Tarihte sürekli bir devlet geleneğine sahip kadim milletlerden biri olan Türkler, Doğu ile Batı âlemini birbirine bağlayan ve yüzyıllarca medeniyet mihveri olan İpek Yolu üzerindeki toprakları fethetmişler, zaman ve mekânın şartlarına göre egemenliklerini pekiştirmişler, gittikleri her bölgeyi “vatan”laştırıp yurt haline getirmişlerdir. Bu nedenle dünya siyasî coğrafyasında birçok Türk(eli) vardır. Türklerin Batı’ya doğru göç yollarına (Karadeniz üzerinden Balkanlara; günümüz Afganistan-Pakistan hattı üzerinden Ortadoğu’ya ve ana İpek Yolu üzerinden Türkistan-Horasan ve Türkiye hatlarına) dikkat edildiği zaman hepsinin hem kadim zamanlarda hem de günümüzde jeo-politik öneme sahip olduğu görülür.
• Medeniyetler Beşiği Anadolu
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yer olan Anadolu/Ön Asya, kadim dünyanın kavşak noktasında bulunması nedeniyle jeo-politik ve jeo-felsefi açıdan önemini daima korumuştur. Dicle ve Fırat nehirleri arasında gelişen Mezopotamya medeniyetleri olan Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlar, Elamlar ve Kassitler, Mısır ve Antik Grek felsefeleri ve medeniyetlerinden etkilenen bir Anadolu uygarlığı vardır. Antik Dönem öncesinde Hititler, Frigler, Likyalılar, İyonyalar, Urartular ve Pers medeniyetleri vardı. Büyük İskender Asya kültürü ile İyonya kültürünü bir araya getirerek Helenist bir medeniyet tasavvuru oluşturdu. Romalılar bu kültüre Afrika verilerini de katarak kadim dünyanın en büyük gücü oldular.
Doğu Roma İmparatorluğu’nu 1453 yılında yıkan Türkler buraya Atayurt/Türkistan dedikleri yerden getirdikleri bilgi, bilim ve medeniyet tasavvuruyla burayı yeniden şekillendirdiler. Dil, ve düşünce ve kültür arasındaki irtibatın tarihsel sürecini takip edersek, kültür dediğimizin aslında bir inançlar dokusu olduğunu görürüz. Bu da dil ile ortaya çıkar. Özellikle 10. yüzyıldan itibaren İslam kültür evrenine dâhil olan Türkler, Arapçayı ilmi, Farsçayı yönetim dili olarak kullansalar da Türkistan coğrafyasının kalıcı dili Türkçedir.
• Türkçeyle, Türkçede Düşünme Eyleminin Öncü Metinleri
“Türk Felsefesi” Türkçe, Türkçeyle, Türkçede düşünme eylemini gerçekleştirmek demektir. Felsefe Türkçeyle, Türkçe düşünceyle birliktedir, zamandaştır. Bu eylem-etkinlik, kültürel birikimin tarihsel temellerini ortaya koyup, bir anlama ve açıklama modeli ve/ya tarzı oluşturma imkânını İslam Felsefesi, Arap Felsefesi, Hıristiyan Felsefesi, Musevî ve/ya Yahudi Felsefesi, Çin Felsefesi, Budist Felsefe gibi tasavvurları bağlamında Türk Felsefisini felsefece değerli olanın araştırılması açısından inceleyeme sürecine “giriş”tir.
Bu çerçevede incelediğimiz temel metinler şunlardır:
1. İslam öncesinde Orhun Abideleri (7.yy)
2. İslam sonrasında da Kâşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lugâti't-Türk (1072)
3. Yusuf Hâs Hâcib’in Kutadgu Bilig, (1069)
4. Edip Ahmet Yüknekî’nin Atabet’ül Hakayık (12.yy),
5. Ahmed Yesevî’nin Divan (13.yy), Dede Korkut Kitabı
Bunlar ilk elden Türkçe ve/ya Türk Felsefesinin kurucu metinleri olarak görülebilir. Çünkü bunlar (biri hariç ki o da Araplara Türkçe öğretmek için kaleme alınmıştır) Türkçedir. Bir kısmı Göktürk, bir kısmı Uygur bir kısmı da Arap alfabesiyle yazılmıştır. Bunları yeniden okuyup güncel sorunlarımıza olası çözüm önerilerini artırmak için incelemek veya değerlendirmek, aynı zamanda “kayıp felsefi mirasımız”ın peşine düşmek demektir.
• Niçin bu âlimler merkeze alınmalı?
Din, insan hayatında karşılaşılan ve tecrübe edilen oldukça geniş bir dünyayı kendisiyle anlamlandırdığımız inanç ve davranış sistemi, malumunuz. Bunun sunumunda Türk dilini öncelemelerinden ve Türklerin manevi ortamını oluşturmalarından dolayı bu seçkin zekaları merkeze alıyoruz. Felsefi dil ile söyleyecek olursak Türk Metafiziğini oluşturmalarından dolayıdır.
Bu seçkin zekâlar, Türkistan coğrafyasının kültüründe yeşermiş ve tarihteki Türk devletlerinin kültürel dokusunu oluşturmuşlar, Türk Müslümanlık tasavvurunun metafizik temellerini anlaşılır ve sade bir dil ile açıklamışlardır. Bu hususları, günümüz felsefi birikimiyle okuyarak sürekli gelişen, yeni boyutlar kazanan tecrübelerimiz açısından yerini tespit etmek gerekir. Arap ve Fars Müslümanlık tasavvurunun baskınlığına rağmen geliştirilen metafizik sistemde varlık, bilgi ve değere dair düşüncenin sunumunu yaşanılan ve halk arasında kullanılan dilin tecrübesinden hareketle yapılabilir.
Bu çerçevede jeo-felsefi okumalarımızın yakın hedefi Türkistan’da İslamiyet sonrası üretilen ilk metinleri “Türk Felsefesi oluşturmak” çerçevesinde okumaya çağrıdır. Özellikle “Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte Türkçe ile ve/ya Türkçede düşünme eylemi gerçekleştirildi” önermesini temellendirmektir. Diğer bir ifadeyle, “Türk felsefesi derken, felsefe açısından övünülecek bir düşünce ortaya koymak demektir. Ama bu, Türklerce ve Türkçe ortaya konulduğu için değerli kılmak demek olmayıp felsefe dışı unsurlara dikkat ederek, felsefe olarak değerli kılma çabasıdır.
• Kültürlerin Ortak Taşıyıcısı Olarak Türkçe
Bu bağlamda, Türkistan-Türkiye irtibatının sürekliliğini gösteren Türkçe klasiklerini yeniden okumak ve Türkçe Felsefe açısından incelemek yakın hedeftir. Öncelikle Türkçe ve lehçelerinde üretilen felsefe metinlerini (Varlık-Bilgi-Değer) mukayeseli incelemelerle, Türkçede birleşerek Türkçenin ifade imkânlarını zenginleştirerek kendi hakikat arayışımızı temellendirmek durumundayız. Çünkü İç Asya/Atayurttan Ön Asya/Anayurda Türk etnisitesine dair birçok husus taşındı, ama bu süreçte Anadolu’ya gelmeden yoğun bir Fars ve Arap kültürü etkisi, burada da bulduğumuz Grek/Latin kültürü var. Dolayısıyla Türkçe birçok kültürün ortak taşıyıcısıdır. Daha net ifadeyle söyleyecek olursak Anadolu coğrafyasının temel direği ve taşıyıcısıdır. Bunu söylemek, Cumhuriyeti kuran Türkiye halkından olup Türkçe okuyup yazan diğer etnik yapılara mensup kardeşlerimizin ürettiklerini de “Türkçe Felsefesi” içinde görmeyi getirir.
• Farklı Dilde Üretilen Metinlerin Türk Felsefesi İçinde Değerlendirilmesi
“Türk”çe Düşünmenin, Türkçe felsefenin uzak hedefi ise şudur: Mahiyeti bir/aynı; ama zamanla farklı hüviyetlerde ortaya çıkan ülkelerde, farklı dil ile üretilenlerin de Türk felsefesi içinde değerlendirme imkânını araştırmak. Örneğin 9. yüzyılda Uygur Türkleri arasında yaygın olduğu ve Uygurca yazılan Nasturi metinleri vardır ki bunlar Türkçe felsefe açısından özellikle incelenmesi gerekir. Çuvaşlar, Yakutlar, Batı Kumanlar, Peçenekler, Karamanlılar ve Gagavuzlar/Gökoğuzlar Hristiyanlığı yüzyıllarca önce benimseyen Türk halklarıdır. Ayrıca Tengrist, Budist, Zerdüşt ve eski Şaman inançlarını sürdüren Türkler vardır.
Bu çerçevede İslam Felsefesini de biz, Hz. Muhammed öncesini Tek/Gök Tanrı inanışının farklı tezahürlerine inanma/mümin dönemi; sonrasını ise “müslim dönemi” olarak incelenmesini öneriyoruz. Bu noktada Ahmet Yesevî’nin de Türk Metafiziğinin soyut kavramlarını halka ulaştıran alim, abid, zahid ve arif olarak incelenmesi önemlidir.
• Yeni Bir Ulusal Yapı ve Felsefesi
Türkistan’dan getirdiklerimizle Anadolu’da bulduğumuz (Arap, Fars, Bizans ve diğer kültürler ve felsefeleri) birikimleri, eleştirel ve mukayeseli okumalar yapmaya çalışıyoruz. Böylece Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla yeni bir ulusal yapı ve felsefesi oluşturmaya katkı yapmayı hedefliyoruz. Çünkü Mermi Uygur’un ifadesiyle her “ulusal felsefe, felsefedir her şeyden önce, ne tektir, ne de biriciktir. Her ulusal felsefe, her ülkenin her yurt, halk, dönem ve çağın, her kültürün salt kendisinin diye nitelediği felsefe, aslında dünya felsefesinin uzayca, zamanca tüm evreni kuşatan felsefenin bir bölümü, parçası, yöresi durumundadır. Tüm alanını, değerini, özelliğini bu çerçeve içinde, bu çerçeveden, bu çerçevedeki yerine göre alır.”
• Millet ve Kültür Özdeşliği
Bunu söylemek, Cumhuriyeti kuran Türkiye halkından olup, Türkçe okuyup yazan diğer etnik yapılara mensup vatandaşlarımızın/kardeşlerimizin ürettiklerini de “Türkçe felsefesi” içinde görmeyi getirir. Çünkü monarşi sistemiyle yönetilen Osmanlının kültürel birikimini devralan bir yapının Cumhur’u, millet tasavvurunu toplumsal birimlerin tamamına yakınını içeren bir şekilde kurmayı hedeflemiştir. Kurucu lider Mustafa Kemal’in ifadeleriyle “Bu toplumu oluşturan her bir İslam unsuru, bizim kardeşimiz ve çıkarları tamamıyla ortak olan vatandaşlarımız olarak nitelendirir ve Cumhuriyeti kuran Türkiye halkına Türk denir.”
Burada millet ile kültür kavramı özdeş olarak kullanılır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde yetiştirdiği felsefeci ve arkeologlardan olan Arık’tan hareketle söyleyecek olursak, kültür bir milletin duygularını, inançlarını, hükümlerini temsil eden kurumlarla, geçmişteki duygu ve inançları koruyan nakleden, aksettiren müesseslerden ibarettir.
Dil, din, hukuk, sanat ahlak; milletin duygularını, inançlarını, hükümlerini aksettirir. Kültür aynı zamanda bir inançlar dokusu olarak da görüldüğü için buradaki temel unsur İslamiyet’tir.
Tarih ve vatan ise geçmişteki duyguların, inançların korunup nesiller boyunca insanlığımıza geçmesini, aksetmesini sağlar. Bu kurumların başı da belli bir soyun emeği ve iradesiyle oluşur. Bu nedenle millet, soy aslına dayanan; kültür birliğini benimsemiş insan kitlesidir.
• Türk Milleti
Türk milleti, bu anlamda, Türk soyundan gelenlerle birlikte, bu soyun yarattığı kültürü benimsemiş, bu kültür hayatını idame ettiren, bu kadere katılmayı benimsemiş olanlardan meydana gelir.
Bu nedenle Türkçeyi ortak payda olarak gören Türkiye Cumhuriyeti, Türkçenin ifade imkânlarını zenginleştirerek kendi hakikat arayışımızı temellendirmeye çalıştı. Bu açıdan halkın temel ihtiyaçları teknik ilimlerdeki eksikliklerin giderilmesiyken, yurt dışına ihtisas için gönderilen öğrenciler arasında felsefenin olması çok önemlidir. Çünkü bu etkinlik, felsefenin Türkiye için bir varlık, Türk kültürü için bir etkinlik ve yaygınlık kazanmaya başladığının bir göstergesidir. Önümüzdeki hafta, “Düşünce-Yurtluk” ilişkisi üzerinde durarak müzakeremize devam edelim, inşallah. Tekrar hayırlı bayramlar olsun dostlar.
(Yazının kaynakçaları için bkz. M. Uyanık, “Türkiye Cumhuriyetinin 100. Kuruluş Yılında Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak -Türk Felsefesi Üzerine Notlar-“, Türk Yurdu (Dilde, Fikirde İşte Birlik), Nisan 2023, 112/428:35-43)