Yeni sezon başladı. Yeni diziler görücüye çıktı. Tanıtımlarına şöyle bir baktım. Değişen bir şey yok. Entrika, yalan, dolan, iftira, kin, nefret, şiddet, cinsellik, sosyal ayrımcılık… Konular hep aynı… Ahlak yine tatile çıkmış. Elbette düzgün işler yapan birkaç diziyi tenzih ediyorum. Ancak onların da ömrü ne kadar olur bilinmez.
RTÜK’e şikâyet edilen diziler, reyting (izlenme rekoru) kırıyor. Sezon üstüne sezon bindiriyorlar. Hele bir dizi var ki psikoloji ve de sosyoloji uzmanlarının bilimsel olarak incelemesi gerekiyor. Bu dizi sanırım dördüncü sezonuna başladı. İzlenme rekorları kırmasa, dördüncü sezona başlayabilir miydi? Kimin eli kimin cebinde belli değil. Damızlık bir erkek boğa gibi, her kadından birer çocuk yapan bir zengini canlandıran Türk sinemasının kıdemli aktörü bile böylesine seviyesiz bir karakteri canlandırdığı için olsa gerek ikinci sezonu bile görmeden diziden ayrıldı. Mankenlere taş çıkartan, podyumdan fırlamış gibi giyinen kadınların çevirdiği entrikalar, Bizans ya da Osmanlı saray kadınlarının entrikalarına taş çıkartıyor. Hürrem Sultan görseydi, ben bunları nasıl da akıl edemedim diyerek hırsından tırnaklarını yerdi. Öyle, böyle değil yani…
Neden halk bu kadar seviyesiz bir diziyi izlemekte ısrarcı oluyor? Gerçekten de bilimin alanına giren, vahim bir toplumsal yapı söz konusu gibi görünüyor.
Birkaç istisna hariç, dizilerdeki kadın karakterlerin tamamı son derece şık ve pahalı elbiselerin içinde arz-ı endam ediyorlar. Mekânlar ya yalı, konak, havuzlu villa, ya da dev gökdelenlerdeki daireler oluyor. Normal bir insanın kazancıyla elde edilemeyecek mekânlar izleyicilere dudak uçuklatıyor. İşyeri deyince de holdingden aşağısı kurtarmıyor. Bir gecede el değiştiren hisse senetleri havalarda uçuşuyor. Bir şey değil, Türk dizilerini izleyen yabancılar Türkiye’de tüm kadınların böyle giyindiğini, halkın lüks ve zenginlik içinde yaşadığını zannedecek.
Türk toplumunda bireyden aileye, mahalleden okula, işyerine kısaca günlük yaşamın her alanına sızmış bulunan kadına yönelik şiddet, baskı ve ayrımcılığın Türk dizileriyle de beslendiğini söylemek abartılı bir tespit olmaz sanırız.
Televizyon dizilerinin yanı sıra gündüz kuşağında yer alan yemek, kuaför, moda ve benzeri yarışmaların da toplumu özellikle de gençliği olumlu yönde etkilediği söylenemez.
Şikâyetler RTÜK’ün çok da umurunda olmasa gerek ki sadece ceza kesmekle yetiniyor. Tabi, dizi demek para demek, reklam demek… E, cezalar da RTÜK için iyi bir kazanç kapısı gibi görünüyor. Herkes memnun yani…
Türk dizileri Dubai ve Pakistan olmak üzere birçok Orta Doğu, Güney Amerika ve Balkan ülkelerine ihraç ediliyor. Bir nevi para basma makinesi gibiler. Yapımcılarını, yönetmenlerini, oyuncularını kısaca sektörü zenginleştiriyorlar. Gariban halk da buradaki yaşamları izleyerek sektörün zenginliğine zenginlik katıyor…
Araştırmalar ve açıklamalardan, Türkiye’de dizi sektörünün kâr unsurunu birinci amaç olarak ele aldığı anlaşılıyor. Yani esas olan para kazanmak… Çünkü mütevazı diziler para kazandırmıyor. Raf ömürleri kısa oluyor. Egemen medyanın öncülük ettiği dizilerin Türk toplumunu nasıl etkilediği çok da umurlarında değil. Nitekim Global Agency’nin CEO’su İzzet Pinto, bir söyleşisinde şöyle diyor: “Amaç Türk dizilerini ticari olarak çok daha değerli hale getirmek.”
Sebep ticari olunca sonuç kaçınılmaz olarak toplumun ahlaki çöküşe girmesi oluyor.
Tülay Hergünlü