1960 darbesi ile Demokrat Parti (DP) iktidarı devrilmiş, yerine Millî Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel (I. Gürsel Hükümeti) iktidarı gelmiştir. Ardından sırasıyla II. Gürsel, VIII. ve IX. İnönü Hükümetleri iş başına gelir. Her ne kadar iktidar değişse de ABD ile tarım anlaşmalarında devamlılık değişmez…
21 Şubat 1963’te Ankara’da 161 Milyon dolarlık 3. Tarım Ürünleri Ticareti Anlaşması imzalanır. Bu anlaşma gereği ABD, Türkiye’ye bir nota verir. Notanın birinci bölümünde Türkiye’nin zeytinyağı ihracatı, 1 Kasım 1962-31 Ekim 1963 tarihleri arasında 12 aylık devrede 10.000 tonla sınırlandırılmaktadır. Eğer Türkiye’nin bu devredeki zeytinyağı ihracatı müsaade edilen miktarı aşarsa Türkiye kendi döviziyle Amerika’dan aynı miktar nebati yağ satın almak suretiyle cezalandırılacaktır. Kısaca Türkiye, 10.000 tonun üstünde zeytinyağı ihraç ederse ABD’ nin nebatî yağ ihracatını etkileyeceğinden, fazla ihracat miktarı kadar nebati yağı peşin parayla almak zorundadır. Türkiye’nin böyle bir gücü olmadığından ihtiyaçtan fazla zeytinyağı satılamayacak, fiyatlar düşecek, zarar eden veya mahsulünü satamayan üretici de fakirleşerek ya işçi olarak şehre veya Almanya’ ya gidecek ya da zeytin ağaçlarını keserek kışlık odun olarak yakacak, tarlasına başka tohum ekecektir.
Amerikan notasının ikinci bölümü ise buğdayla ilgilidir. Anlaşmaya göre Türkiye’ye satılacak Amerikan buğdayının ithali ve kullanılması sırasında Türkiye, buğday ihraç edemeyecektir. (Buğday konusunu bundan önceki notada geniş şekilde açıklamıştık.)
Notanın üçüncü bölümü ise Amerika’dan satın alınacak tarım ürünleri için Merkez Bankası’na yatırılacak Türk liralarının Amerikalılar tarafından nasıl ve ne maksatla kullanılacağını belirtmektedir.
Amerikan notasına dönemin Türk hükûmetinin verdiği cevabın son paragrafı aynen şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’nin yukarıdaki hususlar üzerinde mutabık olduğunu bildirmekle şeref duyarım. Ekselanslarından en derin saygılarımın kabulünü rica ederim.” Muhlis Ete
Mustafa Kemal Atatürk ne demişti: “Tam Bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.”
Nota’ya verilen cevaba bakacak olursak; tarım üretimini/ticaretini ve parasını ABD’ ye teslim eden bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “tam bağımsız” olduğunu söylemek mümkün müdür? Başta zeytinyağı ve buğday üretimi olmak üzere Türk tarımını yabancı denetimine bırakan bu ikili anlaşmalara imza atan hükûmetlerin, teslimiyetçi politikalarının zararlarını günümüzde de görmüyor muyuz?
Devam edelim: Amerika’nın 1963, 1964 ve 1965 malî yıllarının her birinde Türkiye’nin nebati yağlar ve yağlı tohumlar ihracatı daha da azaltılacak ve ikisinin toplamı senede 6.400 tonu geçemeyecektir. Bu miktara ABD’ ye dost olmayan ülkelere yapılacak 850 tonluk ihracat da dâhil olacaktır. Görülüyor ki Amerika kendi pazarlarını genişletmek ve mevcutlarını da korumak için Türkiye’deki zeytin ağaçlarını kestirmeye kararlıdır. Yağlı tohumlar ihracatının, zeytinyağı ihracatıyla birlikte sınırlanması, pamuk ve ayçiçeği gibi yağlı tohum veren bitkilerin ekimini de etkileyecek ve Amerikan soya yağı, Türkiye içinde ve dışında bir rakibini daha tesirsiz hale getirecektir.
Bir başka sorun ise; bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, ABD ile imzaladığı ikili anlaşmaların ağır şartlarını sorgusuz sualsiz kabul etmesidir. Öyle ki, yüzde 98’i Müslüman olan Türk halkının ABD’ den alınacak olan dondurulmuş veya konserve etlerin İslam usullerine göre kesilmiş olması şartları bile anlaşmalarda yer almamaktadır. Anlaşma şartlarında olmayan maddelere ABD’nin uyması beklenmeyeceğinden, Müslüman Türk halkına, İslamî usullere uygun olarak kesilmeyen etler iktidar eliyle yedirilmiş olmaktadır. Aynı şekilde sabun yapımında kendi ürünümüz zeytinyağının yerine kullanılacak olan Amerikan don yağının içinde domuz yağının bulunmaması şartı da anlaşmalarda yer almamaktadır.
Kendi öz ürünümüz olan zeytinyağının sabun yapımında kullanılmasını bir kararnameyle yasaklayarak onun yerine Amerika’dan satın alınan domuz karışımı don yağının kullanılması mecburiyetini getiren DP Hükûmeti, Amerika’ya “pazar olma” uğruna Türk zeytinyağı üreticilerini de açlığa ve yoksulluğa mahkûm etmekte, Türkiye’de pazarı olmayan Amerikan don ve soya yağlarına “pazar” açmaktadır. Zengin Amerikan çiftçisinin daha da zenginleşmesi için Türkiye’nin de sömürülmesi zorunluydu ve bunun için de yoksul Türk çiftçisi, zeytincisi kendi hükûmeti eliyle yoksulluğa itiliyordu. Amerikan tarım ürünlerinin Türkiye’ye girerken tüm vergilerden muaf tutulduğunu da ekleyecek olursak buna tek kelimeyle “ihanet” denmez de ne denir?*
Sabah akşam “Ezan Arapça okunmalı! Din elden gidiyor!” feryatları atan Menderes iktidarı, Türk halkının, İslamî usullere uygun olmayan Amerikan’ın dondurulmuş et ve konservelerini yemesine ve domuz yağından yapılmış sabunlarla yıkanmasına sessiz kalmaktadır.
60’lı yıllarda akın akın Almanya’ya işçi olarak çalışmaya giden Türk işçilerini hatırlayın. O günlerde zeytinyağı üretiminin ABD’ye teslim edilmesiyle, günümüzde zeytin sahalarının yabancı maden firmalarına ve turizme açılmasına izin verilmesi ile arada bir fark var mıdır? Ya da o günlerde ABD’ nin Türkiye’ye getirdiği buğday ihracatı kısıtlaması ile günümüzde çiftçiyi buğday ekmekten vazgeçiren uygulamalar sonucunda ülkenin Rusya ve Ukrayna buğdayına muhtaç edilmesi arasında bir fark var mıdır?
Daha gerilere gidelim; 1838’de Osmanlı İmparatorluğu’nun Birleşik Krallık (İngiltere) ile imzaladığı “Baltalimanı Ticaret Anlaşması” ile İngilizlere verilen ticarî ayrıcalıkların, ABD’ ye verilen ayrıcalıklardan bir farkı var mıdır? Hepsi aynı teslimiyetçi zihniyetin imzaladığı anlaşmalar değil midir?
ABD, Türk tarımını hegemonyasına alırken Türk halkı ne yapıyordu? “Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman” türküsünü söyleyip, şakır şakır oynuyordu…
5 Ekim 1960’da kurulan Devlet Planlama Teşkilâtı (DPT) ile Türkiye hem sanayide hem de tarımda planlama dönemine girmiş, beşer yıllık kalkınma planları ve bunların yıllık uygulama programlarını hazırlamıştır. Yine bu dönemde toprakların kamulaştırılmasını ve topraksız çiftçilere dağıtımını, bu topraklar üzerinde verimli bir üretim yapmak için çiftçinin donanım açısından desteklenmesini öngören toprak reformu 1960 Anayasa’sında da temel yasa olarak yer almış ve Anayasa’ya dayanarak sekiz yasa tasarısı hazırlanmıştır. Ancak bu tasarılardan yalnızca biri Meclis gündemine gelmiş, o da yasalaşmamıştır.
Türkiye bu dönemde Avrupa ortak pazarına girmek için ilk başvurusunu yapmıştır. Bu dönemden sonra sanayinin gelişmesine daha fazla önem verilmiş, tarımda, özellikle de geleneksel üretimde bir gelişme gösterilememiştir. Hal böyle olunca da dış kaynaklara bağımlılık çok daha fazla artmıştır.
28 Haziran 1966 tarihinde büyük toprak sahiplerini memnun edecek “Tapulama Kanunu” çıkarılır. Bu kanunla, devlet arazilerine ara vermeksizin en az yirmi sene sahip olanların zilyetleri kabul edilerek, mülklerin özel mülk hâline gelmeleri sağlanır. Böylece yapılması anayasa hükmü hâline gelen toprak reformunun gerçekleştirilmesi, ancak devlete ait toprakların dağıtılması veya özel mülklerin kamulaştırılması suretiyle mümkün olabilecektir.
Toprak reformu elbette uygulanamaz. Onun yerine 1973’te “Toprak ve Tarım Reformu Yasası” çıkarılır. (1757 sayılı yasa) Verimliliği ve sosyal adaleti esas alan bu yasa ilk olarak Şanlıurfa ilinde uygulanmaya başlanır 1978’de Anayasa Mahkemesi, usul hatası yapıldığı gerekçesiyle yasayı iptal eder. Yasa hükümsüz kaldığından dağıtılan toprakların büyük bir kısmı da -tapu verilemediği için- eski sahiplerine geri geçer. Yasa iptal edilse de yatırımların tamamlanması, açılan kooperatiflerin faaliyetlerini sürdürmesi ve kamulaştırılan arazilerin kiraya verilmesi, gerekirse tahsisi veya satışı için Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı yetkili kılınır. Böylece bir taraftan yatırımlar tamamlanırken, bir taraftan da yeni düzenlemeler için geçiş imkânı sağlanır. Bununla birlikte Urfa; tarımın gelişmesi ve verimliliğin artması için yol, su, elektrik ve eğitim alanında yapılan birçok yatırıma da kavuşur.
1980 yılına girildiğinde Türkiye’de yaşanan ekonomik darboğaz, içinden çıkılamaz hale gelmiştir. Siyasal istikrarsızlık, döviz darboğazı, Kıbrıs Savaşı ve dünyada yaşanan petrol krizi, ekonomisi âdeta bıçak sırtında seyreden Türkiye’de 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarını doğurur.
24 Ocak Kararları Türk tarımında da bir dönüm noktasıdır. Cumhuriyet’ten 1980 yılına kadar oluşturulan tüm tarımsal gelişmeler bir yana bırakılarak, ülkenin ancak sanayi ve turizmle, yani hizmet sektörüyle kalkınabileceği benimsenmiştir. Tarım, ekonominin sırtında bir yük olarak görülmüş, uluslararası sermaye ve kuruluşların dayatmasıyla tarım sektörü kontrolsüz bir şekilde dışa açılmıştır.
Devam edecek…
Yararlanılan kaynaklar:
* Buraya kadar yer alan bölüm için Haydar Tunçkanat’ın, “İkili Anlaşmaların İç Yüzü”, adlı kitabının “Tarım Ürünleri Anlaşmaları” başlıklı bölümünden yararlanılmıştır. S.42-61, Alaca Yayınları 3. Basım Şubat 2019
Zeynep Dernek; Cumhuriyet’in Kuruluşundan Günümüze Tarımsal Gelişmeler, Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi 1(1):1-12, 2006
Doç. Dr. Ali Ata YİĞİT; “Toprak ve Tarım Reformu Kanunu ve Pilot İl Olarak Urfa’da Uygulanması 1973-1978”- Türk Dünyası Araştırmaları, Eylül – Ekim 2019