Yaşlılık dönüşü olmayan bir yoldur. Ömrü olan herkes bu yola girecektir. Bu yol özellikle bizim ülkemizde ekseriya meşakkatli, yorucudur. Çünkü bizler çocuklarımızı değil torunların torunlarını düşünecek kadar kafa yoran bir milletiz. Dolayısıyla bizler ne gençliğimizi ne de yaşlılığımızı tam yaşayabiliyoruz. Tabiri caizse hayatımız hesap kitap yapmakla geçiyor. Bu arada bir bakıyoruz ki yolun sonu görünüyor. Ne kadar ah, oh çeksek de nafile. Duyan yok. Sayılı günler yavaş yavaş bitiyor. Emsallerimizi toprağın kara bağrına bırakırken kendimize sıranın yaklaştığını daha yakından hissetmeye başlıyoruz.

Bizler millet olarak evlatlarının üzerine çok düşen bir milletiz. Bu da gayet normal durumdur. Çünkü Müslüman kendinin ve sevdiklerinin iki dünyasını düşünmek zorundadır. Evladının dünyası mamur ama ahireti harap olsa o dünya Müslümana zindan olur. Daha doğrusu olmalıdır. Özellikle köye kente gittiğimiz zaman ebeler, dedeler torunların, gelinlerin kendi inancına uymayan bir yaşantısını görünce çok üzülürler. Adeta çocuk gibi ‘’Yavrum, ne olur şunu yapma veya namazını bırakma‘’ diye yalvarırlar. Peki, bunu niye yaparlar? O canından parça olan evladının ahirette azaba maruz kalacağına dayanamayacağı içindir. Kendini, kendinden daha çok düşünen böyle atası olduğu için o torunlar mutlu olmalı ve şükretmelidir. Çok konuşuyorlar diye asla şekva etmemelidir.

Diğer taraftan kardeşlerle kardeşlik döneminin en güzeli evlenmeden önce daha sonra çocuklar büyümeden öncedir. Çünkü bundan sonra ki dönemlerde mal mülk veya diğer sebeplerden dolayı yavaş yavaş kalleşlikler başlar. Muhabbet zayıflar. Kardeşler arasındaki bu dağınıklık mutlaka anne babaya sirayet eder. Bazen de arada kalırlar. Keşke… Keşke… Keşke derler ve sessiz çığlıklar atarlar... Ama nafile… Kendinden başka duyan olmaz.

Oğul dersin, kız dersin, torun dersin

Sofradaki azı hep onlar yesin istersin

Yaşlılık gelince yavaş yavaş ötelenirsin

Evlatlarda değişir bir gün, evlat!

Aylarca kapın açılmaz olur

Gözlerin hep yollarda kalır

Biraz nasihat etsen tez alınır

Evlatlarda değişir bir gün, evlat!

Türlü hastalıklara maruz kalırsın

Parklarda yalnız oturmaya alışırsın

Belki huzurevinde toprağa karışırsın

Evlatlarda değişir bir gün, evlat!

Üç gün yatak, dördüncü gün toprak dersin

Geceleri gözyaşlarıyla uzun sohbet edersin

Takatin tükenir de evlatlarına küs gidersin

Evlatlarda değişir bir gün, evlat!

Belin bükülür, çekilmez olur kahrın

Bugünü beğenmezsen zordur yarın

Pekte işe yaramaz maddi varlığın

Evlatlarda değişir bir gün, evlat!

Yılların yorgunluğuna batarsın

Elinde bastonla zor adım atarsın

Maziyi hatırlar, geleceğe katarsın

Evlatlarda değişir bir gün, evlat!

Hayat yormuştur çıkmaz sesin

Sana yapanın göreceği kesin

Sorana kerhen ‘iyiyim’ dersin

Evlatlarda değişir bir gün, evlat!

Evlat nazarında azalırsa değer

Beklentiler yavaşça sona erer

Mahir’de hep gördüklerini söyler

Evlatlarda değişir bir gün, evlat!

Uzanır alamazsın, koyduğunu bulamazsın

Beyin de yorulmuştur geleni tanıyamazsın

Bazen de çığırdan çıkar, edersin ver yansın

Evlatlarda bir gün değişir, evlat!

Haktan dileğim, değişmesin hiçbir evlat

Rızayı ilahi için göstersinler ataya şefkat,

Sabredenler, kıyamette ecrini alır kat kat

Evlatlar da bir gün değişmesinler evlat!