Birkaç ay önce marketteyim, kasada sıra bekliyorum. Önümde bir hanım aldıklarını kasadan geçiriyor. Yanında da 14- 15 yaşlarında bir kız çocuğu var. İşlem bitti, kasiyer kadına ödemesi gereken tutarı söyledi. Kadın cüzdanını açtı, içinden çoğu bozukluk olmak üzere bir miktar para çıkarttı, hesapladı; kasiyere, “Muz ne kadar tuttu?” diye sordu. Kasiyer cevap verdi. Kadın, “Muz kalsın!” dedi. Kıza gözüm takıldı. Çocuk gözlerini muzdan ayırmadan “Anne!” dedi, “Muz kalsaydı...” Kadın cevap vermedi. Hesabı ödedi. Birlikte marketten çıktılar. Kasiyer, beş adet muzu aldı ve kenara koydu. Boğazım düğümlenmişti. Bir ara ben ödeyeyim diyecektim ama kendimi tuttum. Belki kabul etmez diye düşündüm. Söyleyemedim… O beş adet muz hâlâ gözümün önünden gitmiyor...
Bir gün bilgisayarın başında çalışıyorum. Cep telefonuma bir mesaj geldi. Çocuklarına aydan aya küçük miktarlarda burs verdiğimiz ailelerden biriydi. “Abla çok zor durumdayım. Üç gündür çocuklarıma yemek veremiyorum. Fırıncı hergün üç adet bayat ekmek veriyor. Ama bunlar çocuk, yemek istiyorlar. Biliyorsun eşim hapiste… Doğalgaz ve elektrik faturamı ödeyemedim. Kesecekler diye çok korkuyorum. Evin içi soğuk... Küçük kızım nezle oldu. Abla kiramı da ödeyemedim. Ne yapacağım bilemiyorum. Merhametli ablam, yardım et!”
Bir başka gün dışarıda çok işim vardı. Koşturmaktan yorulmuştum. Biraz dinlenmek için yol kenarındaki bir banka oturdum. Hemen yakınında çöp konteynerleri var. Birkaç dakika geçmeden orta yaşlarda bir kadın geldi ve konteynerlerin içinde bir şeyler aramaya başladı. İki konteynerin neredeyse tamamını karıştırdı. Gördüğüm kadarıyla bir şey bulamamıştı. Kıyafet filan arıyor sanırım diye düşündüm. Ellerinin kirini hafifçe birbirine sürterek gidermeye çalıştı ve geldi yanıma oturdu. Üzgün bir ifadeyle bana dönüp, “Bugün pastane erken bırakmış herhalde!” dedi. “Benden önce birileri gelip boşaltmış.” Hemen arkamda bir pastane vardı. Anlaşılan bayatlayan ürünleri konteynerlerin içine bırakıyorlardı. Bu kadıncağız da onları toplayıp ya evine götürüyordu ya da satıyordu. Hiçbir şey diyemedim. Hemen kalkamadım da. Kısa bir süre sessizce oturduk, sonra yavaşça kalktım ve pastaneye girdim. Bir şeyler aldım ve torbayı kadıncağıza uzatıp iyi günler diyerek uzaklaştım.
Bunlar benim kısa zamanda bizzat şahit olduğum pek çok olaydan sadece üçü… Hepsini yazsam kitap olur. İnsanlar feryat ediyor. Ama seslerini duyuramıyorlar… Kovit-19 nedeniyle işsiz kalan insanların sayısı çoğaldı. Devlet, tek tek her vatandaşa ulaşamıyor. Ulaşsa da yeterli olmuyor. Çünkü taşıma suyla değirmen dönmüyor. Bir aylık ya da iki aylık kira, elektrik, su, doğalgaz faturasını ödemek yetmiyor. Karınlarını da doyurmaları gerekiyor. Süreklilik olmalı. Bunun içinde insanın düzenli bir geliri, bir işi olmalı.
Devletin görevi vatandaşa öncelikle istihdam sağlayacak iş sahaları oluşturmaktır. İş sahaları için üretim gerekir. Üretmeyen ülkeler, dışa bağımlı hale gelirler. Bir ülke özellikle de gıda ürünlerini yabancılardan satın alarak hayatını sürdüremez. Yatırımdan anlaşılan, sadece betona para gömmek olmamalı. Her yatırımın bir planı, projesi, dengesi olmalı. Her köşe başına bir üniversite kondurmak yetmez. Oradan mezun olacak gençlere çalışabilecekleri iş alanları oluşturulmalı. Yoksa üniversitelerin görevi işsizler ordusu yetiştirmekten öteye gidemez, nitekim gidemiyor da…
Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, nasıl ki Millî Mücadele’yi Anadolu’dan başlattıysa, ekonomik kalkınmayı da aynı şekilde Anadolu’dan başlattı. İnsanlara bulundukları yerlerde iş sahası yarattı. Dev fabrikalar kurdurttu. Sosyal alanlar inşa ettirdi. Yaşadıkları yerlerde karnı doyan insanlar göç etmez… Ne yazık ki Atatürk’ün kalkınma hamleleri terk edildi.
Kovit-19 gösterdi ki Türkiye’nin yeni bir ekonomik kalkınma projelerine ihtiyacı vardır. Yeni istihdam sahaları açıp, vatandaşın evine ekmek götürecek iş olanaklarının yaratılması gerekmektedir.
İşi olmayanın aşı olmaz… Aşı olmayan, mutfağında tencere kaynatamayan insan mutsuz olur ve mutsuz çocuklar yetiştirir. Bu ülkenin insanları, insanca yaşamak, iyi yaşamak istiyor… Bu ülkenin eli ayağı tutan insanları, gençleri, üniversite mezunu beyinleri, İŞKUR önünde iş bulabilmek için uzun kuyruklarda beklemeyi hak etmiyor. Bu ülkenin anaları, babaları; çöp kutularından, pazarlardan yiyecek toplamayı hak etmiyor. Birileri üç beş kuruş gönderse de kiramı ödesem ya da çocuklarıma yiyecek alsam, faturalarımı ödeyebilsem diye çaresizlikle beklemeyi hak etmiyor. Mevcut iş yerlerinde boğaz tokluğuna çalışmayı da hak etmiyor.
Salgın hastalık bir gün geçer gider ama daha kötüsünün gelmeyeceğinin garantisini kim verebilir? Daha büyük felaketlere maruz kalmadan önlem alınmalı ve Türkiye, geleceğe umutla bakabilmeli…
Tencere kaynamazsa, diplerde kaynama başlar…