journo.com.tr'den Semanur Beşevli'nin derlemesi şu şekilde;
Macar asıllı İbrahim Müteferrika, 18. yüzyıl başında geldiği Osmanlı başkenti İstanbul’da, “oynar” harflerle baskı yapabilen bir matbaa kuran ilk Müslüman olarak tarihe geçti. İbrahim Müteferrika, Sultan Üçüncü Ahmed’i ikna etmek için matbaanın faydalarını anlattığı raporda, “Birçok mühim kitabın teksiri, avam ve havas için faydalıdır” ifadesiyle matbaanın hem halk hem de seçkinler açısından yararına dikkat çekerken aslında bu teknolojinin demokratikleştirici etkisini de henüz 1727 yılında kayda geçirmişti. İbrahim Müteferrika’nın kim olduğu, ilk matbaanın dünyada ve Türkiye’de nasıl kurulduğu, Gutenberg’in basım tarihinde ne tür bir rol oynadığı sorularına TRT’deki “İletişim Arkeolojisi” programında yanıt verilmişti. Prof. Dr. İsmail Arda Odabaşı’nın bu programda verdiği bilgiler...
“Matbaanın mucidi kesinlikle Johannes Gutenberg’dir” diyemeyiz. Genelde böyle biliniyor ama basım teknolojisi, yani matbaa, Gutenberg’den yüzyıllar önce biliniyordu. Uzak Asya’da Çinliler, Uygur Türkleri ve Koreliler arasında “blok baskı” tekniği bilinen bir şeydi. Hatta modern matbaanın başlangıcı diyebileceğimiz oynar (hareketli) harfler, yani müteharrik hurufat da bu bölgelerde kullanılıyordu. Yine de Gutenberg’in, matbaanın tarihsel serüveninde çok önemli bir yeri olduğunu belirtmemiz gerekiyor.
Çin’de icat edilen matbaa neden Avrupa’da devrim yarattı?
Baskı teknolojisi zaman içerisinde çeşitli yollarla Asya’dan Avrupa’ya ulaştı. Almanya’nın Mainz şehrinde bir kuyumcu ailenin oğlu olan Johannes Gutenberg 1450’lerde kendi matbaasını kurdu. Avrupa’da Gutenberg’den önce de blok baskı denilen teknikle kitaplar basılmıştı. Ama Gutenberg matbaası teknik olarak daha gelişmişti.
Daha da önemlisi, matbaanın Avrupa’daki sonuçları, Asya’dan çok farklı oldu. Bunun toplumsal, kültürel, sosyoekonomik ve siyasi nedenleri var. Dolayısıyla Gutenberg matbaanın mucidi değil ama onun öncülüğünde gelişen bu teknoloji, Avrupa’da çok önemli bir rol oynadı. Sonuç olarak dünya tarihinde oldukça etkili bir icat oldu matbaa.
Matbaa teknolojisi Çin’de icat edilse de neden Avrupa’da bambaşka bir etki yarattı? Özellikle 15. ve 16. yüzyıllarda, yani Rönesans’tan sonraki Reformasyon döneminin ardından Aydınlanma Çağı ve Sanayi Devrimi’ni takip eden bilimsel devrim sürecinde matbaanın Avrupa’da çok önemli bir rol oynadığını görüyoruz.
Matbaa bu süreçlerde bir hızlandırıcıydı. Rönesans ve Reformasyon Avrupa’sında Katolik mezhebine karşı Protestan mezhebinin ortaya çıkışıyla, o mücadele içerisinde Gutenberg’in teknik olarak geliştirdiği matbaa bir silaha dönüştü. Uzak Asya’da böyle bir sosyoekonomik temel olmadığı için matbaa aynı etkiyi göstermedi.
Osmanlı’ya matbaa geç mi geldi? Öyleyse neden?
Aslında Osmanlı topraklarına matbaanın girişi çok geç değil. Mesela İspanya’dan, Engizisyon zulmünden kaçan Yahudiler beraberlerinde Osmanlı’ya matbaayı getiriyorlar ki 1490’lardan bahsediyoruz. Zaten Gutenberg Matbaası’nın ortaya çıkışı 1450’lerde, yani 15. yüzyılın ortasında.
Yani Avrupa’da yayılmaya başlandığı dönemde matbaa Osmanlı topraklarına da girdi. Hatta Sefarad Yahudileri’nden önce de Osmanlı topraklarında matbaanın olduğuna dair emareler var. Onların ardından bir yüzyıl sonra Ermeni tebaası, onlardan bir yüzyıl sonra ise Osmanlı Rumları’nın matbaaları vardı. Dolayısıyla 1490’larda Osmanlı’da da matbaa vardı.
Matbaaya yönelik siyasi iktidarın, yani Osmanlı sultanlarının çıkardığı bir engel yok. Osmanlı’nın Türkçe konuşmayan gayrimüslim unsurları matbaayı kullanıyordu. Dolayısıyla zamansal olarak matbaanın geç girdiği iddiası çok makul değil.
Türkçe kitap basan Müteferrika Matbaası‘nın nispeten geç açılmasından kaynaklı bir söylem var. Bu çok tartışılan bir mesele. “Daha geç girdi” ifadesi bir görelilik ifade ediyor. Avrupa’ya göre geç olduğundan bahsediliyor. Bu, bahsettiğimiz toplumsal ve sosyoekonomik koşulları göz ardı eden bir bakış açısı.
Avrupa’nın erken modern döneminde, ticaret burjuvazisi dediğimiz bir sınıfın oluştu, kapitalizm ve Reformasyon ortaya çıktı, Katolik Kilisesi’ne karşı Protestan hareket büyüdü, uzun yıllar mezhep savaşları yaşandı, toplum değişti. Bu kıtaya matbaanın gelişi, modern toplumun ortaya çıkmaya başladığı bu koşullara tekabül ediyordu.
Müteferrika Matbaası ne zaman kuruldu?
Osmanlı İmparatorluğu’nda ise benzer sosyoekonomik koşullar daha geç yaşanacaktı. Bu yüzden İbrahim Müteferrika‘nın yaşadığı çağ ve toplumda matbaaya pek ihtiyaç yoktu. Kitap ihtiyacı şöyle gideriliyordu: Matbu kitabın öncesinde “manuskript” dediğimiz el yazması kitaplar vardı. Bu el yazması kitapları çoğunlukla Osmanlı ilmiye sınıfı, yani ulema (din adamları) ve kalemiye sınıfı (bürokratlar) kullanıyordu.
Kitlesel okuryazarlık 19. yüzyıla kadar dünyanın hiçbir yerinde yoktu. El yazmaları küçük okuryazar kesimin ihtiyacını karşılamaya yetiyordu. Dolayısıyla Avrupa’nın Reformasyon döneminde, Osmanlı’nın toplumsal anlamda matbaaya ihtiyaç yoktu. Müteferrika Matbaası da ancak 1727’de kurulacak, 1729’dan itibaren kitap basmaya başlayacak. Ne çok fazla kitap basacak, ne bu kitapların tirajı fazla olacak. Satış oranları çok yüksek değil, toplumsal bir karşılığı olmadığı için bu böyle.
Osmanlı’da matbaayı ulema sınıfının, hattatların, müstensihlerin (kopyacılar) engellediği yönünde birtakım iddialar da var. Buna dair somut bir kanıt yok aslında. Bir teknolojiye toplumsal bir ihtiyaç olmadığı zaman, o teknoloji o toplumda çok fazla tutunamıyor. Kemal Beydilli Hoca’nın çok isabetli bir sözü vardır: “Bekleyeni olmayan durağa otobüs gelmez, gelse de bir anlamı yoktur” der. “Geç kalma” meselesini bu şekilde açıklayabiliriz.
İbrahim Müteferrika kimdi? İstanbul’a nasıl geldi?
İbrahim Müteferrika Erdelli bir Macar. Erdel (Transilvanya), bugün Romanya sınırları içinde kalan bir bölge. O dönem hoşgörüsüyle bilinen bir yer. Katolik baskısına karşı duran bir coğrafya Erdel. Hatta Katolik baskısından kaçanlar oraya sığınıyorlar. Müteferrika Protestanlığın bir kolu olan Üniteryen mezhebinden geliyor. Bu mezhebin Katolik inancına ters özellikleri var. Teslis inancının aksine Hz. İsa’nın insan olduğuna inanıyorlar. Dolayısıyla mezhep olarak İslamiyet’e de yakın.
Erdel’de o dönemde Osmanlı’nın baş rakiplerinden Habsburg Hanedanı’nın işgali var. İbrahim Müteferrika aynı zamanda bir Macar milliyetçisi. Milliyetçi derken bugünkü gibi anlamamak lazım. 18. yüzyıl Avrupası’nda milliyetçilik mutlak monarşiye karşı daha özgürlükçü bir akımdı. Müteferrika Osmanlı’ya bu sebeplerden geliyor ve burada mühtedi oluyor, yani din değiştirip İslam’ı seçiyor.
Zorla İslamiyet’e geçirildiğine dair birtakım iddialar var ama bunu iddia eden Katolik bir rahip. Müteferrika zaten Katolikler ile çatışıyordu. Dolayısıyla bu iddiaya şüpheyle yaklaşmak lazım. Zaten İbrahim Müteferrika’nın hayat hikâyesine baktığımızda zorla din değiştirmediği anlaşılıyor. Niyazi Berkes’in de çalışmaları vardır bunun böyle olmadığına dair.
Erdel, Orta Avrupa’da sadece dini hoşgörüsüyle tanınan bir yer değil, aynı zamanda matbaanın da çok yaygın kullanıldığı bir yer. 1700’lere gelindiğinde matbaa neredeyse tüm Avrupa’ya yayılmış durumda ve gayet aktif bir şekilde matbaalar çalışıyor. İbrahim Müteferrika matbaayı tanıyan birisi. Sadece matbaacı değil, aynı zamanda iyi bir eğitim almış bir tür fikir adamı. Astronomi ve coğrafya bilgisi olan, kendisi de yazan bir kalem erbabı.
“Müteferrika” ne demek? Matbaayı neden kurdu?
“Müteferrika,” sarayda padişah veya vezirlerin işlerine bakan görevliye verilen unvandır. Ancak o dönemde kendisine Müteferrika değil, Basmacı İbrahim Efendi deniliyordu. Eski tâbirle matbaacılara, “basmacı” da denirdi. Ama tabii her basmacı matbaacı değildir. Örneğin yemeni basanlara da basmacı deniliyordu.
Müteferrika Matbaası dediğimiz Türkçe kitap basan ilk matbaa ise Lale Devri’nin (1718-1730) ürünüdür. O dönemde Osmanlı Devleti artık Avrupa’ya karşı yenilgiler almaya başlıyor. Bu yüzden biraz daha reform ve yenileşme çabaları içerisinde. Bunu yaparken de bir zamanlar üstün olduğu Avrupa’ya bakmaya başlıyor. “Bir zamanlar yendiğimiz devletlere şimdi neden yeniliyoruz” sorgulanması yapılıyor.
Osmanlı bu dönemde Avrupa’ya elçiler gönderiyor. Bu elçiler gittikleri ülkelerle ilgili raporlar hazırlıyorlar. Örneğin Paris’e gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi var. Bir de onun oğlu Mehmet Said Efendi… Coğrafya ve astronomi bilgisi olan, matbaacılığı tanıyan biri olarak İbrahim Müteferrika Efendi, Said Efendi ile matbaa kurma işine giriyor.
Osmanlı’nın ilk Türkçe matbaası 1727’de resmen kuruluyor ama Müteferrika’nın çalışmaları daha evvel başlıyor. Dolayısıyla matbaanın kurulması Lale Devri’ndeki yenileşme ve çağın gerekliliklerine ayak uydurma çabalarıyla İbrahim Müteferrika gibi birinin çakıştığı bir dönemde oluyor. Sonraki dönemlere baktığımızda da yeni matbaalar hep Osmanlı ıslahat dönemlerinde kurulacak.
İbrahim Müteferrika padişahı ve ulemayı nasıl ikna etti?
İbrahim Müteferrika; dönemin padişahı Sultan Üçüncü Ahmed, sadrazam (başbakan) Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, şeyhülislam ve ulemaya raporlar sunarak matbaanın faydalarını anlatıp izin istedi. Matbaasını kurabilmek için padişaha sunduğu raporun birkaç maddesi şöyle:
1. “Birçok mühim kitabın teksiri, avam ve havas için faydalıdır.” Bu maddede “havas ve avam,” yani “halk ve seçkinler” ayrımına değinmesi matbaanın demokratikleştirici etkisini kaydediyor. Çünkü el yazmaları esas olarak seçkinlere yönelik üretiliyordu. Matbaanın böyle bir etkisi var, ucuza üretilebildiği için basılan kitaplar herkese yayılabilir. Aynı zamanda taşra ve merkez arasındaki farkı gideren bir şey. Kural olarak matbu kitap her zaman daha ucuzdur ama Müteferrika Matbaası’nın ilk dönemlerinde böyle değildi, çünkü verilen emek çok yoğun. Daha ucuz kitapların ortaya çıkabilmesi için matbaa teknolojisinin biraz daha gelişmesi gerekecek.
2. “Müelliflerin eserlerinin tabı bu eserlerin ihyasına ve Müslümanlar arasında intişarına sebep olur.”
3. “Kitapların yazıları okunaklı ve güzel doğru olacağı için muallim ve müteallimlere kolaylığı mucip olur. Basılan eserlerin mürekkebi sabittir. Yazma eserler gibi sudan etkilenmez.”
4. “Basma kârlı bir sanattır. Bir cilt kitap yazmak zahmetiyle binlerce kitap elde edilebilir. Bu suretle kitaplar ucuzlar ve herkes istifade eder.”
5. ”Osmanlı Devleti cihat ile bütün İslamların şerefini arttırdığı gibi kitap neşri suretiyle de İslamlara hizmet etmesi münasip olur.” Bu maddede Osmanlı’nın eksikliğini de vurgulamış oluyor.
6. “Avrupalılar, Arabi, Farisi ve Türkçe kitapların kıymetini bilip bastırıyorlar. Yalnız bastıkları kitaplar hem yanlışlarla doludur hem de yazıları mağribi hattı ve taklitleri de ona müşabih olmakla hüsni zinetten ari vegalat ve hata üzerine caridir.” İbrahim Müteferrika bu maddede hem Avrupa’da Türkiye’ye dair kitaplarda bulunan yanlışlara, hem de estetik olarak bu baskıların şık olmamasına dikkat çekiyor. “Şu kadar ki yarın bir ehlini bulup şark eserlerini doğru ve güzel bir surette bastırarak İslam memleketlerine göndermeleri ve bu vesileyle İslamlardan para çekmeleri muhtemeldir. Her hususta İslamlar kafirleri geçtiği gibi bu hususta da onlara tekaddüm etmek lazımdır.”
İbrahim Müteferrika hangi kitapları bastı?
Padişaha bu raporu sunan İbrahim Müteferrika, şeyhülislamdan da matbaaya izin fetvası isterken bir yandan ulemanın olası endişelerini gidermeye çalıştı. Bu nedenle matbaasında dini kitaplar basmamayı baştan kabul etti. Nitekim Osmanlı’da 19. yüzyılın başına dek matbaalarda dini eserler basılmayacaktı.
Müteferrika Matbaası 1727 temmuzunda açıldı. Ocak 1729’da, yani bir buçuk sene sonra basılan ilk eser ‘Vankulu Lügatı’nın birinci cildi oldu. Bu Arapça-Türkçe bir sözlük. Biraz hacimli, kolayca kopyalanamayan bir eser.
Onun dışında Katip Çelebi’nin ‘Cihannüma‘sı basıldı. Amerika kıtasıyla ilgili resimli bir kitap olan “Tarihi Hindi Garbi” basıldı. Müteferrika’nın kendi eserlerinden olan, padişaha sunulan bir rapor niteliğindeki “Milletlerin Düzeninde İlmi Usuller” basıldı. Müteferrika’nın o dönemde ne kadar donanımlı bir kişi olduğunu buradan anlayabiliyoruz.
Müteferrika’dan sonra Osmanlı’da matbaa nasıl gelişti?
Osmanlı’da bir ilke imza atan Müteferrika Matbaası, Lale Devri’nde kuruldu. Lale Devri ise 1730’da Patrona Halil İsyanı ile son buldu. O isyanda Müteferrika Matbaası herhangi bir zarar görmedi. Ancak İbrahim Müteferrika’nın 1745’teki ölümünden sonra matbaanın işletmesi devredilse de çok az kitap basıldı.
Osmanlı’da ikinci Türkçe matbaa, sonradan Üsküdar Matbaası olarak bilinen Mühendishane Matbaası idi. Mühendishane, Üçüncü Selim’in saltanatında, yani Nizamı Cedit Devri’nde (1789-1807) bir askeri okul olarak kuruldu. Deniz ve kara mühendishanesi, modern orduların gerektirdiği teknik bilgilerin alınabileceği kurumlardı. Selimiye Kışlası civarında kurulan bu matbaa, 1807’de başlayan Kabakçı Mustafa İsyanı’nda Nizamı Cedit’in bir parçası olarak görüldüğünden isyancılarca tahrip edildi.
Bundan sonra 1831’de, İkinci Mahmud döneminde yeni bir matbaa kuruldu. Osmanlı’da Türkçe kitap basan üçüncü matbaa olan Takvimhane-yi Âmire, aslında ilk resmi gazete olan Takvim-i Vekayi‘yi basmak için kurulmuştu.
Daha önce, Osmanlı’dan yarı bağımsız bir statüye kavuşan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın 1820’lerde Mısır’da kurduğu Bulak Matbaası vardır. 1828’de Vekaiyi Mısriyye gazetesi de burada basılmıştır.
19. yüzyılın devamında Osmanlı’da matbaa ve matbaacılar, özel sektörün de işe girmesiyle hızlanarak gelişti. Ahmet Mithat Efendi, Ebuzziya Tevfik Bey, Ahmet İhsan Tokgöz, Servet-i Fünûn Matbaası, Osmanbey Matbaası…
Gayrimüslim Osmanlılar’ın, özellikle Ermeniler’in matbaacılık konusunda çok önemli bir yerleri var. Hatta Ermeni matbaacılığı üzerine ilk kitaplardan biri, 1912’de Teotoros Lapçinciyan (Teotig) tarafından yazıldı.