En ilerici, devrimci, ya da değişimci diye kabul ettiğimiz insanlarda bile öyle bir an geliyor ki, gelenekçi yan ağır basıyor ve kimi zaman önyargıyla, kimi zaman bilinçaltı bir dürtüyle en muhafazakar insanlardan daha tutucu olabiliyor.
Bu yüzdendir ki geleceği hazırlamak o kadar kolay olmuyor.
Geleneği reddetmeden, geleceği kurabilmek mümkünken, birini diğerinin karşısına koymak alışkanlığından vazgeçmeden atılacak her adım, geleceğimizin önüne yeni engeller çıkartıyor.
Atatürk’ ü anlamadan Kemalist geçinenler kadar, her yaptığı yanlışın arkasından “ulu önder Atatürk”’ün arkasına saklananlar bu ülkenin geleceğini karartıyorlar.
Osmanlı geleneğine sahip çıkma adına yapılan her türlü sanatsal ve kültürel üretime karşı çıkanlar kadar, laiklik adına ya da AK Parti karşıtlığından yola çıkarak yapılan her türlü demokratik değişim ve dönüşümü engellemeye çalışanlar, aynı havuza su taşıyorlar.
Bu cepheden baktığımızda Kars’ ta yapılan barış ve hoşgörü anıtına “ucube” diyerek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ da aynı kesimin ekmeğine yağ sürmüştür.
Kaldı ki, heykel gibi tarihin en eski sanatsal uğraşlarından birinin üstelik de uluslar arası üne sahip bir heykel sanatçısının emeğine saygısızlık yapmaya Başbakan da dahil, hiç kimsenin hakkı yoktur.
Başbakan; muhafazakar, gelenekçi bir ideolojinin savunucusu olabilir ve manevi değerleri itibariyle heykel sanatına karşı da olabilir. Ancak, yaklaşık 5 yıllık bir emek var ortada ve tam da kültürel değerlerin yeniden kazanılmaya, komşularımızla barış ortamının oluşturulmaya çalışıldığı bir dönemde barış ve dostluk mesajı vermesi hedeflenen bir esere karşı bu tavır hiç de yakışık almadı.
Umarım bu tür yanlışlar tekrarlanmaz ve gelenekçilik adına geleceğimizin önüne bu tür engeller çıkarılmaz.
Geleneğimizi, geleceğimizin karşısına koyarak değişimi gerçekleştirmek mümkün olmayacağı gibi,; geleceği bildik, statik tutum ve tavırlarla, geleneği yok sayarak kurmak da olanaklı değildir.
Toplumun çok farklı kesimlerinde, farklı biçimlerde oluşan akıl tutulmasını, algı noksanlığını değerlendirirken göz önünde tutmamız gereken en önemli argumanlardan biri de geleneğe körü körüne bağlanmaktan kaynaklanan ön yargılarımızdır, diye düşünüyorum.
Bugün, kendisi gibi düşünmeyen herkesi öteleyen, tavır alan ya da yok sayan zihniyetin bu tür davranışlarını başka türlü nasıl izah edebiliriz?
Gerek medya yoluyla koşullandırarak, gerekse örgütsel disiplin yutturmacasıyla etki alanındaki tüm insanları tek tipleştiren kurum ve kuruluşlar bu ülkeye en büyük kötülüğü yapmışlardır.
Yaklaşan genel seçimler öncesi siyasi partilere baktığımızda da aynı tutum ve davranışları görmek mümkün.
Bireyin kişisel özgürlüğünü yok sayan bir anlayış içerisinde cemaat ilişkisiyle sürdürülen örgütsel faaliyetler, siyasi partileri giderek başkan ve adamlarına tabi bir yığın örgütüne dönüştürüyor.
Sormayan, sorgulamayan, koşulsuz, otoriteye tabi üyelerden oluşan bir siyasi partinin; ne kendisini, ne de tabanını dönüştürmesi mümkün olabilir mi?
Gelenekten geleceğe giden yolun aydınlığa çıkabilmesi, ancak özgür bireyler ve onların kişisel iradeleriyle oluşturacakları sivil insiyatiflerle yaşama geçebilir, anlam kazanır.
Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de artık geleceğin güvencesi, siyasi partilere de yön verecek olan Sivil Toplum Kuruluşlarının örgütlülük düzeylerinin yükselmesinden geçiyor.
Sivil Toplum Kuruluşlarının niteliği ve işlevini başka bir yazıda daha derinliğine irdelemeye çalışacağım.
Sevgisiz ve örgütsüz kalmayın..