Son yıllarda otizm spektrum bozukluğu tanısı alan çocukların sayısı hızla yükseliyor. Bunun arkasındaki en büyük etkenlerden biri, nörogelişimsel bozukluklara dair bilgi birikiminin artması ve tanı kriterlerinin genişlemesi. Artık daha önce fark edilmeyen hafif düzeydeki vakalar da tanı kapsamına alınıyor.
Aynı zamanda toplumdaki farkındalık düzeyinin artması da tanı oranlarını etkiliyor. Otizmin sosyal iletişimde zorluk, rutinlere bağlılık ve tekrarlayıcı davranışlarla kendini gösterdiği daha iyi anlaşılır hale geldi. Ancak bazı uzmanlara göre çevre kirliliği, ağır metal birikimi ve doğum öncesi geçirilen enfeksiyonlar da bu artışta rol oynayabilir.
Genetik Yatkınlık Tek Başına Yeterli Değil
Prof. Dr. Tarhan'a göre otizm, sadece genetik bir hastalık değil. Genetik yatkınlığı olan bireyler, çevresel risk faktörleriyle karşılaştıklarında otizm belirtileri gösterebiliyor. Bu nedenle erken yaşta fark edilen çocuklara özel eğitim ve destek sağlanması, otizmin ilerlemesini önleyebilir.
İzole Yaşam ve Yalnızlık Otizm Riskini Artırıyor
Modern yaşam tarzının getirdiği yalnızlık, izole ev hayatı ve sosyal temas eksikliği, otizmli çocuk sayısındaki artışta önemli bir rol oynuyor. Özellikle tek ebeveynli veya kırılgan aile yapılarında büyüyen çocuklar, yeterli sosyal uyaran alamadıkları için gelişimsel zorluklar yaşayabiliyor. Sosyal etkileşim yoluyla öğrenme süreci sekteye uğradığında, genetik yatkınlık daha kolay şekilde aktive olabiliyor.
Erken Müdahale Hayat Kurtarıyor
Otizm belirtileri genellikle 0-3 yaş aralığında ortaya çıkıyor. Bu dönemde konuşma gecikmeleri, göz teması kurmama, ismine tepki vermeme gibi belirtiler dikkatle izlenmeli. Uzmanlara göre 3 yaşına kadar konuşma gelişimi göstermeyen çocuklar mutlaka değerlendirmeye alınmalı.
Ebeveyn gözetimi olmadan uzun süre ekran başında vakit geçiren küçük çocuklarda dil gelişimi baskılanabiliyor. Ekran maruziyeti, özellikle otizme yatkın çocuklarda öğrenme güçlüklerini derinleştiriyor. Bu yüzden ekran süresi, özellikle ilk üç yaşta mümkün olduğunca sınırlı tutulmalı.
Teknoloji Bağımlılığı ve Öğrenilmiş Otizm Riski
Teknoloji ile fazla zaman geçiren çocuklarda sosyal becerilerde gerileme gözlemlenebiliyor. Bazı araştırmalar, yoğun ekran kullanımı sonucu "öğrenilmiş otizm" benzeri tabloların gelişebileceğini öne sürüyor. Bu çocuklar, doğuştan otizmli olmasalar da, sosyal etkileşimden uzak kaldıkları için otizm belirtileri geliştirebiliyor. Neyse ki bu durum çevresel düzenlemeler ve sosyal ortam desteğiyle geri döndürülebilir nitelikte.
Ayna Nöronlar ve Empati Eksikliği
Otizmli bireylerin beyinlerinde empati ve duygusal anlayışla ilişkili olan "ayna nöron" sisteminde işlev bozukluğu gözlemleniyor. Bu bozukluk, bireyin hem kendi duygularını hem de başkalarının duygularını anlamasını zorlaştırıyor. Sonuç olarak, otizmli bireyler sosyal ilişkilerde uyum sağlamakta güçlük çekebiliyor.
Otizmde Mavi Rengin Simgesel Anlamı
Otizm farkındalık kampanyalarında sıkça kullanılan mavi renk, özgürlük ve sınırsızlık temalarını simgeliyor. Mavi ışıkla yapılan farkındalık çağrıları, otizmli bireylerin sosyal ve düşünsel sınırları anlamakta yaşadığı güçlüğe dikkat çekmeyi amaçlıyor.
Otizmli Çocuklar İçin Neler Yapılmalı?
Otizm tanısı konulan çocuklar için bireyselleştirilmiş eğitim programları, duyu bütünleme terapileri, özel eğitim ve sanatsal faaliyetler büyük önem taşıyor. Bu süreçte anne-baba desteği, uzman eğitmenler ve terapistlerin birlikte çalışması gerekiyor. Ayrıca sevgi dolu bir aile ortamı, çocukların daha az agresif davranmasını ve sosyal uyum becerilerinin gelişmesini sağlıyor.
Prof. Dr. Tarhan, otizmli çocukların topluma kazandırılmasında erken tanı ve doğru yaklaşımın belirleyici olduğunu vurguluyor:
“Otizmli bireyler doğru eğitim ve çevre ile sosyal yaşama tam olarak katılabilirler.”