Çaresizlik çok zordur ama ‘Beterin beteri var, şükret dostum haline’ dizeleri çok yerinde bir nasihattir. Bazen karşılaştığımız bir acıya, hastalığa dayanamayız. Kendimizi yer bitiririz. Birde bakarız ki, onun bir ziyadesi başkasında var. O zaman Allah’ım zor ama buna şükür, iyi ki o durumda değiliz deyiveririz. Depremlerde, sellerde, savaşlarda veya diğer afetlerde bazen ölenlerin cesedi bulunamaz. O ölenlerin yakınları ‘Ya ölüsü ya dirisi’ diye ağıt yakar. Tek ölüsü bulunsun da başına gidip bir Fatiha okuyabilelim diye yetkililerden yardım ister. Şayet aylar, yıllar sonra ölülerine kavuşurlarsa, ‘Çok şükür Allah’ım deyip’ buruk bir sevinç bile yaşayabilirler. Bunun örneklerini çevremizde ve basında görmek mümkündür. İşte bunlardan bir tanesi de Emine Cebeci isimli depremzede vatandaş. Acı ve mücadele ile dolu hayat hikâyesini bir televizyon kanalından izlemiştim. Sizlerle paylaşayım.
Emine hanım 17 Ağustos depreminde enkaz altında hem oğlunu hem de bir bacağını kaybetti. Uzun bir sıkıntı yaşadıktan sonra hayata tekrar tutundu ve Gölcük engelliler derneğini kurdu. Deprem sonrası oğlunun mezarını bulamadı ama pes etmedi. İki – üç bin tane mezarı açtırıp oğlunun mezarını buldu ve oğlunu aile mezarlığına defnettirdi. Acıların içerinde buruk bir sevinç yaşadı.(17.8.2011 –Atv)
*
Mezarlık,
Üç hecelik bir kelime,
Nice dersler verir okuyabilene
Adına şiirler, ağıtlar yazılmış,
Türküler, şarkılar söylenmiş,
‘Bu mezarda bir garip var’ denmiş…
*
17 Ağustos depremi içimizi yaktı,
Binlerce masum insan cansız yattı
Onlarcasını kayıplar kervanına kattı
Ölüm acıdır amma zamanla alışır insan
Lakin ölü mü, diri mi? Bilinmiyorsa,
Yan anam yan! Yan babam yan…
*
Yağmurlu havada
Gülen, ağlayan belli olmuyor
Dünya da iyiler kadar,
Kötüler de bulunuyor.
17 Ağustos depreminde,
17 yaşında bir genç kız,
Depremden sonra görüldü
Ama bir daha bulunamadı,
Sağ mı, ölü mü? Bilinemedi.
Dumanlı havayı bekleyen,
Fuhuş sektörünün mü?
Yoksa organ mafyasının mı?
Ağına düştü… Kaygısıyla,
Yanıldı, tutuşuldu…
Allah’tan ümit kesilmez diye,
Boy boy resimleri bastırılıp,
Resmi kurumların kapısına,
En işlek caddelere asıldı
Gözler daima yollarda,
Kulaklar hep telefonlarda kaldı.
Ama nafile… Bir türlü bulunamadı
Maalesef, deprem sonuç raporuna
KAYIPTIR ibaresi yazıldı
Ana yandı. Baba yandı…
*
Umutlar yavaş yavaş tükendi,
Yaşasaydı bir yolunu bulup,
Mutlaka eve gelirdi denildi.
Belediyeye müracaat edilip,
Bir mezar yeri temin edildi.
İçi boş olan mezarın,
Başucuna taş dikilip,
Üzerine künyesi yazıldı…
Mezarın boş olduğunu bile bile,
Mezar taşında ki ismin hürmetine,
Günde üç öğün ziyarete gelindi.
Ana ağladı… Baba ağladı…
*
Marmara depreminden sonra,
Üç türlü mezar çıktı ortaya,
Sahibi olanlar, sahipsiz olanlar,
Birde sahibi olduğu halde,
Kayıp listesinde olduğu için,
İçi doldurulamayanlar…
Sadece adresi belli olsun diye,
İki mezar taşından ibaret
Ancak içi boş mezarlar…
Ziyarete gelen ana, babalar
Boş mezar başına oturup,
Keşke ölüsü olsaydı diye,
Birde bunun için ağlar…
*
Kıyamette zaman aşımı yoktur
Mutlak ağlayacaklar
Ağlayanları,
Ağlatanlar
NOT:
Geçmiş yıllarda 01 Nisan tarihinde yapılan LGS sınav sabahı kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Samsunlu Damla için yazmış olduğum şiiri arkadaşları internette görünce babasına ulaştırmışlar. Merhum Damla’nın babası Ayhan Bey telefonumu araya araya bulmuş ve şiirde gıyaben ve hayalen anlatılanları bire bir yaşadığını ifade ederek, kalbi teşekkürlerini bildirdi. Doğrusu beni çok sevindirdi. Ve anladım ki hem-hal olarak yazılan şiir, makale toprağa sızan su gibidir. Nerede, kime ne zaman bir nebze can vereceği belli olmaz. http://www.antoloji.com/sinav-kurbani-samsunlu-damla-siiri/