Covid-19 dünyada rekor üstüne rekor kırarak adından söz ettirmeye devam ediyor. 40 milyondan fazla kişi Covid-19 hastalığına yakalanmış durumda.Ülkemizde hastalığın seyrine bakıldığında hastalık kısmen de olsa kontrol altına alınmış durumda. Kademe kademe normal hayata geçiş durumundayız.
Eğitimde de bu kademeli geçiş sürecine dahil olmuş durumda. Eğitim sisteminin bu salgından çok büyük ölçüde etkilendiği bir gerçek. Okullar kapatıldı, kısa bir sürede Eğitim Bilişim Ağı ve televizyon üzerinden uzaktan canlı eğitime başlandı. Hazırlıksız yakalandığımız bu sürece çok kısa sürede uyum sağlayarak bir başarıya imza attık. Birçok Avrupa ülkesinde İzlanda ve İsveç hariç eğitim sistemi işlemez hale gelirken biz yolumuza teknolojiye ayak uydurarak devam ettik. Daha önce gereksiz diye eleştiride bulunduğumuz, okullarda öğretmen ve öğrencilere tablet dağıtılması fikrini ortaya çıkaranlar bu günlerde acil şekilde devletin tablet dağıtmasını istemektedir. Belki de bu sürece bu kadar hızlı ayak uydurmamız daha öncesinden bu hazırlıklı olmamız sayesindeydi.
Geldiğimiz noktada okullar aşama aşama açılıyor. İlk olarak 1.sınıf; ikinci aşamada 1,2,3,4, 8 ve 12.sınıflarda; şimdi de 5. ve 9.sınıflarda kademeli bir şekilde yüz yüze eğitime geçilmeye başlandı. Önceden ‘olmaz’ denilen bir sürü uygulama devreye sokuldu.
Mesela okullarda veli istemezse öğrenci okula gelmeyebiliyor. Ders saatleri 40 dakikadan 30 dakikaya indirildi, ki özellikle meslek liselerindeki günlük ders saati düşünüldüğünde (9-10 saat) öğrencilerin günün kalan kısmında kendine zaman ayırabileceği anlamına eliyor. Eğer yeni normalden eski normale döndüğümüzde(inşallah) ders saatleri umarım aynı şekilde kalır. Günün kalan kısmında yine okul içerisinde, sanatsal, kültürel ve sportif aktivitelere öğrenciler kanalize edilir. Çünkü okullarda duvarlar arasında akşam saatlerine kadar okulda oturtmakla eğitim yaptığımızı zannederek sadece kendimizi kandırıyoruz.
Öğrencilerimizi, gençlerimizi bir sanat veya bir zanaat alanında bir yol göstermeliyiz. Meslek liseli olsun akademik liseli olsun tek yönlü ilerleyen, tek çıkış yolunun üniversite kazanmak olduğunu düşünen öğrencilerimizi aslında kaotik bir finale mahkûm ediyoruz.
Mesela zorla okula gönderiyoruz herkesi. Meslek Eğitim Merkezleri, açık lise gibi seçenekleri elimizin tersiyle itiyoruz. Okula gitmek elbette gerekli. Eğitim elbette olmazsa olmazımız. Ama daha esnek bir uygulamayla devam etmeliyiz artık. Bir okula başlayıp o okulu içselleştiremeyen öğrencilerimizi orada tutarak ancak başarısızlık tattırıyoruz. Temel eğitimlerin yanında yukarıda da işaret ettiğim sanat ve zanaat etkinliklerini okulun içine mutlaka ve mutlaka serpiştirmeliyiz. Ama zorunlu değil gönüllü ve esnek bir biçimde.
Bu süreç bizi zorunlu olarak bir yola sevk etmektedir. 2012 yılında eğitimde kaliteyi artırmak, çağa ayak uydurmuş bir nesil yetiştirmek amacıyla zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılmıştı. Amaç çok güzel ama sonuç bunun tersi yönünde. Eğitimde kalite her geçen gün biraz daha geri gidiyor, nesil ise kaybedilmek üzere. Tabi bunda sadece eğitimin değil gelişimini sadece tek yönde yapan teknolojinin de etkisi var. Bu bir eleştiri değil eğitime yapılan yatırımların canlı şahidi olarak rahatlıkla eğitime yapılan yatırım konusunda çok ilerledik. Bundan 20 sene önce sırf sayısal bölüm için alacağım ikinci el kitabın 3 lira olması sebebiyle 1,5 lira olan sözel kitaplarını almak zorunda kalıp sözel bölüm okumak zorunda kalmış biri olarak söylüyorum. Şimdi ise öğrencileri okulun ilk günü sıralarının üstünde sıfır kitapları bekliyor. 12 yaşında okula gitmek için beş kilometre yol yürümek zorunda kalan biri olarak söylüyorum. Okul yolu o kadar çok uzaktı ki özellikle kışları servisle gitmenin veya uçmanın hayalini kurardık çocuk aklımızla. Şimdi ise binlerce servis servisteki öğrencilere öğle yemeği. Servis istemeyenlere yurt imkanı. Okul sütü, üzümü, sınıflarda akıllı tahtası, imkanı olmayan öğrencilere teknolojik destek… Peki biz bu imkanlarla birlikte eğitimin amaçlarının neresindeyiz. İlkokul 4 yıl öğrencilerin arasından okuma yazma problemini çözmeden ortaokula geçen, ortaokuldan ise dört işlem yapamadan, okuduğunu anlamadan okula sadece vakit geçirmek için gelen öğrenciler lise eğitimine geçiyor. Tabi ailelerde şu umut var lisede düzelir. Temeli olmayan okumayı istemeyen hiçbir öğrenci lisede düzelmez. Sadece 4 sene daha vakit geçirir. İşin kötü yanı devletimiz okumayı istemeyen temel kazanımlardan uzak bu öğrencilere kitap, servis,yurt,akıllı tahta, öğretmen, okul vb. yatırımları yapmaya devam ediyor. Bu yatırımlarla giden milli servetin hesabı yapılamayacak boyutlarda. Okula sadece zorunda olduğu için giden azımsanamayacak bir kitle var önümüzde. Ve bu durum gerçekten okumak için gelen öğrencileri de olumsuz etkilemekte. Mesleklerin çırak ihtiyacı göz önünde iken, pandemi sebebiyle sınıfların mevcutları yarı yarıya azalmak zorunda olduğu için, sosyal mesafeyi de bahane ederek neden Zorunlu Eğitimden vazgeçmiyoruz? Okulları çocukların bakıldığı bir yer gibi görünmekten kurtarıp eğitim yuvası yapmak için Pandemi bir fırsat gibi görünüyor. Akademik anlamda başarılı olabilecek, ayakları yere basan öğrencilerimiz lise eğitimlerine devam etse diğer gençlerimizi de farklı mesleklerde çırak olarak devlet destekli işlere yerleştirsek. Devletin eğitim için fazladan harcadığı bütçeyi daha yararlı bir iş için kullanmış olmaz mıyız?
Saygılarımla