Yılları tüketirken kendimizi sorgulayıp sorgulayamadığımızı düşünüyorum. Gözümüzü dünyaya açtığımızdan günümüze dek neler gördük? Elbette her gün yeni gelişmeler olmuştur yaşantımızda. Onların bazıları bizim için çok yararlı olmuş, bazıları ise unutulmaz şekilde beynimize yerleşmiştir.
İnsanoğlu, dünyamızın o güzel oksijenini teneffüs etmeye başladığından itibaren her geçen gün gelişerek olgulara ayak uydurmak ister. Ama bazen umduğunu bulamadığı için ister istemez acılar çeker. Bebekliğimizi bir düşünelim. Acıktığımızı yada üşüdüğümüzü yakınımızdakilere nasıl bildirmişizdir. Konuşma becerisine henüz ulaşamadığımız günler tek umudumuz ağlamak olmuştur. Etrafımızdakiler olanları çabuk algılamışlarsa sesimiz çabuk kesilmiştir. Eğer algılama işlemi gerçekleşmemiş ise biz kabaca ifade edersek yaygaramızı sürdürmüşüzdür.
Yılların rakamları büyüdükçe bizde büyümüşüzdür elbette. Önce aile bireylerini daha sonra komşularımızı,yaşıtlarımızı, okula başladığımızda yeni arkadaşlarımızı tanıma fırsatı buluruz.
Okul yıllarımız çok değişik bir dünya ile tanışmamızı sağlar. Güneşin doğduğu yer ile battığı yer arasından kurtularak bilmediğimiz yerleri kısaca dünyayı tanımaya başlarız. Bu çağ bulunduğumuz yerleşim birimine göre değişmektedir. Cumhuriyet   sonrası oluşan hükümetler ülke genelinde her yurttaşın ilkokuldan nasibini almasını yasalar yaparak sağlamaya çalışmıştır.
Nüfusun % 80 i köylerde yada bir o kadar sayıda bulunan mezralar da yaşadığını düşünürsek devletin aydınlanma görevi için yurttaşına sağladığı olanakları bir kenara atmamız mümkün değildir.
Kurtuluş Savaşı sonrası başlatılan okuma-yazma seferberliği öyle sanıldığı gibi kolayca sağlanamamış, devletin ekonomik gücüne kırsal alanda olduğu kadar katkıda bulunmuştur. Kendi okulunu kendin yap sloganı yetmişli, seksenli yıllara dek sürüp gelmiştir. Köy ve mezralardaki okulların büyük bir bölümü bugün köylerde genç nüfus kalmadığı için kapatılmış, buralarda ki öğretmenler sekiz yıllık öğrenime olanak sağlayacak yerleşim birimlerine kaydırılmıştır. İşte bugün çocukların sekiz yıllık yaşamları çok değişik arkadaşlıkların oluşmasına ve dünyayı daha iyi öğrenebilme olanağına kavuşmaktadır. Öte yandan kırsal alandan kentlere göç nedeniyle çocuklar çok değişik bir yaşam biçimi ile karşı karşıya gelmekte, bir bakıma iyiden iyiye bocalamaktadır.
Genç nüfus en azından askerlik görevi dönemine kadar çok değişik yerleşim birimlerinde aileden kopuk bir vaziyette hayatın en azından yirmi yılını öğrenme çabaları içersinde geçirmekte, sonrası için ise kazanılırsa üniversiteye devam ederek bilgi ve becerisini artırmaya çabalamaktadır. Bir bakıma insanın en güçlü ve kuvvetli olduğu yaş dönemi üretmek için değil tüketmek için kullanılmaktadır. Yıllar birbirini kovalarken bakarız ki bir asrın yarısını tüketmişizdir. Bugün ailelerin büyük çoğunluğu geleceklerini emanet edecekleri çocukları işsiz olarak ya kahve köşesinde ya da benzeri yerlerde yaşam savaşı verebilmek için çaba harcamaktadır.
Günümüzde genç kuşağın sokaklarda umut aramaları hep rahat bir yaşam pastasından pay alabilmek içindir. Son yıllarda insanoğlunun yaşam kavgası nedeniyle sürdürdüğü mücadele türü her geçen gün değişik boyutlara ulaşmaktadır. Ülkemizde ki insan manzaraları her gün bir başka türde ortaya çıkmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda genç kuşak mücadele ederken, bugün o günlerde olanlara kenardan, köşeden, hatta kapı aralıklarından bakan toplumun bireyleri de yeni oluşan etkili ve tepkili olan guruplarla birlik olmaktadır. 
Bir yılı daha geride bırakmak üzereyiz. Şöyle geride bıraktığımız yıllarda ki yaşam biçimimize bir göz gezdirsek acaba umudumuzu güçlendiremeyiz mi?
Ömür tükettiğimiz dünyamızda acılı günleri bir daha yaşamamak için bireysel olarak bize tanınan anayasa ve yasal haklarımızı noksansız olarak kullanmamız gerektiği düşüncesi ile siz okurlarıma sevgiler ve saygılar sunuyorum.