Gelelim, Celal Şengör’ün son olarak madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak bir takım çevreci kisvesi takınanlar için söylediği “Zır Cahil” ve “Onları Kovmak” gibi kelimelerine ne diyeceğiz?
Yazımın birinci bölümünde söz ettiğim gibi; bir filozofun insanı özellikleri açısından normal insanlardan farklı olarak olaya dikkat çekmek için bazen kabul edemeyeceğimiz sert konuşmalar yaparlar.
Diğer taraftan Celal Şengör’ün bu sözlerine, başta avukat veya gazeteci kimliği olan veya madencilik faaliyeti hakkında en ufak bir bilgiye sahip olmayan kişilerin hakarete varan sözlerine ise hiç bakılmıyor.
Bu kişilerin madencilikle ilgili hiçbir eğitimi ve bilgi birikimi olmadan ona hakaret var-i konuşmaları en hafif tabiri ile hadsizlik, terbiyesizliktir.
Hele hele yerbilimci olduğunu söyleyen ve meslektaşım demekte zorlandığım kişilerin Şengör’ün sözlerine karşı eleştiri getirir iken mesleğe ihanet etmelerini hiç anlamış değilim.
Yine Ormancılar Derneğinin Celal Şengör’ün ifadelerine karşı, ona cahil demeleri de çok komik oluyor.
Bir önceki, yani 4 Aralık’ta “Dünya Madenciler Günü” olması nedeniyle yazdığım köşe yazımda “bilinçsiz çevreciler” tabiri kullanmıştım.
O yazımda sahip olduğumuz cep telefonundan beyaz eşyalara, otomobilden yaşadığımız evimize baştan sona her şeyde maden olduğunu ve madencilerin emeği sayesinde onları kullanabildiğimizden bahsetmiştim.
Yine o yazımda “yenilenebilir enerji” konusunda madenler olmadan ne rüzgâr türbinlerini ne de güneş panellerini üretemeyeceğimizden bahsetmiştim.
Ayrıca o yazımda madenlere karşı çıkan çevrecilerin hangisi cep telefonu, bilgisayar, araba ve benzeri araç-gereci kullanmıyor? Hangisi çadırda yaşıyor? Sorularını da sormuştum.
Bugün hiçbir çevrecinin “Tarzan” var-i bir hayat yaşamadığını ve madenler olmasa modern anlamda hiç birimizin yaşayamayacağımızı da belirtmiştim.
Kalkınmanın ve uygarlığın temelinde madenciliğe önem vermekten geçtiğini ifade eden ulu önder ATATÜRK’ün “Efendiler! Ekonomik durum söz konusu olduğunda, bugünkü uygarlığın gücü temeli olan maden sanayine özellikle önem vermenizi ve yönelmenizi isterim” sözüne ne diyeceğiz.
Atatürk, ülke kalkınmasında madenciliği önemli gördüğü için 1935 yılında madenlerin araması için MTA’yı ve madenlerin işletilmesi için de ETİBAK’ı kurmuştur.
Peki! Çevre konusunda hassasiyeti olanlar, madencilik faaliyetleri konusunda hiç haklı değiller mi?
Bu soruya bazı örnekler ile cevap vermek çok daha doğru olacağını düşünüyorum.
Mesela, “trafik canavarı” diye tarif ettiğimiz hatalı ve yanlış araç kullanan ve kurallara riayet etmeyen sürücüler var diye tüm araçların kullanılmasını yasaklıyor muyuz?
Mesela, sucuk, salam gibi işlenmiş gıda ürünlerini sağlıksız üreten firmalar var diye tüm işlenmiş gıda üretimini yasaklıyor muyuz?
Mesela, internette özellikle çocuklar için kötü alışkanlıklar kazandıracak kumar veya cinsel içerikli siteler var diye tüm internet mi yasaklansın?
Bu örnekleri daha fazla sıralayabilirim.
Tabi ki başta kurucumuz ulu önder ATATÜRK’ün düşünceleri olmak üzere yeraltı kaynaklarımızın ülke çıkarları düşünülerek üretilmesi esastır.
Eğer bir siyasi iktidar yabancı şirketlere madenleri kiralıyor ise buna karşı durmak siyaseten haklı bir gerekçe olabilir.
Ya da madenlerin yerli özel şirketlere verilmesini de yanlış görebilirsiniz.
Fakat bu madencilik sektörünü engelleme mantığı ile olmamalı, olmaz, olamaz.
Hatta bu çevre ve orman gibi konular bahane edilerek de olamaz.
Daha önceki “Akbelen, enerji, kömür ve çevre açısından gerçekler” konusunda ki köşe yazılarımda bahsettiğim üzere tüm madencilik faaliyetleri sonrasında tekrar çevreye uygun yeniden düzenleme çalışmalar ile doğaya uygun hale gelebilmekte.
Hem meslektaşım hem oğlum olan Orçun Tugay Deniz şu anda Avusturya’nın Leoben şehrindeki ünlü Mautain University Leoben’nin Maden mühendisliği bölümünde kıdemli araştırmacı (Senior Researcher) olarak görev yapmakta.
Bu yaz onu ziyaret ettiğimde Leoben şehrinin her yeri asırlık ormanlar ile kaplı olduğuna şahit oldum.
Diğer taraftan şehrin hemen kıyısında ve ormanların içerisinde biri taşocağı olmak üzere diğeri bir yeraltı linyit ocağı ve bir diğeri de şehre 30 km uzaklığında yine ormanlar içerisinde bir demir madeni olmak üzere üç adet maden işletmesinin varlığına da şahit oldum.
Ayrıca, ormanlık alanda ve hemen şehrin dibinde biri demir cevheri işleme tesisi diğeri de demir-çelik fabrikası olmak üzere 2 adet maden işleme tesisi de bulunmaktadır.
Bu madenlerin ve tesislerin ormanlara ve çevreye zarar veriyor diye bir olay olmadığı gibi şehirde madencileri onura eden birçok faaliyet duruma da şahit oldum.
Tüm Dünya’da madencilik faaliyetleri sebebi ile herhangi bir olumsuzluk yaşanmaz iken neden bizde sürekli çevre ve orman baskısı ile madencilik faaliyetleri engellenmekte, anlamakta güçlük çekiyorum.
Yukarıda bahsettiğim üzere birkaç jeolog ve maden mühendisi olanların bu engellemeye çanak tutması da cabası olup, en az tabiri ile trajikomiktir.
Eğer madencilik faaliyetlerinin yapılmasını istemiyorsanız Jeolog veya Maden Mühendisliği görevini de yapmamanız gerekmez mi? Böyle ikircikli bakış açısı olmamalı, olmaz, olamaz!
Diğer bir sözüm de “Ormancılar Derneği”ne olacaktır.
Bugün orman alanlarının ancak %0.3’ü kadar kısmı madenlerin işletilmesi için verildiğini daha önceki yazılarımda bahsetmiştim.
Herhangi bir madenin orman alanı olan yerlerde işletilmeye açılması için Orman Genel Müdürlüğü’nün izni olmadan maden ocağına bir çivi bile çakılamaz.
Hatta bir maden sahası orman vasfı taşıyor ise orman ağaçlandırma bedeli olarak bir kereye mahsus hektar başına yüksek bir bedel ödenmektedir.
Ayrıca arazi tahsis bedeli ve teminat gibi her yıl birçok bedel de alınmaktadır.
Bir örnek verecek olursam; orman ile ilgili olarak Orman Genel Müdürlüğünün (OGM) kurum hesabına 2022 yılında 715 bin TL ödenmiş olan 15 hektarlık alana sahip bir maden ocağı, 2023 yılı için 1.7 milyon ödemiştir.
Bu rakamlar 2024 yılında 15 hektarlık alana sahip maden ocağı için en az 2.5 milyon TL’ye ulaşması beklenmektedir.
Bu ödenen rakamlar, OGM’nün yeni orman alanı oluşturmak için harcadığı bedellerin 3 ila 5 katına eşit bir rakama denk gelmektedir.
Yani, kesilen ağaçların yerine madenciler orman alanlarının çoğalması için 3 ila 5 katı daha fazla artmasına katkı yapan sektördür.
Üstelik hem Dünya’da hem Türkiye’de madencilik faaliyetleri bittiğinde maden firması maden sahasını çevreye uygun yeniden düzenleme çalışmalar ile doğaya uygun hale getirmek zorundadır.
Maden bittikten sonra tekrar orman vasfına dönüştürmek için harcanan bedeli her yıl kuruma ödenen bedellere dâhil etmiyorum.
Diğer bir durumda maden sahalarında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının ÇED gerekli değildir yazısı olmadan veya ÇED gerekli ise bakanlığın yetkilendirilmiş olduğu kuruluşlardan ÇED projesi yapılmadan ve Olumlu yazısı olmadan hiçbir maden işletmeye geçemez.
Ayrıca, Milli Parklar, Tabiat Parkları, Tabiat Anıtları, Tabiatı Koruma Alanlarında ilgili kurumlardan görüş almadan madencilik faaliyetlerine başlanmaz.
Madencilik gibi DSİ ve müzelerin de dâhil olduğu 22 farklı kurumdan görüş almak durumda olan başka bir sektör de yoktur.
Bir maden ocağında yapılması gerekeni denetlemekle görevli birçok kurum vardır.
Bunların başında Enerji ve Tabii kaynaklar Bakanlığına bağlı MAPEG olmak üzere, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının ilgili kuruluşları gelir.
Eğer bir maden sahasında yanlış bir uygulama yapılıyor ise o madeni işleten firmaya cezalar kesilebilir, hatta maden ocağı faaliyetleri askıya alınabilir.
Eğer bu kurumlar görevini yapmıyorsa, madencilik faaliyetlerini toptancı bakış ile temelli yasaklamak mı gerekir?
Prof.Dr. A.M. Celal Şengör’de bir yerbilimci ve de bir filozof olarak yapılan yanlışlığa dikkat çekmek için sözde çevrecilerin bilinçsiz davranışlarının ülke açısından neye mal olduğunu toplumu aydınlatmak için aşırı tepki göstermiştir.
Sözün özü; bir filozofu insanı yönü ile sözlerini ve davranışlarını eleştirebiliriz. Fakat, onun bir filozof olmasının hakkı için bu davranışları görmezlikten gelmek daha doğru olmaz mı?
Sonuçta 85 milyonluk ülkede kaç tane Celal Şengör var?
Sağlıkla ve Bilim’in doğrultusunda kalın…