Batı’nın patronu sermayedir; Rusya’da patron devlettir.
Batı’da sermaye güçleri iktidarı belirler, getirir veya götürür; Rusya’da iktidar derin devlet içinden gelir, beceremezse götürülür.
Batıda demokrasi nutukları atılır ama dünyanın en sahtekar demokratları batıdadır. Üstelik ırkçılık içgüdüleri körelmemiştir.
Atlantik köle ticareti psikozu, 21 yüzyılda ABD şehirlerinin sokak aralarında zencilerin boğazlarına dayanan polis postallarında kendini gösterdi… Beyaz Saray’da 8 Amerikan Başkanıyla 34 yıl çalışmış siyahi bir adam olan Cecil Gaines’in yaşamı, orijinal adı The Butler (kahya/uşak) olarak ve Türkçeye Başkanların Hizmetkarı adıyla sinemaya uyarlandı. Beyaz Saray’da derisinin renginden dolayı aşağılanan Cecil Gaines’in filmini izleyen Barack Obama gözyaşlarını tutamamıştı…
Rusya, konumlandığı coğrafya itibariyle yüzyıllardır kozmopolit bir yapıya sahiptir. Bu yapı içerisindeki insanlar zaman zaman çatışsalar da birbirleriyle yaşamayı öğrenmiştir. İnsan derisinin renginden dolayı değil, sosyal grupların ya da kavimlerin birbiriyle olan çatışmaları olmuştur. Ancak yüzyıllar içerisinde bazı topluluklar birbiriyle karışmıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde sosyalizm idealinin sınıfsal ayrılıkları ortadan kaldıracağı ve insanların eşit yaşayacağı ütopik dünyayı var etme çabasına girdiler. Hatta toplumsal baskılarla da olsa bunu bir süreliğine ve elden geldiği ölçüde başardılar. Dağılan SSCB’nin herhangi bir coğrafyasına bugün bile gitseniz, her yerde aynı binaları, aynı yaşam tarzlarını görürsünüz. Yaptıkları şey temelde aynıydı; herkese bir konut, ücretsiz ve zorunlu eğitim, ücretsiz sağlık hizmeti, ucuz ulaşım, ucuz tatil, eğlenebileceğiniz sayısız mekan, bilim, sanat, pek çok evde piyano, kadın-erkek eşitliği, çalışan insanlar ve tok mideler…
Ancak devlet ekonomisi, bu vericiliği kaldıramadı. Bu kadar geniş bir coğrafyada, bu kadar çok nüfusa bakan devlet çöküşe doğru gidiyordu. Durumu fark eden Mihail Gorbaçov, ABD ile sürdürülen “nükleer rekabete” son vermek ve Sovyet komünizminin yapısında değişiklikler yapmaya giriştiğinde, Batı medyasında o kadar pohpohlandı ki, SSCB’nin zamansız dağılmasının ve bir dizi siyasal-sosyal felaketin önünü açtığını fark edemedi. Almanya’nın birleşmesi konusunda, müzakere heyetine katılanların sonradan aktardığına göre Gorbaçov, Doğu Almanya’nın Batı Almanya ile birleşmesine itiraz etmeyeceğini söylediğinde, sadece ABD’li temsilciler değil, Sovyet askerleri bile masa başında şoka girmişti. Halbuki Batı, müzakere masasında ödün verme konusundaki pazarlıklara hazırdı.
1990 yılı sonlarında SSCB’ye bağlı cumhuriyetlerde bağımsızlık hareketleri başlayınca Gorbaçov, Egemen Devletler Antlaşması düşüncesini ortaya attı. Ardından her şey çorap söküğü gibi geldi ve 1991’de başta Rusya Federasyonu ve Boris Yeltsin olmak üzere 15 devlet bağımsızlığını ilan etti.
Serbest piyasa ekonomisi derhal sınıfsal ayrılıkları getirdi. Enerji şirketleri ortaya çıktı, mafya ortaya çıktı, zengin sınıf ve fakir sınıf arasında uçurum oluştu. Artık her yerde Dolar konuşuyordu, paralar pul olmuştu. Beyaz kadın ticareti uluslararası arenaya taşınmıştı. İşsizlik korkunç boyutlardaydı.
O dönemde SSCB’den kopan cumhuriyetlerdeki insanlar o yoksulluğa yıllarca dayanabildilerse, bunun sebepleri olmalıydı. Birincisi, konut problemleri yoktu, her ailenin başını sokacağı bir evi vardı. Hatta aileler birleşiyor ve fazla evlerini şehre gelen yabancılara kiraya veriyorlardı. İkincisi, herkes zorunlu eğitime tabi tutulmuştu, insanlar donanımlıydı. Hemen tüm coğrafyadaki cumhuriyetlerde tiyatrolar, sinemalar, üniversiteler vardı. Her yere doğalgaz ulaştırılmıştı, insanlar ucuza ısınıyorlardı. Dağılan haliyle bile Rusya, kendi insanına yüz yıl yetecek kadar bir temel yaşama imkanı oluşturmuştu. İşte dağılmanın ardından geçen 20 yıl içerisinde toparlanmasının temel sebebi bunlardı. Şayet orası Ortadoğu olsaydı, insanlar on yıllarca bataklığın içinde debelenmeye devam ederlerdi.
Vladimir Putin’in devlet başkanı olarak göreve geldiği 2000 yılımdan itibaren ilk on yıl içerisinde Rusya ekonomisi toparlanmaya başladı ve Rusya siyasi ağırlığını belirgin şekilde 2011 yılından itibaren Suriye meselesinde göstermeye başladı. Putin, Suriye meselesinde aldığı tavırla ABD’nin yıllardır Ortadoğu’da çevirdiği oyunu bozdu ve Rusya’yı tekrar güçlü siyasi bir aktör olarak dünya sahnesine çıkardı. Çin’le beraber yürüttüğü stratejik işbirliği ve Şhanghay İşbirliği Örgütünün genişletilmesiyle beraber doğuyu sağlama alan Putin, Ukrayna konusunda ağırlığını koymaya hazır konuma gelmişti.
NATO’nun SSCB’den kopan devletleri kapma ve silahlandırma çabaları, sıra Ukrayna’ya gelince Rusya’nın sabrını taşırdı. Ve aslında ABD’nin güçlü bir Rusya veya Çin’le uygar ilişkiler geliştirmek yerine, parçalanmış küçük devletlerden oluşan yapılar üzerinden dünyayı sömürmesi daha cazip olduğundan yeni bir kriz yarattı ve Rusya ile Ukrayna’yı savaşa sürükledi.
ABD’nin bir avuç zengin azınlığın desteğiyle göreve gelmiş klasik beyaz başkanlarından olan Joe Biden, bir süredir silah tüccarlarının para kazanamadığını fark etmiş olacak ki, Ukrayna’yı NATO’ya dahil etmeye ve silahlandırmaya çalışıyor. Gürcistan’da denediler, olmadı. Kırım’da denediler, yine olmadı. ABD ve onun kuklası AB devletleri bu defa Ukrayna’nın tamamen parçalanmasına yol açacak adımlar attılar. 2014’ten beri oynadıkları oyunlar, Ruslara karşı Ukrayna’da yapılan ırkçı saldırılar, son on gündür Rusya’nın önce Dobas Bölgesini işgal etmesine, sonra da tüm Ukrayna’yı kuşatmasına yol açtı.
Ve “ırkçı” Batılılar ne yaptılar? -Dostoyevski’yi yasakladılar, Çaykovski’yi yasakladılar.
Ve “demokratik” Batılılar ne yaptılar? – Rusya’nın basın ve medya kuruluşlarını yasakladılar.
Ve “sosyalist” Batılılar ne yaptılar? -Rus oligarkların mallarına el koydular…
Emperyalist Batılı devletler, milyonlarca insanı katlettiler, sömürdüler. Irak’ta, Suriye’de, Libya’da ABD tarafından katledilen siviller… İngiltere ve Fransa başta olmak üzere AB ülkelerinin Uzakdoğu, Afrika ve Güney Amerika’da yıllardır sömürdükleri ve katlettikleri siviller… ABD’deki Kızılderililer… Avrupa’nın ortasında Sırplar tarafından katledilen Bosnalılar, Ermeniler tarafından Hocalı’da soykırıma uğrayan Azeriler… İsrail tarafından katledilen Filistinliler…
Akdeniz’e gömülen milyonlarca göçmenin müsebbibi olan Batı dünyası, bu katliamları televizyonlarında bilgisayar oyununa bakar gibi seyrettiler. ABD, onun kuklası AB devletleri ve onların “taraflı basın-yayın kuruluşları” şimdi Ukrayna konusunda çok hassas davranıyorlar.
Evet, Ukrayna gerçekten de mahvoluyor. Ama sebebi, savaş baronları ve silah tüccarlarıdır.
Şayet NATO’nun doğuya doğru pervasızca yayılması bugün durdurulmasaydı, ileriki on yıllarda dünya çok daha büyük felaketlere sürüklenebilirdi. Bugün çılgınlıkla suçlanan Putin, esasında çoktandır çıldırmış olan savaş baronlarına karşı bilfiil siyasi tarihteki yerini almıştır. Ne de olsa “Dinsizin hakkından imansız gelirmiş.”
Türkiye, Rusya-Ukrayna krizinde tarafsız konumunu korumalı, ancak ileriye dönük olarak NATO içindeki konumunu sorgulamalıdır. Jeopolitik konumuyla çok önemli bir yerde olan Türkiye’ye etkisiz NATO ortağı muamelesi yapan ve sürekli olarak AB kapısında bekleten ülkelerle nasıl bir geleceğimiz olabilir, bu sorgulanmalıdır.
Türkiye derhal ATATÜRK’ün bize emanet ettiği laik, çağdaş, tam bağımsız çizgisine dönmeli ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin verdiği avantajı kullanarak bölgedeki güvenliğini taviz vermeden sağlama almalıdır.
Dünya’da yepyeni bir dönem başlıyor.