Dîvânu Lugâti’t-Türk, Karahanlı döneminden günümüze ulaşan Türk dili ve tarihi açısından son derece önemli ve özgün bir eserdir. Bir sözlük olması yanında o dönemi yansıtan birçok söz varlığını (şiirler, atasözleri, deyimler vs.) da içinde barındıran bir hazinedir. Sözlükler aslında içinden çıktığı milletin aynasıdır. O milletin sözcük dağarcığı, kültür ürünleri, yediği, içtiği, giydiği, ticareti ve hatta ettiği küfür bile bu söz hazinesinde bir cevherdir.
Bu bağlamda Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün genel bilgi üzerine sadece Araplara Türk dilini öğretmek için yazılmış bir eser olmadığı açıktır. Amaç sadece dil öğretmek olsaydı sözcükler ve onu karşılayan Türkçe sözcükler yazılırdı. Ancak Kaşgarlı hem sözcük anlamı vermiş hem de yemek tarifinden, örf ve adetlere, basit ilaç hazırlama yöntemlerinden bir çocuk oyununun kuralına kadar günlük hayata ve kültüre dair birçok açıklamada bulunmuştur. Bu da onun sadece dil değil Araplara Türk kültürünü de anlatıp tanıtmayı hedeflediğinin göstergesidir.
Bunun yanı sıra Kaşgarlının eserini Karahanlı Hakanı yerine Abbasi Halifesi el-Muktedî Billah’a(1075-1094) sunması da bu amaca neyin öncülük ettiğini açıklar ve Kaşgarlının kişiliğindeki yüksek değeri gösterir.
Dîvânu Lugâti’t-Türk, İstanbul’da, çocukluğundan beri kitap tutkunu, vaktinin çoğunu sahaflarda geçiren, aldığı kitaplarla kendine evinde büyük bir kütüphane kuran ve kitaplarına gözü gibi bakan; defterdarlıktan emekli, zeki, çalışkan, nazik, mütevazi bir hayat yaşayan, çevresi tarafından sevilip sayılan Ali Emîrî Efendi (1857-1924) tarafından Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’nda Sahaf Burhan’dan alınmıştır.
Divan, Emîrî Efendi için çok kıymetli ve Türk tarihi açısından da bir o kadar önemlidir. Kilisli Muallim Rıfat Bilge, ‘Bildiklerim’ adlı yazı dizisinde Ali Emîrî’nin Dîvânu Lugâti’t-Türk ile ilgili görüşlerini şu şekilde aktarır:
“Bu kitap değil Türkistan ülkesidir. Türkistan değil, bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka revnak kazanacak. Arap dilinde Sibevyhi’nin “el-Kitab”ı ne ise bu da Türk dilinde onun kardeşidir. Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır. Bu kitaba hakiki kıymet verilmek lazım gelse cihanın hazineleri kâfi gelmez.”
Ali Emiri Efendi milletine ve millî değerlerine bağlı bir insandır. Kitaplarını bağışladığı kütüphanesine de onun için “Millet Kütüphanesi” adının verilmesini istemiştir. Ne pahasına olursa olsun buradaki eserlerin hiçbirinden vazgeçmemiştir. Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü on bin altın karşılığı almak isteyen Macar İlimler Akademisi’ne,
“Ben kitaplarımı milletim için topladım. Dünyanın bütün altınlarını önüme koysalar, değil böyle bir kitabımı, herhangi bir kitabımın bir yaprağını bile satmam!” cevabını verir. Benzer bir teklif de Fransızlardan gelir. Onlar da kütüphaneyi satın almak isterler, onlara da Emiri’nin cevabı bellidir:
“ Efendiler, ben bu kütüphaneyi devletimin bana verdiği maaşlarla yaptım. Öldüğüm zaman milletime kalması için… Bir daha böyle bir teklifle gelirseniz sizi buradan kovarım.”
Ali Emiri Efendi’nin yaşadığı dönem Osmanlı Devletinin son zamanları, savaş yılları ve insanlar için de sosyo-ekonomik açıdan son derece zor bir dönemdir. Emiri’nin bu şartlar altında Türk felsefesinin kurucu metinlerinden saydığımız ve Türkistan Türkiye irtibatının Türkistan kapılarını bize açan bu değerli eseri, Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü, Türk Dünyasına kazandırma çabası taktiri hak ediyor.
DLT’nin günümüze ulaşan tek nüshası vardır. O da İstanbul Fatih’te bulunan Millet Yazma Eser Kütüphanesi’nde Arapça eserler bölümünde 4189 numarayla yerini almıştır. Bu nüshayı hazırlayan, kitabın ilk sayfasında sağ üst köşedeki nottan anlaşıldığı üzere Muhammed Bin Ahmet Hatip Dareyya’ya aittir. Yine kitabın ilk sayfasında bu nüshayı hazırlayana ait olduğu düşünülen 15 satırlık bir yazı vardır ancak satırların hepsi okunamamıştır.
Dîvânu Lugâti’t-Türk, 1940-41 yıllarında Besim Atalay, 1957 yılında Dehri Dilçin, 1972 yılında 900. yıla özel TDK çevirileriyle tekrar basılmıştır. Dîvânu Lugâti’t-Türk, Türk Dünyası yanında bütün dünyada yankı uyandırmış, günümüze kadar tam metni Türkiye Türkçesine, Özbek Türkçesine, Kazak Türkçesine, Yeni Uygur Türkçesine, İngilizceye, Çinceye, Farsçaya ve Azerbaycan Türkçesine çevrilerek dokuz ayrı yayımı gerçekleşmiştir.
DLT birçok dile çevrilmiştir. Bu uğurda ölen bilim insanlarının olduğu söyleniyor. DLT’yi çevirdiği için öldürülen bilim insanlarından bahseden bu bilgileri dikkatli ve çaprazlama okumalarla incelemek gerekir. Ancak öncelikle TDK’nin resmi internet sitesindeki bilgiler de dahil olmak üzere DLT’nin 2018 yılı TDK çevirisinin ön sözündeki bilgilerde de çeviri için öldürülen bilim insanlarından bahsedilmemiştir. Çeviren bilim insanlarının öldürüldüğü bilgiler arasında vardır ancak DLT’yi çevirdiği için değil, siyasi görüşlerinden dolayı öldürülmüş veya ceza aldıkları süre içerisinde ölmüşlerdir. Hatta Özbek asıllı Halid Said Hocayev’in yaptığı Azerbaycan Türkçesi çevirisi ölümünün ardından yayınlanmıştır.(Mustafa Toker, "Halid Said Hocayev ve “Yeni Elifba Yollarında Eski Hatıra ve Duygularım” adlı eseri . Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi (1996 ): https://dergipark.org.tr/tr/pub/tdded/issue/12720/154936)
Bu başlığı, 11. yüzyılda Türk hakimiyetinin ne kadar güçlü olduğu, Afrika’dan Japonya’ya kadar Türkçe konuşulduğu halde saraylarda, resmi haberleşmelerde, sanat kitaplarında Türkçe dışında dil kullanılmış olmasının Türk düşünürlerini çileden çıkardığını belirten ve bu ortamda Kaşgarlı’nın yaptığını bir isyan örneği olarak gören Remzi Oğuz Arık’ın yorumuyla tamamlamak istiyoruz.
“… muhteşem bir isyan örneği veren Kaşgarlı Mahmut, bize, Orta ve Ön Asya’da adım başında Türkçe konuşan kütleleri sayar döker. Her türlü siyaset ve hanedan değişikliğinin üstünde kalan bu büyük Türk halkı, Türkçeyi koruyan mucizedir.”