Farların etrafına dizilmiş neonlar. Tampon ve plaka çevresi de çevrilmiş. Aracın arkasına bakıyorsunuz mavi ışıklar yürüyor. Bir de yanıp yanıp sönse tamam. Sanki yürüyen pavyon. Memlekette ne kadar led ve neon lamba varsa üzerinde. Azıcık düzenleme ile bir düşünün araç üzerinde damla ışıklar akıyor ve “Papazın Bağı, Badegül, Okşan ve de Afrodit” geçiyor. Zaten ses sistemi de o biçim hani en caf caflısından.
Uluslar arası araştırmalar göstermektedir ki araç süsleme ve ışıklandırma daha çok doğu toplumlarına özgü bir davranış şeklidir. Pakistan, Afganistan, Hindistan ve Bangladeş gibi gelişmekte olan doğu toplumlarında araçlar çok ışıklı ve de süslüdür.
Bu toplumlarda aracın süslenmesi ve ışıklandırılmasını sınırlandıran yasal düzenleme yoktur. Dikkat ediniz bu toplumlarda trafik ihlalleri de had safhadadır Durum böyle olunca bu ülkeler ölümlü trafik kazalarında da dünya lideri konumundadırlar.
Türkiye’de 2918 sayılı karayolları ve trafik kanunu ile yapılan yasal düzenlemeler neticesinde araçların donanımı belirlenmiştir. Yasaya göre her önüne gelen araç üzerinde değişiklik yapamaz. Araçların farlarının uzun hüzmeli ve kısa hüzmeli olarak iki boyutta olması gerektiği yasa gereği olduğu gibi uluslar arası trafik kurallarına da uygunluk gösterir. Bunun yanı sıra stop ve fren lambalarının renklerinin kırmızı olacağı, sinyal ve flaşör lambalarının sarı olması gerektiği, yani bu renklerin dışında teknik olarak mavi, yeşil, pembe vb renklerin keyfi olarak araçlara eklenemeyeceği mevzuat ile belirlenmiştir.
Gelelim bizim lümpenlere yani daha çok iki sınıf arasına sıkışıp kalmış ve sonradan cebi bir miktar para görmüş görgüsüzlere ve de daha çok bu lümpenlerin tarzı olduğunu düşündüğüm yürüyen pavyon pardon otomobillere.
Evet, sizi gidi lümpenler kafanıza göre davranamazsınız. Farkında mısınız araç kullanırken telefon görüşmesi yapan da, aynı anda sigara içen de, kırmızı ışıkta geçen de, kirli sakal üzerine beyaz gömlek giyen de, sinyal kolu üzerine otuzüçlük Oltu taşı tespih asan da yine sizlersiniz. Kural tanımazlığınız toplumu sürekli öteliyor; Çünkü size göre aracı en iyi kullanan, açık havada sis farı kullanan ve camı açıp yola en iyi tüküren de sizlersiniz. Sizin için araç kullanan bayanlar da engel. Çünkü tosbağa gibi araç kullanıyorlar öyle değil mi? Ben sarı da geçerim diyen de sizlersiniz bildiğim kadarıyla. Öyle ya sarı da geçmek büyük marifettir size göre. Aslında sarı derken kırmızı da geçtiğinizi hesap edemeyecek kadar cahilsiniz.
Peki, trafiğe uygun olmayan neon aydınlatmaları ve mavi fren lambalarını görmeyen beyaz şapkalılara ne demeli. Sizi görmemezlikten geliyorlar gibime geldi de. Hani görseler yürüyen pavyonlar boy göstermez memleketin sokaklarında. Trafikten men edilmesi gerekir bu neon ışıklı ve de caf caflı makinaların. Hani memlekette 2918 sayılı kanun var ya ve uygulamasından da sorumlular ya bir hatırlatmak istedim.
OSMANCIK DOKUMASINI YAŞATMAK ÇOK MU ZOR?
Yaşı ellinin üzerinde olan Osmancık’lılar iyi bilir. 1970 li yılların sonlarında kadar çeyizinde Osmancık dokuması bulunmayan genç kız hemen hemen yok gibidir.
Özellikle Bayırdivan köylerinde yaygın olan dokumacılık zaman içerisinde teknolojiye yenik düşmüştür. Dolayısı ile dokuma işini bilen ninelerde pes edince tezgahlar tavan aralarında ya da kömürlüklerde çürümeye terk edilmiştir. Günümüz itibarı ile kıymetli bir anı olarak kalan Osmancık dokuması çoğalmayı ve turizme kazandırılmayı beklemektedir.
Osmancık dokumasının Rize bezine benzer. Hatta çok amaçlı kullanımıyla dikkat çekmektedir. Üstelik nakış nakış ve desen desen Türk kültürünü anlatmaktadır. Konu ile ilgili hislerimi yaklaşık on yıldan bu yana zamanla kaleme aldım. bu sanatı mutlaka yaşatılmasını işaret ettim. Buna rağmen bu sanata olan ilgisizliğe üzülüyorum.
Bu ilçenin Halk Eğitimi Merkezi var. Üstelik imkanları ve şartları da oldukça iyi. Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı ve Avrupa Birliği kaybolmaya yüz tutmuş yöresel el sanatlarının yaşatılması ile ilgili projeler beklerken çok mu zor Osmancık dokumasını yaşatmak?
Çok mu zor? Konu ile ilgili özgün bir proje hazırlamak. Çok mu zor? Böylesine özgün bir projeyi dünyaya duyurmak. Çok mu zor? Yerel ve ulusal basın aracılığı ile dokumanın tanıtımını yapmak. Çok mu zor? Ninelerin bilgi ve birikiminden faydalanmak ve kendilerini hayırlı bir işte mutlu kılmak. Çok mu zor? Genç kızlarımızı bu alanda isdihdam etmek. Çok mu zor? Bu sayede hediyelik eşya sektörü oluşturmak ve netice itibarı ile alternatif bir turizm alanı yaratmak. Çok mu zor? Bu işin mayası tuttuktan sonra çaktırmadan tezgahları bilgisayarlı makinalara dönüştürmek ve seri üretime geçmek. Bu sebeple sahilde ve çevre yolunda yeni kazanç kapıları açmak ve sonuçta markalaşmak.
Evet; Bu soruların cevabını hiçte zor değil hocam haklısınız devir proje devri gerçekleştirmek kolay ve mümkündür. Yeter ki çalışacak, üretecek ve sonuç alacak ruh olsun diyorsanız. Osmancık dokumasının yeni nesillere aktarılması için maddi manevi özverilerde bulunulması gerektiğine inanıyorsanız. Elinizi çabuk tutunuz. Çünkü nineler gidiyor.
ARVASİ HOCAYI RAHMETLE ANIYORUZ
Seyit Ahmet Arvasi bin yılın ulu çınarıydı. Asrın Yesevisi. Peygamber aşığı. Tavizsiz bir müslüman ve şuurlu bir Türk milliyetçisi. Ömrünü Allah ve Resulünün yoluna adamış, çile ve ızdıraba talip olmuş, İmamı Azamların, İmamı Gazalilerin, İmamı Rabbanilerin yüzyılımızdaki çizgi sini takip eden çağdaş temsilcisi 56 yıllık ömrü boyunca bizlere seslendi.
Allah hepimize duyan bir kulak, idrak eden bir şuur ve basiret versin. Üzerimizdeki uyuşukluğu, tembelliği kaldırsın. Dünyamızda bizi çevreleyen ablukayı kırabilecek, fark geliştiren üretken beyin inançlı gönüllerden oluşan bir kadro nasip etsin.
Muhterem Arvasi hoca 1932 yılında, Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesinde doğdu. Ailece Van'ın Bahçesaray (Müküs) kasabasına bağlı Doğanyayla (Arvas) köyündendir. 1952 yılında Erzurum Öğretmen Okulu'ndan mezun olduktan sonra ilkokul öğretmenliği yaptı. Babası Abdülhakim Arvasi'dir. 1958'de Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü'nü bitirdi. Balıkesir, Bursa ve İstanbul'daki Eğitim Enstitülerinde hocalık yaptı. 1979 yılında emekli oldu.
Ülkemizin durumunu bir sosyolog olarak yıllar önce etüt eden Arvasi Türk İslam Ülküsü isimli eserinde birlik, beraberlik ve kardeşlik reçetesi olarak İslamı işaret etmiştir.
12 Eylül Cuntası tarafından Mamak zindanlarında işkenceye maruz kalan Arvasi hoca eserleri ve fikirleri ile gönülleri fetheden gerçek bir ülkü deviydi. 31 Aralık 1988 tarihinde Hakk’a yürüdü. Evet; bu gün Türkiye’nin kendisine ve fikirlerine çok ihtiyacı olduğunu düşündüğün Arvasi hoca aramızdan ayrılalı tam 22 yıl oldu.
O’nun ölüm yıldönümü olan geçtiğimiz Cuma günü adına bir Mevlid-i Şerif okutulmasını, panel, konferanslar ve basın açıklamaları ile anılmasını isterdim. Çorum’un bütün gazetelerini inceledim. Hocamıza özlemimizi organize edecek ne bir ocak ne de bir sendika görebildim. Ruhu Şad ve Mekan-ı Cennet olsun.