25 Mayıs 1919 öğleden sonra da otomobille Samsun’dan Havza’ya hareket eder. Ertesi gün Havza ileri gelenlerinin kendisini ziyareti esnasında söyledikleri Millî Mücadele’nin âdeta bir yol haritasıdır: “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız! Bizi öldürmek değil, canlı, mezara atmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cüret belki bizi kurtarabilir; zaten başka türlüde dönüş imkânı yoktur.”
Türk topraklarının işgal edilmesi kabul edilemez bir durumdur. Sait Molla kendi imzasıyla bütün belediye başkanlıklarına “Milletin İngiltere yardımını istediğini bildirin” talimatı içeren bir yazı gönderir. Atatürk bunun üzerine bütün vilâyetlere ve mutasarrıflıklara (sancak) bir genelge gönderir: “Millî ve siyasî bağımsızlığımızın kurtarılması ancak milletin yekvücut olarak müdafaası ile mümkün olacaktır.” Ardından da 3. 15. ve 20. Kolordu Komutanlıklarına; “Milletin esaretten kurtuluşu, hâkim ve müstakil topraklarımızda yaşayabilmesi ancak azimkâr ve namuslu ellerin milleti kısa ve doğru yoldan hukukunu ve bağımsızlığını savunmaya sevk ile mümkün olacaktır…”
Azim ve namus; Atatürk tüm yaşamını bu iki temel üzerine inşa etmiştir. Kendisinden sonra iş başına gelen hükümetler ne yazık ki sadece kendi ikballeri konusunda azim göstermişler; devlet kadrolarının namus yoksunu bürokratlar tarafından ele geçirilmesine ise büyük ölçüde sessiz kalmışlardır.
İzmir’den sonra Aydın ve Manisa da işgal edilmiştir. Atatürk valilere, müstakil mutasarrıflıklara ve bazı kolordu komutanlıklarıyla Konya’daki Ordu Müfettişliğine gönderdiği bildiride; “Siyasî bütünlüğümüzün muhafazası için, millî gösterilerin daha canlı olarak belirtilmesi ve devamı gereklidir” demekte, büyük ve heyecanlı mitinglerin yapılması ve tüm memleketi kapsayan millî gösterilerde bulunulması; bütün Büyük Devletler temsilcileriyle Babıâli’ye etkili telgraflar çekilmesi çağrısında bulunmaktadır. Ertesi gün de 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir’e şu telgrafı gönderir: “İtilâf devletlerinin milletimize haksız bir siyaset uygulaması ve millî bağımsızlığımızı ve devletimizi idama mahkûm etmekte oldukları gerçekleşmiştir… Silah ve cephanenin ve iaşe tarzının zamanında kararlaştırılması ve birliklerin mevcutlarının artırılması ve birlikler elinde bulunan silâhların mümkün ölçüde birleştirilmesi, levazım, iaşe işlerinin güvenliği ve cephanenin tamamlanma tarzı, mühim yol üstlerindeki büyük yapıların gerektiğinde tahrip edilmek üzere hazırlıklı bulunması gibi hususların şimdiden düşünülmesiyle son derece mahrem bir şekilde yerine getirilmesi lâzımdır.”
Atatürk’ün emirleri üzerine Babıâli’ye çekilen telgraflar ve beliren millî faaliyetler Harbiye Nezareti’nin de dikkatini çeker ve durum hakkında kendisinden bilgi istenir. Atatürk şöyle cevap verir: “… İstanbul’a çekilen telgrafların tamamen milletin sinesinden fışkıran teessüratın (acılar, üzüntüler, sıkıntılar) birer aksi olduğunu arz eylerim. Bu heyecan memleketin en ücra köşesine kadar şamildir, umumîdir.”
Bütün bunlar olurken Ermeniler de Kars ve Sarıkamış’a asker yığmaktadır. Atatürk, Kâzım Karabekir’e bir telgraf çeker: “İtilâf hükümetleri atadan kalma meşru hakkımız olan toprakları çiğnemeyi Hristiyanlık adına bir hizmet addediyorlar. Bu cümleden olarak Ermenilere vilâyetlerimizi peşkeş çekmeleri de ihtimal dâhilinde bulunuyor. Kanaatimce böyle bir hâli biz çarpışmaya başlangıç saymaya; meşru topraklarımızı ve millî bağımsızlığımızı kurtarmak için mecburuz.”
Atatürk “millî bağımsızlık” demekte Saltanat ise büyük devletlerin yardımı üzerinde ısrar etmektedir. Nitekim İstanbul’da toplanan Saltanat Şûrası’nda “Türkiye’nin Büyük Devletlerden birinin yardımının temin edilmesi konusunda bir eğilimi olduğu” Türkiye-Havas-Reuter Ajansı’nda haber olarak yer alır. Bunun üzerine Atatürk Sadrazam’a “Milletin millî bağımsızlığı korumaya kararlı olduğu ve bütün meşum sonuçlara karşı en son fedakârlığı göze aldığı ve millî vicdanı temsil etmeyen haberlerin endişe verici akisler doğurduğu” konusunda bir yazı gönderir. Neyse ki Şûra’da kesin bir karar alınamaz.
Ülkede millî mücadele meşalesi her tarafta yanmaya başlamıştır. İngiliz Yüksek Komiserliği bu durumdan oldukça rahatsızdır. Harbiye Nezareti’ne bir nota gönderir. Nezaret, notanın bir suretini Atatürk’ e gönderir. Cesur komutanın cevabı da kendisi kadar cesurdur: “Bağımsızlık ve millî mevcudiyeti imha ve hayatın devamını tehlikeye sokan işgal, suikast ve tecavüz gibi İzmir havalisinde görülmekte olan olayların benzerlerinin meydana gelmesine karşı ne milletin heyecan ve vicdanî teessürlerini ne de buna dayanan millî gösterileri önleme ve durdurma için nefsimde ve hiç kimsede kudret ve kuvvet göremeyeceğim gibi bu yüzden doğacak vakaların ve hadiselerin karşısında da mesuliyet kabul edebilecek ne komutan ne de idareci ve ne de hükümet tasavvur ederim.”
Mustafa Kemal Atatürk’e göre milletçe kesinlikle savunulması istenen ve gerekli görülen iki husus vardır. Birincisi, “Mutlaka devlet ve milletin tam bağımsızlığı, ikincisi de anavatan parçalarında çoğunluğun azınlığa feda edilmemesidir.” Nitekim Paris’te toplanacak olan bir konferans nedeniyle bazı kolordu, valilik ve mutasarrıflıklara gönderdiği yazıda da bu konuda duyduğu endişeleri dile getirmektedir.
Tarih 3 Haziran 1919’u göstermektedir. Havza’da Büyük Cami’de Atatürk’ün de hazır bulunduğu bir mevlit okutturulur. Akabinde de Belediye önünde büyük bir miting düzenlenir. Halk mitingde büyük mücadele için yemin eder.
İngilizlerin Atatürk’ten ve millî faaliyetlerden rahatsızlığı artık endişe edici boyutlara ulaşmıştır. General George Francis Milne, Atatürk’ün İstanbul’a çağrılması için Harbiye Nezareti’ne bir yazı gönderir. Osmanlı ordularının Mondros Mütarekesi kapsamınca terhis edilmesi ve silahsızlandırılması için çaba sarf eden de bu Milne’dir.
12 Haziran 1919’da Atatürk Havza’dan ayrılır ve Amasya’ya gelir. Hükümet Konağı salonunda yaptığı konuşmada; “Hep beraber aziz vatanımızı ve bağımsızlığımızı kurtarmak için bütün gücümüzle çalışacağız” der. Ertesi sabah kendisini ziyaret eden Amasya heyetine de şunları söyler: “Ortada İttihatçılık, İtilâfçılık yoktur; memleket meselesi vardır!”
Amasya Sultan Beyazıt Camii’nde Müftü Abdurrahman Kâmil ise vaazında şu sözleri sarf etmektedir; “Yegâne kurtuluş çaresi halkın doğrudan doğruya egemenliği eline alması ve iradesini kullanmasıdır. Hep beraber Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanarak vatanı kurtaracağız.” Müftü, bu tarihî vaazında belki bilerek belki de bilmeyerek “Cumhuriyet” i tarif etmektedir.
İngiliz Yüksek Komiserliği Atatürk’ün geri çağrılması için baskılarını sürdürmektedir. Amiral Sir Somerset Arthur Gouch Calthorpe, Hariciye Nezaretine bu konuda bir müracaatta bulunur. Calthorpe’un baskıları Temmuz başına kadar sürecektir.
Mustafa Kemal Atatürk, tüm baskılara karşın Edirne’de bulunan 1. Kolordu Komutanı Albay Cafer Tayyar Bey’e şu tarihî telgrafı gönderir: “…Bağımsızlık gayesinin elde edilişine kadar tamamıyla milletle birlikte, fedakârane çalışacağıma mukaddesatım namına yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek kesindir.”
Ne demiştik; azim ve namus…