Siyah-beyaz film gibiydi onlar. Her yönüyle sürükleyici bir macera romanı gibiydiler. Duruşları, bakışları, söylemleri, eylemleri, onurlu, cesur yaşam tarzları…
Onlar 20. yüzyıl tarihinin yapı taşlarıydı. Küba’ya baksan Fidel’i görürdün, Che’yi görürdün. Libya’ya baksan Kaddafi’yi görürdün. Filistin’e baksan Yaser Arafat’ı görürdün, Mısır’a baksan Nasır’ı… Hindistan’a baksan Gandi’yi, Pakistan’a baksan Butto’yu görürdün. Kıbrıs’a baksan Denktaş’ı, Türkiye’ye baksan İnönü’yü, Ecevit’i görürdün… Ve hepsinin cesur duruşlarında emperyalizmi yere seren Mustafa Kemal’in öncü rolünü görürdün: Cesaret, bilgelik, onurlu bir yaşam…
70’li yıllarda çok daha büyük ambargolarla karşılaşan Bülent Ecevit, emperyalist devletlere ödün vermeden yoluna devam etti.
Kıbrıs Barış Harekatı’na katılan tek ordu Türk Ordusu’ydu; o zamanlar ÖSO ve türevleri icat edilmemişti. Libya lideri Muammer Kaddafi, Türkiye’ye askeri mühimmat ve uçak yakıtı yardımında bulunmuştu. O zamanlar Kaddafi, Türkiye’deki iktidar tarafından sırtından hançerlenmemişti ve ABD’ye başkaldırdığı için Müslüman dünyasında büyük bir saygınlığı vardı.
Ecevit’e hiç kimse “harekatı durdur” emri veremedi; zaten kimseden emir almazdı. Kıbrıslı Türklerin lideri Rauf Denktaş’ın yıllardır Türk hükümetlerinden beklediği cesur adımlar Bülent Ecevit’ten gelmişti. Üstelik harekattan önce kan dökülen adaya, harekattan sonra gerçekten de barış gelmişti. Ve Rauf Denktaş, henüz Türk hükümetleri tarafından aşağılanmamış, Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün gerekçesi olarak gösterilmemişti…
Yolsuzluğun, hırsızlığın adı bile geçmezdi; Ecevit dürüstlüğün ve doğruluğun markasıydı. Hassas bir adamdı, şiirler yazardı. Eşi Rahşan Ecevit’e büyük sevgi ve saygı beslerdi. Nazik bir insandı, kimseye hakaret etmezdi. Kimseye de hakaret davası açmadığı söylenir. Zaten böyle bir insana hakaret etmek kolay kolay kimsenin aklına da gelmezdi; ona oy vermeyenler bile saygı duyarlardı. Türkçeyi çok güzel kullanırdı, diksiyonu çok iyiydi. Ancak her gün televizyonlarda boy gösterme telaşı yoktu; mütevazı bir insandı.
Çocukluğumuzda siyah-beyaz televizyonlardan izlerdik; 80’li yıllarda televizyonlar değişse de o yine aynı Ecevit’ti. Rahşan ve Bülent Ecevit çifti “bir lokma, bir hırka”nın resmi gibiydiler adeta, gösterişten uzak…
Yedikçe doymayan, içi dışı yalanlarla giydirilmiş insanların dünyasından uzakta yaşadı Bülent Ecevit. Ne saraylarda yaşadı, ne de hayal dünyasında. Gerçeklikten kopmuş insanların yönettiği bir Türkiye’den zamanında ayrıldı belki de; 13. ölüm yıldönümü…
Kimileri macera peşinde koşabilir; tarihe geçeceğini sanarak tarihe gömüleceğini fark etmeden. Öngörülü olmak eğitim, bilgi, tecrübe işidir. Kişisel hırslarından arınmayanlar, menfaat düşkünleri, beynini dogmalara esir etmiş insanların topluma vereceği hiçbir şey yoktur. Başarı ya da başarısızlığın nedenleri insan faktörüne dayanır; zira Dünya’yı henüz yapay zeka yönetmiyor. Bir yanda doğru bir yönetici, diğer yanda ne yapacağını bilmeyen biri vardır.
Kıbrıs Barış Harekatı ile Barış Pınarı Harekatı arasındaki fark işte budur: Bülent ECEVİT