Üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın hunharca öldürülmesi, Türkiye’de yıllardır birikmiş olan acıyı sokaklara taşırdı. Herkesin kızı olmayabilir ama dünyada hayat süren herkesin bir annesi olmuştur. Ancak hemen her kadın baskıya, tacize ya da işkenceye maruz kalmıştır bu ülkede. Türkiye tarihi, on yıllardır kadına uygulanan inanılmaz vahşeti kara sayfalarında saklayacaktır.
Günde ortalama 5 kadın öldürülüyor. Katilleri genelde kocaları veya yakın akrabaları. Hemen her kadın da hayatı boyunca pek çok kere tacize uğruyor sokaklarda. Gece tek başına sokağa çıkmak zor, işten dönüş zor, işyerinde namusunla çalışmak zor. Elini omzuna atıp ta yaklaşmaya çalışanı var, otobüste-minibüste yanaşmaya çalışanı var, işyerlerinde özel hayatını sorgulayanı var; meraklısı ve arananı bol yani kadının-kızın… Kısacası “açık cezaevinde” yaşıyor kadınlar; tabi eğer buna yaşamak denirse.
Özgecan’ın ölümünden beri içimden bir şarkı mırıldanıyorum. Aklıma takılan eski bir şarkı: Purple Rain (Mor Yağmur). 1980’lerin popüler sanatçısı Prince’in şarkısı. Ezgisi insanın içini çiziyor sanki. Ve sanki Mor Yağmur değil de Siyah Yağmur diye karşıma dikiliyor adeta…
Evet, birkaç haftadır Türkiye inanılmaz şekilde sarsıldı. Üniversite öğrencisi, güzel yüzlü, sadece 20 yaşında ve hayatının baharında bir genç kızdı Özgecan. Ne ilk kurbandı, ne de son olacaktı. Yazık ki bu kafayla uzun yıllar sancılarını çekeceğimiz, cinsler arası eşitsizliğin en büyük sembolü oluverdi. Ölümüyle bile hoşgörü mesajı verdi insanlığa acılı anne-babası. Tek sevindirici gelişme ise, bu defa kadınlara destek veren pek çok erkeğin de sokağa dökülerek bu vahşete “dur” demeleri oldu.
Bu ülkeyi 13 yılda Cumhuriyet öncesi döneme sürükleyen gerici iktidar mensupları, yıllardır kadını aşağılayan söylemlerle toplumsal çöküşlere zemin hazırladılar. Onlar geldiğinden beri kadın cinayetleri % 1400 arttı. Şimdi de çıkmış utanmadan Özgecan’ın ölümünü, sözüm ona protesto ediyorlar. Neler dediler defalarca:
-Kadının sesli gülmesi ayıptır,
- Hamile kadının sokağa çıkması ayıptır,
-En az üç çocuk doğur,
-Onu da normal doğur, sezaryen yasaklanmalı,
-Kadın erkekle eşit olamaz…..
Salyalının biri “kadınlar mini etek giyerse, tecavüze ağlamasın” dedi. Sürüngenin biri, Atatürk ve İnönü’ye söverek iktidara yaranma peşinde. Kadın olarak nüfus sayımında “sayılmayan” Osmanlı’da yaşasaydın, o dilini kökünden koparırlardı senin, tüccar kadın. Suriye’nin kuzeyindeki kafa kesici, ciğer yiyicilerin videolarını izle de Atatürk ve İnönü’ye kurban ol sen. İstersen Küba’ya sen de git de ATATÜRK ve Che GUEVERA’nın heykeli arasında bir poz da sen ver. Bakarsın yaranmaya çalıştığın liderin gibi, değiştirir seni Küba ziyareti… Bilesin ki Fidel CASTRO’nun Küba’sında tek bir yabancı adamın heykeli var: Mustafa Kemal ATATÜRK. Sana kadın milletvekili olma hakkını veren adamın. Ve onunla omuz omuza savaşan İsmet İNÖNÜ’yü de unutma sakın; bir milletin makûs talihini yenen adamı…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, büyük devlet adamı ATATÜRK’sün sen! Sen elinden geleni yaptın kadınlar için. Pek çok Avrupa devletinden daha önce Türk kadınına verdiğin seçme ve seçilme hakkına, eğitim-öğretimde sağladığın eşitliğe, medenî hukukla beraber kadınlarımıza sağladığın haklara müteşekkiriz. Nankörlük sanatının hokkabazlarıdır bugün iktidarda olanlar. Koruyamadık mirasını yeterince; ancak direniyoruz yine de…
Siyah yağmurlar yağdı başımıza sanki son dönemlerde. Dün büyük yazarımız Yaşar KEMAL’i kaybettik. Onun öncesinde ise Müzeyyen SENAR’ı uğurladık. Cumhuriyet döneminin dev ağaçları yapraklarını döküyor âdeta. Yaşar KEMAL, eserlerinde en çok Anadolu halkının “ağalık baskısı” altındaki yaşamına dikkat çekti, imkansızlık ve yoksulluktan çektiklerini anlattı. O’nun dünyası, Anadolu kültürü ve onun bağrındaki insanlarla örülüdür. Bu gerçeği zamanında görselerdi, etnik köken siyaseti yapmak yerine her şeyden önce İNSAN olmayı öğrenirlerdi Yaşar KEMAL’den. Nobel ödülünü de Türk insanına hakaret ederek kaçıp giden ve ABD’de yaşayan Orhan PAMUK yerine, bu ödülü almayı gerçekten hak eden Yaşar KEMAL’e verirlerdi.
Velhasıl İNSAN olmayı öğrenirlerdi Yaşar KEMAL’den…