Sekiz maddeden oluşan kararların bazıları şöyledir:
-Kuva-yı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak temel esastır.
-Manda ve himaye kabul edilemez.
-Millî iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan’ın derhal toplanması mecburidir.
-Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından “Temsil Heyeti” seçilmiştir.
Sivas Kongresi’nde de “millî irade” ön plana çıkmaktadır ve millî iradeyi temsil yetkisi “Temsil Heyeti” ne verilmiştir. Zamanı geldiğinde millî iradeyi temsil yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ne ve milletin seçtiği milletvekillerine verilecektir.
Burada Sivas Valisi Ali Galip Bey’in kongrenin toplanmaması için çevirdiği dolaplara girmeyeceğiz.* Ancak bu konuda Mustafa Kemal Atatürk’ün Dâhiliye Nâzırı Adil Bey’e gönderdiği telgrafını verelim. “Alçaklar, caniler! Düşmanlarla millet aleyhinde haincesine tertiplerde bulunuyorsunuz! Milletin kudret ve iradesini takdirden aciz olduğunuza şüphe etmiyordum. Fakat vatan ve millete karşı haincesine ve boğazlanmışçasına harekette bulunacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın! Galip Bey ve yandaşları gibi akılsızların ahmakça boş vaatlerine kapılarak ve Mr. Nowill gibi milletimiz ve vatanımız için zararlı olan yabancılara vicdanını satarak yaptığınız alçaklıkların milletçe tatbik olunacak mesuliyetini göz önünde tutunuz! Güvendiğiniz kişiler ve kuvvetin akıbetini öğrendiğiniz zaman kendi akıbetinizle mukayeseyi unutmayınız!”
Görüldüğü üzere Atatürk sadece dış düşmanlarla değil içerideki işbirlikçi hainlerle de mücadele etmektedir. Nutuk’ta tüm ihanetleri bütün çıplaklığıyla açıklamaktadır.
18 Eylül günü Atatürk vilayetlere gönderdiği telgrafta: “İktidar mevkiine meşru bir kabine geçinceye kadar İstanbul’la resmî ilişkiler kesilmiş bulunduğundan, oradan gelebilecek her türlü demecin gerçek dışı sayılacağı şüphesizdir” diyerek İstanbul hükümetinin demeçlerine inanılmaması gerektiği uyarısında bulunur. Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza Bey ise, Atatürk’ün, Heyet-i Temsiliye’nin ve Sivas Kongresi’nin faaliyetlerinin İngiliz Hükümetince İtilaf Devletlerine (İngiltere, Fransa, İtalya) karşı bir taarruz şeklinde sayıldığını belirtir ve İstanbul Hükümetiyle anlaşılmasını ister. Atatürk bu kişiye haddini bildirir: “Zât-ı âlileri gibi hamiyet sahiplerinin vazifesi, millî istekler ve millî irade dairesinde milletin işlerini yürütmektir.”
20 Eylül 1919 günü Atatürk, Amerikan Heyeti Başkanı General Harbord ile Sivas’ta bir görüşme yapar. Harbord’un “Millet, düşünülmesi mümkün her türlü girişim ve fedakârlıkta bulunduktan sonra dahi muvaffak olunamazsa ne yapacaksınız?” sorusuna Atatürk’ün verdiği cevap müthiştir: “Bir millet varlığını ve bağımsızlığını temin için düşünülen girişim ve fedakârlığı yaptıktan sonra muvaffak olur. Ya muvaffak olamazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Bu sebeple millet yaşadıkça, fedakârane girişimlerine devam eyledikçe başarısızlık söz konusu olmaz!”
Mustafa Kemal Atatürk sürekli olarak vilayetlere, mutasarrıflıklara, ordu komutanlıklarına ve yurdun dört bir yanına Heyet-i Temsiliye adına ve kendi imzasıyla yapılması gerekenler hakkında genelgeler göndermektedir. Bunun yanı sıra Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya Yüksek Komiserleri ile Felemenk, İspanya, İsveç ve Danimarka elçiliklerine gönderdiği, “Müslüman olmayan vatandaşların her türlü korunmasının güven altında bulunduğunu ifade eden” telgraflarıyla da kötü amaçlı kişilerin Müslüman olmayan unsurlar üzerinden ortalığı karıştırma girişimlerini sonuçsuz bırakmaya çalışmaktadır. Bu arada Padişah’ı da, Damat Ferit Paşa hükümetinin vatana hıyanete devam ettiğini ve iktidardan çekilmesi gerektiğini belirten bir telgrafla uyarır. Ancak Padişah hâlâ tüm uyarılara kapalıdır. Onun için tek amaç ne pahasına olursa olsun saltanatını korumaktır. Atatürk, İstanbul Şehremaneti’ne de (bugünkü belediye) bir yazı gönderir ve İstanbul’u da bu mücadeleye davet ederek “… Anadolu, bugün İstanbul’un da bir millî vazifesi bulunduğu kanaatindedir.” der.
Nihayet Damat Ferit Paşa istifa eder. İngilizler, “ılımlı” olduğunu düşündükleri, Mustafa Kemal ile uzlaşarak direnişten vazgeçirmeyi umdukları bir hükümet kurulmasını öngörürler. Bunun üzerine Ali Rıza Paşa Sadrazam olur. Atatürk yeni Sadrazam’a gönderdiği telgrafında “…Yeni kabine, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tayin ve tespit edilen millî örgüt ve amaçlara saygı gösterdiği takdirde Kuva-yı Millîye ona yardımcı olacaktır.” der.
7 Ekim günü Harbiye Nâzırı Cemal Paşa, Kabine adına Atatürk’e gönderdiği telgrafta “Kabine, sizinle aynı fikirdedir ve millî iradenin egemenliğini kabul eder. Devletin dışarıya karşı şeref ve haysiyetini iade için millî iradeye ve Heyet-i Temsiliye’ye dayanacaktır.” demektedir. Bu şüphesiz son derece umut verici bir ilerlemedir; tabi şimdilik. Atatürk vilayetlere, kazalara ve basına,“…Ferit Paşa kabinesine karşı resmî yazışmaların kesilmesi hususunda telgrafhanelerce zorunlu olarak alınmış olan önlemlerin derhal kaldırılacağını” bildirir. Aynı gün Heyeti Temsiliye adına millete şu bildirgeyi gönderir: “En ağır tarihî şartlar altında bile millî vakarından ve herkesin hukukuna saygı göstermedeki mazisinden gelen hasletlerinden zerre kadar ayrılmamış olan milletimizin bundan sonra da aynı tarz ve harekette sabit kalacağından ve bu suretle bu mübarek topraklara sahip olmaktaki uygarlık yeteneğini bütün cihana onaylatacağından şüphe yoktur.”
İngiltere Harbiye Nâzırı Winston Churchill en sonunda Atatürk’ün yapmak istediğini anlamıştır. Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği bir raporda şöyle demektedir: “Mustafa Kemal’in liderliğindeki millî hareketin gayesi, Türk topraklarının Yunan, İtalyan ve Ermeniler arasında paylaşılmasına engel olmaktır.” İstanbul’da ki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral J. de Robeck de İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği gizli raporunda, “… Anadolu’daki millî hareketin baskısıyla Ferit Paşa Hükümeti’nin istifa ettiğini; Mustafa Kemal’in karşısında İngiliz arslanının prestijinin sarsıldığını; mütarekeyi imzalayan Türkiye’nin yerine bugün bambaşka bir Türkiye’nin doğduğunu ve bu yeni Türkiye’ye barış şartlarını zorla kabul ettirmenin kolay olmayacağını…” bildirmektedir.
“İngiliz arslanı” nın prestiji sadece sarsılmakla kalmayacak, tüm dünyaya rezil olacaktır.
15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu, İngiliz, Fransız ve Amerikan savaş gemilerinin korumasında İzmir’i kanlı bir şekilde işgale başlamıştı. Harbiye Nâzırı Winston Churchill, aynı gün Başbakan Lloyd George’u, “Yunan ordusuna işgal izni vermeyelim. Küllenmiş olan Türk milliyetçiliğini yeniden ateşlersiniz.” sözleriyle uyarmıştı. Dışişlerinden sorumlu Devlet Bakanı Lord Curzon, “Selanik’in 5 kilometre ötesinde asayişi sağlamaktan aciz Yunanlılar, nasıl olur da İzmir’de asayişi sağlayabilirler.” demişti. Yunan Albay Metaksas’ın da “Anadolu’ya asker çıkarmayalım, Türkleri Anadolu’da yenemeyiz, Anadolu mezarımız olur.” dediği Yunan işgali gerçekten de Türk milliyetçiliğinin yeniden dirilişini ve Kuva-yı Milliye/Müdafaa-i Hukuk direnişini başlatmıştı. İzmir’in işgalinden sadece dört gün Sonra Mustafa Kemal Atatürk eline geçen ilk fırsatı değerlendirerek 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış, Millî Mücadele’nin fitilini buradan ateşlemişti.
Devam edecek…
*Ali Galip Olayı için “Ali Galip Nasıl Çark Etti” başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. (https://xn--vatandaokumas-gbc79d.com/ali-galip-nasil-cark-etti/)