1995 yılından bugüne Çorum İlahiyat fakültesinde klasik okumalar çerçevesinde İlimlerin Sayımı, Tedbiru’l-Mütevahhid, el-Munkız mine’d-dalâl ve Faslu’l-makal adlı eserleri okuyor ve okutuyoruz. Aygün Akyol öğrenciliğinden başlayıp öğretim üyeliğinin de bütün aşamalarında adı geçen sürecin mimarlarından biri olarak bu eserlerin Türkçe çevirilerini Arapça özgün metinleriyle birlikte yayımladı. Gazzâlî’nin "aklı karışıklar için kılavuz" niyetiyle yazdığı el-Munkız adlı eserinin çevirisine bir makale yazarak Gazzâlî merkezli bir nevi “dini gruplar sosyolojisi” yapmaya çalıştık. Dini grupların kendi dışındakileri tekfir ederek din dışı ilan etmeye, bazılarını da yaptıkları yorum (tevil) nedeniyle “ötekileştirme”ye yönelik dillerinin temellerini anlamaya çalıştık. Şimdi de Gazzâlî’nin Faysalu’t-Tefriḳa beyne’l-İslâm ve’z-Zendaḳa adlı eserini İslam’da Tekfir Söyleminin Temellerine Dair ismiyle yayımlama aşamasındayız. Bu çalışmamız, önceki okumalarımızı tamamlayıcı mahiyette. Bununla ilgili de makale yazarak günümüzde tefrika ve zındıklık kavramlarını kullanarak toplumsal ötekileştirme ve felsefe karşıtlığının Gazzâlî üzerinden devam ettirilmesinin tutarlılığını müzakere etmek ve olası yanlışlıkları en aza indirgemek amacını benimsedik.

Gazzâlî'nin adı İslam ve Zındıklık arasındaki Ayrılık/Farklılık Noktalarının Neler Olduğuna Dair Nihai Söz’ olarak çevrilebilecek kitabının Türkçe ve İngilizce çevirilerinde “İslam’da Tolerans/Müsamaha” kavramlarının tercih edilmesini anlamak zor. Gazzâlî ve diğer Müslüman âlimler eserlerinin isimlerinin içerikle uyumlu olmasına özen gösterdiklerine dikkat edince, İman/İslam ve Zındıklık/Küfür Arasındaki Ayrılık Noktalarına Dair Sınırlar Hakkında olan kitabın İslam’da Tolerans ya da Müsamaha diye çevrilmesi ironik olmuş.

Gazzâlî’nin entelektüel çalışmaları Eş'arilik, felsefe, özellikle de mantık ve sufizm kaynaklıdır. O, sufi (mistik) görüşleri, Eş’ari teolojisini ve aynı zamanda felsefeyi eserlerinin en iyi kısımlarında bir araya getirmeye, neyin İslam’a yararlı neyin de zararlı olduğuna dair (herkesin kabulünü istediği) ölçütler geliştirmeye çalıştı.

Malumunuz olduğu üzere Allah’ın bilgisi (tümel-tikel), Haşr yani yeniden dirilmenin nasıl olacağı ve Âlemin mahiyeti yani yaratılması meselesindeki yorumlarından dolayı filozofların kafir olduğunu söylemiştir. O, filozofları eleştirirken Farabi’yi özellikle İbn-i Sina’yı kastetmektedir. Gazzâlî, İbn-i Sina'nın insanları yanılttığını düşünür, Filozofların Maksatları ve Tutarsızlıklarına dair yazdığı iki eser genel olarak felsefeyi büyük çapta reddediyormuş gibi gözükmesine neden olmuştur. Oysa Onun yapmak istediği neyin İslam’a uygun neyin uygun olmadığına dair çalışmalarına felsefeyi de dahil etmek olarak yorumlanabilir. Bu açıdan felsefenin bir kısmı yararlı ve meşrudur, bir kısmı da değildir. Gazzâlî’ye göre kurallarına uygun felsefeyi yürekten kucaklamalıyız, ancak felsefeyi onlardan ayrıldığı ölçüde de reddetmeliyiz. Gazzâlî’nin tutarsızlık iddialarının da tutarsız olduğunu söyleyen İbn-i Rüşd onun sentezini kabul edilemez bulur. Gazzâlî’nin “iyi gün düşünürü” olduğunu bazen Sufilerle bir sufi, Eş’arilerle bir Eş’ari, Filozoflarla da bir filozof” gibi ifadesinden anlayabiliriz. Bu açıdan eserlerini hangi dönemde ve kimlere yani insanların hangi kesimine yazdıklarını tahlil ettiğimizde açıkça imkansız değilse bile, herhangi bir şekilde tutarlı olarak anlaşılması en zor alimlerinden birisi Gazzâlî’dir. Nitekim Munkız’da yaşadığı “varoluş krizini” açıkça anlatır ve ders veremez hale geldiğini, dile getiremediği şüpheciliğinin boyutlarını anladığını belirtir. Eş’ari inanç ilgili metafiziğin bir kısmını sufizmle ustaca bir araya getirerek bu varoluş krizini aştığını söyler. Yani Eş'arilik ile dünyayı içsel şekilde temsil etmenin yeterli olmadığın kabul eder ama bu gerekli olmadığını söylemek anlamına gelmediğini de vurgular.

Gazzâlî yakında yayımlanacak olan çeviride (104-106. paragraflarda] tekfir edilme ihtimali olan hususlar ve tekfir edilmeme ihtimali olan hususlar üzerinde durur. Önce tekfir etmenin veya etmemenin her durumda kesin olarak idrak edilebileceği zannına kapılma, diye uyarır. Çünkü “tekfir, şer’î bir hüküm olup, malına el konulmasına, kanının dökülmesine ve ateşte ebedi olarak kalacağına hükmetmektir.”

Tekfir ve Aforoz Kavramı Arasında Fark Var (mı?)

Bu noktada Hristiyanlıktaki aforoz “anathema” kavramı ile tekfir kavramının mukayesesini yapacak olursak, Ortaçağda yani Erken Katolik Kilise döneminde aforoz edilen kişi bütün haklarını yitirirdi. O dönemlerde Kilise de tutulan bütün resmi kayıtları (Doğum ve ölüm, tapu, evlilik, eğitim) silinirdi. Daha sonraları aforozun intikam almak için verilen bir ceza olmadığı, iyileştirici, kişiyi açıklama yapmaya ya da tavırlarını değiştirmeye, pişman olup topluluğa geri dönmeye zorlayan, ıslah edici bir ceza olarak uygulamada olduğu belirtildi. Aforoz edilmiş kimse, hâlen, vaftize karşılık görülen bir karaktere sahip bir Hristiyan ya da Katolik olarak görüldüğü, Roma Katolik Kilisesi’nde resmî aforoz, aforoz edilmiş bireyin pişmanlık beyanı, akide -amentü- sözü (eğer suç dinsel sapkınlığı içeriyorsa), itaatin yenilenmesi ile uygulamadan kaldırılabiliniyormuş. Katolik kilisesine göre Martin Luther’in aforoz hükmünün sürdüğün söylersek durumun ironikliği ve dini/mezhebi bölünmenin derinliği anlaşılır.

Ortodoks Kilisesi’nde, aforoz Kutsal Şölen’e mensubiyetten alıkonulma, uzaklaştırılma şeklinde kendini gösterir, pişmanlık sürecinin bir parçası olarak da kabul edilebilir. Aforoz genellikle topluluğa ait üyeyi ıslah etmek amacı ile yapılır.

Sonuç

Burada dikkat edilmesi gereken husus, tekfir genelde kelâm ilminin konuları arasında yer alırken, Gazzâlî’nin bu hususu fıkhî bir mesele olarak kabul ederek, tekfirin doğurduğu sonuçlara yönelmesidir.

Günümüzde bunun siyasi, dini ve uluslararası alanda hâlâ hissediliyor olması bu kırılma noktasının ayrıntılı ve disiplinlerarası çalışmalarla yapılması gerektiğini göstermektedir. Nitekim Mısır’da Nasr Ebu Zeyd eşiyle boşanmış sayılmıştı ve O da ülkeyi terketmişti.

Türkiye’de Mustafa Öztürk ilk dönem İslam tartışmalarında net bir şekilde görülen vahiy tasavvurlarından birini (özel bir ortamda ama hiç de hoş karşılanamayacak bir üslupla) söylemesinin kamuoyunda yayılması üzerine tövbeye davet edilmişti. Onun “artık memleketimde balık avlayacağım” ironisine ise “eğer laik bir devlette yaşamasaydın balık tutman hayal olurdu” şeklinde cevap verilmişti. İlgili akademisyenin yanı sıra bütün ilahiyat fakültelerinin aslında bu konuda tövbe etmesini isteyen yazarlar bile çıkmıştı. Öztürk ise bütün olumsuzluklara rağmen fikir hürriyeti bağlamında açıklamalarını değerlendiren insanların yaşadığı ülkeyi “tımarhane”ye benzetip, (çoğu İslamcılar gibi) Almanya’ya göç etmiş!

İslâm'da, ruhbanlık sınıfı yok, yani işlenen suç hangi türden olursa olsun, mahkemelerden başka suçluya ceza verme yetkisine sahip bir zümre bulunmuyor. Buna rağmen tekfir söyleminin günümüzde dini/itikadi alanla sınırlı kalmayıp sosyal ve siyasi alana taşınmaktadır. İslam dünyasındaki fanatik, radikal örgütleri bu tekfir söylemi beslemektedir. Uluslararası alanda da bu örgütlerin söylemleri etkin olmaktadır. Tekfir kavramının Gazzali ile başlayan kırılma noktasının ilahiyat, siyaset-kamu yönetimi ve uluslararası disiplinlerle eş güdümlü olarak incelenmesi bir zorunluluktur.

Mevlüt UYANIK

(Metni okuyup redakte eden Muaz Ergü hocama teşekkür ederim)

Kaynakça

-Gazzali, Faysalu’t-Tefriḳa beyne’l-İslâm ve’z-Zendaḳa: İslam’da Tekfir Söyleminin Temellerine Dair, Yayım aşamasında.

-Mevlüt Uyanık-Aygün Akyol, İslam Felsefesi: Giriş, (Elis Yayınevi 2020)

-Anthony Robert Booth, Analitik İslam Felsefesi, çev. Emel Sünter, Mirpenç Akşit (Konya: Eğitim Yayınevi 2020), 139-144

-Yusuf Şevki Yavuz, Tekfir, İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV 2011), 40/350-356

-M. Süreyya Şahin, Aforoz, İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV 1998),1/412-413 350-356.

-https://tr.wikipedia.org/wiki/Aforoz