Yetmişli yıllardan itibaren, köyden şehre göçlerin daha hızlı olarak gerçekleşmeye başladığını görmekteyiz. Tabi bunun ekonomiden, eğitime kadar birçok nedeni var. Bu göçler nedeniyle hızlı şehirleşmenin veya çarpık yerleşimin hızla arttığını bununda artı ve eksileri beraberinde getirdiğini hep beraber gözlemliyoruz. Rahmetli Turgut Özal, gece yabancı bir Cumhurbaşkanı ile Esenboğa Hava Alanı’ndan Ankara şehir merkezine gelirken, misafiri gece konduları göstererek ‘’bunlar ne böyle?’’ diye sorunca, Özal’da hazır cevap, ‘’Sayın Cumhurbaşkanı bunlar benim ülkemin arıları, bal üretmek için durmadan çalışıyorlar’’ demiştir.
Artılara bakacak olursak, köyden şehre gelen vatandaşların çocuklarının eğitim seviyelerinin yükseldiğini, belki ekonomik anlamda daha iyi konuma geldiklerini, köylerde bulamayacakları bir takım hizmetlere kavuştuklarını, devlet açısında baktığımızda toplu ortamda olması nedeniyle hizmetin vatandaşa ulaştırılmasının kolaylaştığı, daha ucuza mal olduğu gibi hususlar göze çarpmaktadır. İşin eksi yönünden bakacak olursak;, vatandaşın plansız programsız, alt yapısız rastgele alanlara başını sokmak adına bir baraka yaparak zor şartlar altında hayatını idame ettirmeye çalışması, evini su basması nedeniyle yağacak yağmurların korkulu rüya haline gelmesi veya apartmanda yaşıyorsa ömrünün uzun kısmının köyde müstakil bağlı bahçeli evlerde geçirmeleri nedeniyle apartman yaşamına uyum sağlamakta zorlanması, komşular kızar, televizyonun sesini kıs, yüksek sesle konuşma, kapıyı çarpma vb. gibi çocuklarını uyarmaktan bıkıp, bu nedenle yazları veya emekliliği iple çekmesi. Şehirde umduğunu bulamaması, kalabalıklar içerisinde kendini yalnız hissetmesi, zor durumda kaldığında kapısını çalıp borç alabilecek bir dost bulmakta zorlanması, bunun yerine kredi kartlarına yönelmesi ve zamanla içinden çıkamaması. Gürültü, trafik, güvenlik vb. durumların psikolojisini bozması ve çağımızın hastalığı olarak tabir edilen stresin küçüğünden büyüğüne kadar herkesi etkisi altına alması. Köyde daha çok zor şartlarda yaşadığı dönemlerde hastane yüzü görmezken, şimdi tabiri caizse hastaneye abone olması. Tahlil ve tetkiklerde bir şey çıkmamasına rağmen rahatsızlıkların devam etmesi ve derdine çare bulmak adına doktor doktor gezmesi. Gittiği tüm doktorların, ‘bir şeyin yok stresten uzak dur’ diye tavsiyede bulunması… Bilhassa tek başına yaşayanlar için, yaşanan bir deprem sonucu apartmanda ilgilenen olmadıysa kendisini yalnız hissedip sonra meydana gelebilecek artçı depremlerden daha çok korkması ve uzun süre köylerdeki yakınlarının yanında kalmayı istemesi gibi hususlar.
Bir televizyon programında izlemiştim. İstanbul’da kariyer sahibi, orta yaşlı bir vatandaş; eşine,
‘Hanım, bizim ziyaretine gittiğimiz dostlarımız ziyaretçisi eksik olmayan, her türlü imkâna sahip insanlar. Gel bu bayram bir farklılık yapalım. Karşıdaki bakkal amca, bu sokakta herkesi tanır. Ben ona sorayım, bu sokaktaki apartmanlarda geleni gideni olmayan, yakınları tarafından aranmayan yaşlıları veya doğal afetlerde yakınlarını kaybetmiş tek başına yaşayan gençleri seninle bir ziyaret edelim’ der.
Hanımı da; ‘Çok güzel fikir. Hemen sen bakkal amcaya sor gel’ der. Adam bakkala gider, durumu anlatır. Bakkal, ‘aferin evladım, çok güzel düşünmüşsün ne ekersen, onu biçersin, demiş atalarımız. İnsan yaşlılıkta para pul aramıyor, nasılsın amca? Diyecek insanoğlu arıyor. Ben bu bakkallığı bu yaşımda para için kazanmak için yapmıyorum. İhtiyacımda yok. Ancak, kendimi oyalamak için yapıyorum ‘’’ der ve sokaktaki kimsesiz yaşlıları ve yalnız yaşayanların ismini tek tek verir.
Adam hanımını alır, sokağın başındaki apartmandan başlar. Zira bu apartmanda tek başına yaşayan bir amca vardır. Zile basar, adam açmaz. Tekrar basar bu sefer de ‘’kimsin, niye basıyorsun, ne satıyorsun, almıyorum işte kardeşim’’ gibi sert cevaplar verir. Adam bu hakarete aldırmadan devam eder,
’ Amca ben toplayıcı, pazarlamacı değilim. Sokağın sonundaki apartmanda kalıyorum. Hanımla bayram ziyaretine geldik’ der. Yaşlı amca kapıyı açar ve içeri girerler. Yaşlı amca;
‘Yanlış anlamadım demi, ziyaretime geldiniz’ diye ısrarla sorar. Evet deyince, hüngür hüngür ağlamaya başlar. Biraz sonra sakinleşir ve şu ders alınacak cümleyi söyler ‘’ Evladım, ben falanca görevden yıllar önce emekli oldum. Çok mutluyduk. Teyzeniz rahmetli olalı 20 yıl geçti. 20 yıldır, kapımı açan olmadı. Zile ya toplayıcı, ya da pazarlamacı bastı. 20 yıldır ilk defa evime bir ziyaretçi olarak siz geldiniz. Kaba davrandığım için özür dilerim, ne olur kusura bakmayın evladım ‘’ der.
Bu cümle karşısında ziyaretçilerde ağlamaya başlar ve hanım demek ki, televizyonlarda gördüğümüz çöp dolu evler veya intihar girişiminde bulunanlar sadece ekonomik nedenlerle değil, apartmanda dışlanmanın da etkisi var diye mırıldanır. Hayatlarında en mutlu oldukları bayram ziyaretinin mutluluğunu yaşarlar.
Bizim köyde,(Osmancık- Seki) 70-80 seneden beri süre gelen şöyle bir rivayet var. Yaşlı bir teyze ‘’ Gün gelecek insanlar, köyleri bırakıp şehirlere kaçacaklar, yine gün gelecek insanlar şehirleri bırakıp geri köylere kaçacaklar’’ dermiş. Tabi bir asra yakın zaman önce bu düşündürücü sözü niye söyledi bilmiyoruz ama köylerimize geri dönemesek te, imkânları olanların şehir merkezinin stresinden bir nebze uzak kalma adına şehirlerin kenarlarına yapılan siteleri veya salgın hastalıklarında etkisiyle hobi bahçelerini tercih etmeye başladıklarını görüyoruz.
Bu bağlamda; ‘’Doğuran anaya evlat, yabancı / Otuz doğum geçse bitmez bu sancı / Apartmanlar çıktı / Komşular oldu yabancı ‘’ hesabı, özellikle büyük şehirlere doğru gittiğimizde, kalabalık içerisinde yalnız yaşıyorum, çünkü, ‘’Ne halimi soran oluyor / Ne kapımı çalan oluyor / Sağımda, solumda, altımda, üstümde komşular duruyor ‘’ diyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoğalmaya doğru gittiğini üzülerek gözlemlemekteyiz.
Bunun en bariz örneği, postacı veya bir görevli 10—15 daireli bir apartmanda bir komşunun (!) adını sorduğunda bilmiyorum, kapıcıya sor diyoruz. Sivil savunma açısından da apartmandaki komşularımızı tanımanın çok önemli faydaları var. Biz sivil savunmacılar buna ‘’HUKİ’’ diyoruz. Bir afet durumunda gelecek kurtarma ekiplerine haber verme, (sarası var, hasta, çocuk, felçli vs. ) bilgi verme, onların çalışmalarını çok kolaylaştıracaktır. Ayrıca, büyük afet sonrası zarar görmeyen komşular, küçük veya kendini koruyamayan yaralı komşu çocuklarını kötü niyetli insanların sahiplenmesine engel olacaktır. Zira ‘’yağmurlu havada gülenle ağlayan belli olmaz’’ demiş büyüklerimiz.
Netice olarak, Özellikle doğal afetlerde, depremlerde, sellerde devletten önce komşu gelir. İnsan can taşıyor, her an herkese muhtaç olabilir veya farklı ifade ile lüks arabamız garajda dururken komşunun eski arabasıyla acile gitmek zorunda kalabiliriz. Deprem sonrası, lüks dairemize giremeyip, komşunun gecekondusuna sığınabiliriz.
‘’İnsanlarla öyle geçininiz ki, öldüğünüzde düşmanlarınız bile ağlasın’’ diyen Hz. Ali’nin sözünden hareketle, doğal afetlere hazırlık noktasında komşuları tanımak veya yaşlı, kimsesiz komşuların en az bir iki tane yakının telefon numarasının elimizin altında bulunması ihtiyaç halinde fayda sağlayacaktır.
’’Ben, sadece beni düşünürüm demek yerine, ben benimle beraber tüm komşularımı düşünmek zorundayım ‘’ diyebildiğimiz anda yukarı da ifade etmeye çalıştığımız olumsuzluklar, olumlu hale dönüşecektir. İnanmazsanız deneyin… Allah cümlemizi hayırlı komşulara, komşu eylesin…