Yıllara meydan okuyan 99 yaşındaki eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumunda yaptığı konuşmada: "Önümüzdeki iki ay içinde Rusya ve Ukrayna arasında müzakereler yapılmalı. Ukrayna'da işgal öncesine dönülmeli.

Rusya'nın Kırım'ı ilhakı kabul edilmeli,” dedi. Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelensky bu tavrı kınasa da gerçekte kimlerin söz sahibi olduğunu anlayacağı günler yakındır. Kissinger, Rusya’nın galibiyeti durumunda bunun Batı için utanç verici ve Avrupa’nın istikrarı için tehlikeli olacağını söyledi. 
Dünya medyası neredeyse tek tip yayın yaptığından, gerçekte durumun ne olduğu ve nereye gitmekte olduğu ancak ilerleyen zaman içerisinde görülecektir. Gelişmeleri tek cepheden görme alışkanlığının yaygınlığı ve geniş kitlelerin aynı şeyleri tekrar etmesi, geçici bir körlük yaratıyor. Oysa çapraz okuma alışkanlığı olabilse gerçeklikler önümüze daha hızlı düşebilir.
Görünen o ki 99 yaşındaki Henry Kissinger, devam etmekte olan Rusya-Ukrayna Savaşının sonuçlarının dünyaya yansımasının felakete dönüşecek olan boyutlarını, ülkesi parçalanmış ve halkının bir bölümü yaşamını yitirmiş veya göç etmiş olan 44 yaşındaki Volodimir Zelensky’den daha iyi görüyor. 
Birkaç ay içinde Ukrayna harabeye döndü, ancak tek taraflı yayın yapan dünya medyası Rusya’nın bu savaşı kaybedeceğini öngörüyor. Yapılan stratejik hataları bir kenara koyarsak gerçek şu ki işgal edilen ülke Rusya değil, Ukrayna… Ve aslında kaybeden ne Ukrayna ne de Rusya; tüm dünya az veya çok kaybediyor. 
Emperyalist savaş lordu ABD’nin son Başkanı Joe Biden bir kumar oynadı ve o da kaybediyor. Açlık, yoksulluk, yüksek enflasyon, enerji krizi bir bumerang gibi kendi ülkesini de vurmaya başladı. Oysa birkaç hafta önce sırıtan suratıyla Ukrayna’ya gönderilen tanksavar fabrikasını gezmişti. Aklını silah tüccarlarına satmış olan ABD sömürgeciliğinin, Ukrayna’da ya da Rusya’da ölen insanları zerre kadar önemsediği yok. 
Aslında ölen kendi halkı da olsa fark etmez; Vietnam’da olduğu gibi… Önemli olan enerji ve silah tüccarlarının kazançları ve üretilen silahların iç ve dış piyasada satılmasıdır. Örneğin, geçtiğimiz günlerde yine bir Amerikan klasiği gerçekleşti ve 18 yaşındaki bir genç, ilkokulu basarak 19’u çocuk 21 kişiyi öldürdü. Büyük ihtimalle silahlanma yasası yine değişmeyecek ve böyle toplu katliamların benzerleri yaşanmaya devam edecek.
Gelelim 1970’li yıllardaki Henry Kissinger’a… Şili’de Salvador Allende’nin yaptığı devletleştirme ve toprakların dağıtılması, Amerikancı muhalefetin orduyu yönetime el koymaya çağırmasıyla darbeyi getirdi. Şili Silahlı Kuvvetleri 1973’te yönetime el koydu ve Pinochet 1990’a kadar iktidarda kaldı.
Benzer senaryolar Gürcistan’da Saakaşvili ile yaşanmıştı, şimdiyse Ukrayna’da Zelensky ile devam ediyor.
Geçen ay Pakistan Başbakanı İmran Han, ABD baskısıyla güvensizlik oyu verdirilerek başbakanlıktan düşürüldü. Pakistan’da bir ayı geçen zaman diliminde milyonlarca insan protesto gösterilerine katıldı ve başkent İslamabad’a doğru büyük bir Özgürlük Yürüyüşü yapıldı. Seçim kararı alınmasını talep eden İmran Han’ın direnişinin nasıl sonuçlanacağı öngörülemese bile,  ABD emperyalizmine karşı çok büyük bir ivme kazandırdığı bir gerçek…
Dünyada yaşanan karmaşayı fırsat bilen Türkiye’deki AKP iktidarı, sağa sola koşup bir şeyler yapmaya çalışıyor. Şayet eskiden bürokrasisi güçlü olan Türkiye olsaydı, bu koşuşturmanın Türkiye lehine sonuçlanacağından emin olabilirdik. Oysa şu anda iktidarın neyi kendileri için, neyi Türkiye için yaptıkları birbirine karışmış görünüyor.
Bir yıl sonra genel seçimler var. Ekonomi bozuk, yönetim bozuk… Yeni skandalımız ise SADAT isimli güvenlik şirketi görünümlü, paramiliter bir yapı…
Bu arada Finlandiya ve İsveç NATO’ya üye olmak için başvurdu ve Türkiye hükümeti şimdilik buna karşı çıkıyor. Acaba sonuna kadar dayanabilecek mi?
Şayet Türkiye, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girişine onay verirse buna karşı çıkan Rusya ile ilişkilerimiz nereye sürüklenir?
Türkiye tüm bu süreci lehine kullanıp gerek ekonomik gerekse güvenlik alanında gerekli tedbirleri alabilir mi?
Türkiye’nin güney sınırlarını sağlama almak için ele geçen bu fırsat, mezhepçi kafa yapısından arındırılarak değerlendirilebilir mi?
Dünyada dengeler değişirken ve Türkiye’de önümüzdeki yılın Mart ayında genel seçimler varken mevcut hükümet o zamana kadar ciddi bir hata yapmadan dış politikayı götürebilir mi?
Türkiye tarafsızlık politikasını sürdürebilirse Rusya-Ukrayna krizi, Türkiye’nin özellikle terörle mücadelesi açısından lehine bir kazanıma döner mi?