı olma ve hele hiç kimseye, siyaset ve toplumsal konularda ahkâm kesme, fıkıh konularında fetva verme!” der.
Ebu Zer; “Konuşma yasağı koyuyorsun bana; öyle mi?” diye sorunca Halife Osman, “Söylediğim konularda olursa, evet!” diye cevaplar.
Ebu Zer bu yasağı elbette dinlemez; halkın, esnafın arasında dolaşmaya ve konuşmaya başlar. Bir dost kişi şöyle dert yanar: “Şu an devletin bütün imkânları Ümeyyeoğullarının hizmetine sunuluyor. Onlardan 10 yaşındaki çocuk ile 80 yaşındaki ihtiyar bile birkaç işin ve mutat gelirin sahibiyken, diğer insanlar işsiz ve ekmeksiz. Ümeyyeoğullarının gözünü doyurabilmek için garibanların karnını doyurmaya vakit ve imkân bulamıyor idareciler… Kur’an’ın emrettiği insanca ve hakça düzen gün geçtikçe bozuluyor. Eşitlik ve adaletin olmadığı yerde insanlık da olmaz.”
Bir başka dost ise: “Sağda solda, öksüz ve yetimlerin bile itilip kakıldığını duyuyordum da inanasım gelmiyordu.” diye üzüntüsünü dile getirir. İnsanlar Ebu Zer’i gördükçe dertlerini anlatmaya devam etmektedirler. O ise Maun Suresi’ni okumaktadır: “Dini yalanlayan adamı gördün mü? İşte o, öksüzü iter kakar. Yoksulu doyurmaya özen göstermez. Şu namaz kılanların vay haline! Ki, namazlarından gaflet içindedir onlar. Riyaya sapandır onlar/gösteriş yaparlar. Ve onlar, yardıma/zekâta/iyiliğe engel olurlar.”
Ne zaman susmaya karar verse öyle olaylarla karşılaşmaktadır ki, uzun süre sessiz kalamamakta, konuşmaya/uyarmaya devam etmektedir. Halife dayanamaz ve iki hilafet görevlisini gönderip Ebu Zer’i zorla makamına getirtir ve “Yettin artık sen! Sakın bana yol, iz öğretmeye kalkma. Bugünden tezi yok! Hemen ülkemizden ve komşuluğumuzdan uzaklaş!” diyerek azarlar. Ebu Zer’in nereye gitmemi istersiniz sorusuna da “nereye istersen oraya git” diye cevap verir. Ebu Zer, Mekke’ye gitmek ister. Halife buna yanaşmaz. Mekke’ye gitmesi hiç işine gelmemektedir. Ebu Zer ne kadar ısrar etse de izin vermez. Ebu Zer gitmek istediği yerleri sayar ancak Halife Osman bunlara da izin vermez, çünkü o nereye göndereceğine zaten karar vermiştir:
-Seni Rebeze’ye sürgün ediyorum!
-Issız bir çöle ha!
-Evet! Senin layığın orası, hadi güle güle…
İtiraz etmez Ebu Zer ve Rebeze yollarına düşer. Bu kez ölmeye gitmektedir. Kur’an ile uyarmanın, hakça ve adilce paylaşımı savunmanın mükâfatı olmuştur Rebeze çölü ve Ebu Zer’e mezar olacaktır.
***
Masumun ve mağdurun simgesidir Ebu Zer, zalimin ve zulmün simgesi ise Rebeze çölü…
Firavunları sadece Mısır’da aramamak gerekmektedir. Zalim ve zulüm firavunun kişiliğinde hayat bulmuştur. Adı her ne olursa olsun bu durum değişmez. Her dönemde ve yerde cinsi, cismi, şekli, konumu değişse de zulmü ve zalimliği değişmez.
Ebu Zer’e ve Ebu Zerlere selam ve rahmet olsun. Onlara çok ihtiyacımız var!
İnsanca ve hakça bir düzenin gerçekleştiği bayramlarda buluşmak dileğiyle…
Kaynak: Hasan Basri Bilgin, “Hak ve halk adamı Ebu Zer” Hayat yayınları.