Telkinden çok temsil önem arz eder. Maalesef bizim çocuklarımıza, çevremize, topluma karşı en büyük eksiğimiz çok telkin, az iyi örnek olmamızdır. Önemli bir yazar ‘Ben Almanya da yıllarca araştırdım. Hiçbir Alman Müslümanlara bakıp, onun yaşamını örnek alarak Müslüman olmamıştır. İslam’ı seçenler okuyup araştırarak seçmişlerdir.’ diyor. Yine herkesin bildiği Yusuf İslam’ında ‘ İyi ki ben Müslümanları tanımadan önce İslam’ı tanımışım.’ dediği anlatılır. Âlemi İslam’a baktığımızda doğruluk payı vardır herhalde. Çünkü parça parça olmuşuz. Birbirimize durmuşuz. İnandığımız dinle, yaşadığım günlük hayatın ne kadar zıt yönlerde olduğunu çoğu zaman üzülerek gözlemliyoruz. En basiti; çevre temizliğinden trafiğe kadar, yapılan yardımlarda yaşanan izdihamlardan resmi işlerimizde işin hilesini hurdasını araştırmaya birçok alanda maalesef sınıfta kalıyoruz. Bu bağlamda yurt dışında yaşayan tanıdıklardan dinlediğim GÜLERKEN DÜŞÜNDÜRECEK birkaç olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Türklerin Almanya’ya gittikleri ilk yıllardır. İlk günlerde gözleri açılmamıştır. Harcamalarına dikkat ederler, peşin alış veriş yaparlar. Aradan biraz zaman geçince çevreyi tanımaya başlarlar. Dolaysıyla harcamalar biraz daha çoğalır. Bütçe açılır. Kurban bayramı yaklaşınca ve kurbanlık almak için besi çiftliklerine giderler. Müslüman olduklarını ve inançları gereği kurban kesmeleri gerektiğini belirterek vereseye kurbanlık talep ederler. Çiftlik sahibi Almanlar: ‘Madem inançlarınız gereği kesiyorsunuz, istediğiniz kadar alın’ deyip senet sepet istemeden verirler. Sonrada gel gör ki bir çoğu borcunu ödemez. Bu durum karşısında Almanlar:’ Yahu bunlar nasıl Müslüman? Hem inançları gereği Tanrı’ya kurban kesip, Cennet bekliyorlar hem de borçlarını vaktinde ödemiyorlar. Bizim keseden Cennet bekliyorlar. Birde kalkıp bize Gâvur diyorlar.’ Demeye başlarlar. Hâlbuki ‘’Allah'a borcu olmak, insanlara borcu olmaktan daha rahattır.’’ (La Fontaine)
Almanya’ya ilk gidenlere sorduğumuzda, gitmeden önce bir saatlik bile doğru dürüst eğitim verilmedi. Dolaysıyla Almanya’ya ilk gittiğimizde bocaladık. Askerlik harici il dışına çıkmamış bizim gibi insanlar her yönüyle farklı bir ortamın içine direk girince ne yapacağımızı şaşırdık. Çünkü ilk gidenlerin yetiştiği ortam, dini inancı ve bulduğu ortam tamamen farklı oldu. Eğer oraya ilk gidenler örnek teşkil edecek şekilde eğitimli olsaydı, Türkiye’yi ve Müslümanları iyi temsil edebilseydi halk tabiri ile ‘iki arada bir derede kalmasaydı’ onların bizlere bakışı inanın çok farklı olurdu. Ama şimdi Müslüman deyince hep önyargıyla bakıyorlar. ’Kötü örnek, örnek değildir ama akılda kalır’ hesabı bir iş yapacakları zaman iki defa düşünüyorlar. Kurbanı veresiye vermek mi? O bir defa oldu diyorlar… Ne dersiniz adamlar adamlar haksızda sayılmazlar…
Burada son olarak şunu da ifade etmek isterim ki, o ilk gidenlerin torunları, İslami ve ahlaki açıdan devletimizin, Diyanetimizin sağladığı eğitimlerle, güzelliklerle dedelerine kıyasla çok farklı bir nesil olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da bizi sevindiren bir durumdur. Rabbim sayılarını ziyadeleştirsin.
*
Sevdiğim söz: "Ben demir yükü yüklenirim, değirmen taşı taşırım ama borç yüklenip de kul hakkını taşıyamam."(Lokman Hekim)