Roma İmparatorluğu ile birlikte kölelik de çömüştü. Güçlü kabileler etrafında birleşen çeşitli kavimlere mensup halklardan biri olan Slavlar batıda Bulgaristan ve Yunanistan’a kadar indiler. Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) varlığını devam ettirse de çok defa Slavlar, İskitler ya da Gotlarla temas ettiler. Yağma ve talandan feodal yapıdaki devletlerin oluşumuna geçiş sürecinde Kyiev Knezliği’nin Bizans’a ilerleyişi ve 862’de ilk Rus devletinin kurulduğu kabul edilse de resmi anlamda 911’de Oleg döneminde Bizans’la ilk ticaret anlaşması yapılmış ve Oleg’in Kyiev’e yerleşmesiyle Rus devleti kurulmuştur. Kyiev Rusyası döneminde Hıristiyanlığın kabulü gerçekleşecek, Kiril alfabesi oluşacak, Yunanistan’daki Greklerle olan etkileşimler devam edecektir. 12 yüzyıldan sonra dağılacak olan dönemin Rusyası üçe ayrılacaktır…
Cengizhan’ın torunu Batu’nun kurduğu Altın Orda Devleti 17. yüzyıla kadar bölgedeki hakimiyetini sürdürdü. Moğollar ve Türkler kültürel olarak yakındılar; savaştıkları dönemler olmasına rağmen Türkler Moğol devletinin çeşitli kademelerinde ve Moğol ordularında yer almışlar, Tatarlar olarak adlandırılmışlardır. Tatar ve Rus halkları, Altın Orda döneminde farklı dini yapılarına rağmen bir arada yaşamışlardır. Hatta Saray şehrinde Çerkezler, Alanlar, Yunanlıların mahallelerinin olduğu tarih kitaplarında anlatılır. Görüldüğü gibi Ruslar ve Türklerin teması ve beraber yaşama kültürü yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Bu kültürel temas çok önceden kurulduğu içindir ki Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkiye’nin bölgeyle olan teması, sadece Türki Cumhuriyetlerle sınırlı kalmadı; Rusya ile de sağlandı…
Toplumların hafızaları vardır. Bu, çocukluk arkadaşınızla yıllar sonra yaşadığınız karşılaşmaya benzer ve kendinizi eskiden olduğu gibi yakın hissedersiniz. Birbirinizi iyi tanıdığınız için de adımlarınızı ona göre atarsınız. Ve çatışsanız bile saygı duyduğunuz bir geçmişiniz vardır, yakın çevrenizdeki bireyler de o geçmişle ilişkilidir. Evet, Ruslar ve Türkler de zaman zaman savaştılar ancak buna rağmen birbirlerine saygı duyduklarını görürüz. Doğu toplumlarının kültüründe olan saygı, yüzyıllardır birbirleriyle olan beraber yaşama geçmişlerinden geliyor. Düşmanınız bile olsa, dürüsttür ve saygı duyarsınız…
Osmanlı Devleti döneminde de Rusya ile savaşlar yapılmıştır. Rusların Türk topraklarındaki Ortadoks Yunan nüfusla olan bağları ve Batıdaki Katolik kilisesinin İstanbul’da yarattığı karmaşa 1853’te Kırım Savaşı’na yol açtı. İlerleyen yıllarda Rusya’da yapılan reform hareketleri, Bolşevik Devrimi, Rusya Türklerinin örgütlenme süreçleri var. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 1917’deki Rus devriminden sonra ise Rusya hakimiyetindeki topraklar yepyeni bir döneme girdi zaten. Ancak bütün bu süreçte Rus topraklarında bulunan Türklerde örgütlenme hareketleri görüyoruz ve Rusya Müslümanları olarak bir takım kararlar alıyorlar. İlk Türk siyasi belgesi 1895 yılındaki Çoban Yıldızı’dır, akabinde toplantılar devam etmiştir. SSCB’nin kuruluşuna kadar Türkler bir araya gelerek bir güç oluşturmanın çabası içine girmişlerdir. Sonrasında mevcut sistemin karakteristiği gereği farklı bir siyasi atmosfere girilmiştir.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk ve İnönü döneminin ardından yeni dostlar edindi. İlerleyen yıllarda Türkiye, “dostum” denilen hatta “stratejik ortak” denilen ama arkadan kuyu kazan NATO ve ABD tarafından sırtından çok defa hançerlendi. Türkiye Adnan Menderes döneminde, ABD politikaları gereği 1950 yılında Kore’ye asker gönderdi ve askerlerimiz orada şehit oldu. Karşılığında Türkiye 1952’de NATO’ya kabul edildi.
Türkiye yine soğuk savaş döneminde 1954 yılında kendi topraklarında Amerikan üsleri kurdurdu ve SSCB’nin hedefi oldu. Ancak bunun karşılığında ABD’den Kıbrıs konusunda gerekli desteği alamadığı gibi başta ABD olmak üzere NATO’nun sözde müttefikleri ellerinden gelen her düşmanlığı yaptılar. Yakın tarihimizi ve ABD’nin terör örgütü PKK’ya verdiği desteği anlatmaya bile gerek yok, her şey ortada…
1990’lara gelindiğinde SSCB dağıldı ve Rusya hem ekonomik hem de toplumsal anlamda bir türbülansa girdi. Mihail Gorbaçov ve Boris Yeltsin’in dağıttıklarını toplamak, Vladimir Putin’e nasip oldu…
Gel zaman git zaman Ruslarla yepyeni ilişkiler kurduk; ekonomik, ticari ve sosyal alanlarda… Ancak özellikle Suriye’de yaşanan iç savaş ve dış müdahaleler döneminde farklı taraflarda yer almak, iki ülkenin ilişkilerini zaman zaman sekteye uğrattı. Şimdi benzer bir durumu Ukrayna konusunda yaşıyoruz. Türkiye NATO üyesi olmasının yanı sıra, hem Rusya hem de Ukrayna ile iyi ilişkilere sahip. Ancak savaş tellallığı yapan ABD yüzünden Rusya ve Ukrayna yeni bir krizle karşı karşıya kaldı. Türkiye böyle bir çatışmadan zararsız çıkamaz…
Rusya’ya tarihsel anlamda daha yakın olsak da ABD’nin Ortadoğu politikalarının Türkiye’ye zarar verdiği bir noktada duruyoruz. Ve ABD, hem Ortadoğu, hem Asya, hem Avrupa ve neredeyse bütün dünyaya zarar verecek “savaş kışkırtıcısı” rolünü bir türlü bırakmıyor. Önce Irak, sonra Libya, ardından Suriye ve milyonlarca ölüm... Nihayetinde, sıra geldi Ukrayna’ya…
Ne tuhaf, geldiğimiz noktada Putin, Türkiye’nin savunma kalkanı olan ve 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne daha çok sahip çıkıyor. Türkiye’deki mevcut hükümet, Ukrayna konusunda sıkışana kadar Montrö Antlaşması’nı değersizleştirecek açıklamalar yapmakla meşguldü. Montrö konusunda demokratik haklarını kullanarak basın açıklaması yapan emekli amiraller hakkında ise ayaklarına pranga vurarak dava açılmıştı.
Gerçekten ironik; NATO üyesi Türkiye’nin savunma kalkanı olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne, NATO üyesi olmayan Rusya’nın devlet başkanı PUTİN sahip çıkıyor.