“Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim!” dedik. Dedik ama bırakmadı emperyalist ülkeler;
“Türkleri Avrupa’dan kovmamız gerek” dediler…
” Türkler, Avrupa’dan hemen çıkarılmalı, Avrupa’dan hemen yok olmalıdır.” dediler.
“Türkün Avrupa’daki varlığı insan haklarına sürekli bir hakarettir.”dediler…
Dediler de dediler…
Üç kıtada hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nu hem içeriden hem de dışarıdan bir kurt gibi kemirdiler. Zengin topraklarını talan ettiler. Anadolu’nun evlatları, Kafkaslarda, Filistin’de Hicaz’da, Yemen’de, Irak’da, Galiçya’da, Makedonya’da, Romanya’da ve adı sanı duyulmamış, haritada yerleri bile bilinmeyen pek çok cephede (örnek Myanmar) savaşıp şehit düştü. İsimsiz mezarlarda, isimsiz toprakların bağrına gömüldü.
Emperyalist ülkeler tam Anadolu’yu işgal edip, amaçlarına ulaşacaklarken;
“Geldikleri gibi giderler!” dedik.
1919’da Samsun’da bir özgürlük meşalesi yaktık; adı Mustafa Kemal’di.
“…Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz!” dedik.
Amasya, Erzurum ve Sivas’ta yedi düvele haykırdık;
“Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.”
1920’ de dualarla halkın meclisini (TBMM) açtık;
“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir!” dedik.
1921’ de Sakarya Meydan Muharebesi, 1922’ de Büyük Taarruz ile
“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri! “dedik. 9 Eylül 1923’de düşmanı İzmir’de denize döktük.
29 Ekim 1923’ de Cumhuriyeti ilan ettik. Amacımız “tam bağımsız bir Türkiye” inşa etmekti; ettik de… Ama ne zamana kadar; 10 Kasım 1938’e kadar…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrılmıştı; iç ve dış şer odakları hemen harekete geçtiler. Yeraltında gizlenen ne kadar kara delik varsa hepsi zaman içerisinde birer birer yeryüzüne çıktılar. Çağ değişmiş, Amerika Birleşik devletleri (ABD) yenidünyanın yeni jandarması olmuştu. Bizim siyasiler hiç vakit kaybetmediler ve “Küçük Amerika olacağız” hayaliyle ABD’ nin koltuklarının altına sokuldular… ABD durumdan memnundu. 1919- 1938 arasında rafa kaldırdıkları “Türkiye” (Büyük Ortadoğu -BOP) planını derhal masanın üstüne serdiler…
1950’ de işbaşına gelen Demokrat Parti tam da onların istediği gibi bir iktidardı. İktidara gelir gelmez hemen dinî argümanları piyasaya sürdüler, ezanı ve hutbeyi Arapçalaştırıp, tarikatları himayelerine aldılar. ABD ile yapılan ikili anlaşmalarla borçlanma ve askerî bağımlıklar gerçekleştirildi. Eğitim, tarım ve petrol politikaları ABD’ nin kontrolüne geçti. “Siz üretmeyin biz size satarız” dayatmasıyla ülke ithal ürünlere kapılarını ardına kadar açtı. Halkevleri ve Köy Enstitüleri kapatıldı.
60 ihtilâli ile DP’ iktidarına son verildi. Sonraki iktidarlarda da başta Adalet Partisi olmak üzere hepsinde aynı yöntem uygulandı. Dini ve mezhepsel unsurlar her zaman ön plana çıkartıldı. Tarikatlar, oy deposu haline getirildi.
Din’i argümanların yanı sıra etnik ve mezhepsel kimlikleri de kaşımaya başladılar. Önce Ermeni ASALA’ yı piyasaya sürdüler, tutmadı. Sonra “Komünizm” oyununu sergilediler; Türk çocuklarını sağ-sol diye ikiye ayırıp, kapıştırdılar. Alevi- Sünni çatışması çıkardılar. Sokaklar kan gölüne döndü… Aynı toprakların Müslüman çocukları birbirlerini boğazladı. Aydın kıyımı başlattılar. 71 muhtırasını ve 80 ihtilâlini gerçekleştirdiler. Darbe, sol düşüncenin, sendikaların, öğretmenlerin, polislerin ve üniversitelerin üzerinden silindir gibi geçti. Bir sağdan bir soldan astılar ama tek bir şeye dokunmadılar; Muhafazakâr kesime…
70’ lerde başlayan hazırlıkları tamamladılar ve yüzyılın son Kürt isyanının fitilini ateşlediler; PKK Terör Örgütü’nü sahaya sürdüler…
1984- 1999 yılları arasında binlerce vatan evladı toprağa düştü. Bu kez yeryüzünün bilinmeyen köşelerinde değil, kendi vatan topraklarında öldüler; Kürt, Türk, Alevi, Sünni…
1999’ da PKK elebaşı yakalandı ve İmralı’ya atıldı. Akan kan bir kez daha durdurulmuştu ancak bu durum çok da uzun sürmeyecekti; sadece Büyük Plan’a (BOP) kısa bir mola verdirilmişti. 2002 yılında PKK terör olayları yeniden patlak verdi. Ortadoğu’da Türkiye’yi de içine alan parçalanma süreci yeniden devreye sokuldu. Memedin tabutu ardı ardına dizilmeye başladı. Türk ordusuna kumpaslar kuruldu, komuta kademesi hapse atıldı, ülkenin güvenlik sırlarının saklandığı Kozmik odaya girdiler binlerce belgeyi dışarı çıkarttılar. Zamanla yetkililer tarafından belgelerin FETÖ örgütünün eline geçtiği, TSK’ ya kurulan kumpasların da aynı örgüt tarafından düzenlendiği açıklaması yapıldı…
Türkiye’ nin başkentinde, başkentin kalbinde patlayan bombalar yüzlerce insanı hayattan koparıp aldı. Bu patlamalardan megakent İstanbul’ da nasibini aldı. Yabancı misafirler de dâhil onlarca can yitti, gitti...
PKK’ nın siyasi kolu TBMM’ ye girmişti. Daha 50’ lerde başlayan “federasyon” tartışmaları yeniden alevlendi. AKP iktidarı, “PKK ile anlaşalım, akan kanı durduralım, dağa çıkışları önleyelim, dağdakileri aşağı indirelim” dedi; “Açılım” denilen bir süreç başlatıldı. Âkiller ülke genelinde ikna turlarına başladı. Oslo’ da, Dolmabahçe’de örgüt temsilcileri ile masaya oturuldu. Habur ve Kobani skandalı yaşandı. Açılım hoşgörüsünü fırsat bilen PKK, Güneydoğu’da hendek savaşları başlattı. Bazı il ve ilçelerde “özyönetim” ilan ettiler. TSK, bu pisliği temizleyene kadar onlarca asker şehit verildi.
ABD, Irak’ı parçalamış, Suriye’ye geçmişti. Türkiye’ yi yönetenler bir gecede ABD’ nin dümen suyuna girip, Suriye’yi düşman ilan ettiler. Bunun üzerine Suriye Devlet Başkanı, PKK’ nın Suriye uzantısı PYD’ nin elini kolunu sallaya sallaya Suriye’ ye, Türkiye’ nin güney sınırına girmesine izin verdi. Suriye iç savaşı başladı. Bu savaşta PYD, ABD’ nin kara gücü olarak sahnedeki yerini aldı. İç savaştan kaçan 3,5 milyon Suriyeli Türkiye’ye girdi.
Devam edecek…
Not: “İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne” adlı kitabımız tüm kitapçılarda ve internet sitelerinde satıştadır.