Ayasofya’nın müze statüsünden çıkartılıp ibadete açılmasının ardından partili Cumhurbaşkanı şöyle bir cümle sarf etti: “Tek parti döneminde alınan bu karar, tarihe ihanet olmanın yanında hukuka da aykırıydı.”
Ayasofya, 1934 yılında Bakanlar Kurulu’nun aldığı bir kararla müze statüsüne kavuşur. Karar, Reisi Cumhur Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasıyla onaylanır ve resmi gazetede yayınlanır. Cumhurbaşkanı’nın tek parti dönemi dediği, Mustafa Kemal Atatürk dönemidir. Yani Cumhurbaşkanı isim vermeden Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü “tarihe ihanet”le suçlamaktadır. Bir cumhurbaşkanının Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucu Cumhurbaşkanını ihanetle suçlaması ilk kez görülmektedir.
Tarih dediği hepimizin malûmu olduğu üzere sadece Osmanlı İmparatorluğu’nu kapsayan bir dönemdir. Ayasofya ise İstanbul’un 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından alınmasıyla birlikte İslam coğrafyasının içinde kalmış bir Hıristiyan mabedidir. Mustafa Kemal Atatürk, dönemin gerektirdiği şartlara uygun hareket ederek, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesine onay vermiştir. Tarihteki önemli kararların arkasındaki şartlar incelenmeden karar alıcıları “ihanet” ile suçlamak tek kelimeyle bühtandır.
Mustafa Kemal Atatürk, tarihi çok iyi bilen bir liderdi. Özellikle de Türk tarihini… Dolayısıyla Anadolu’nun yedi bin yıllık bir Türk yurdu olduğunu söylemekteydi;
“Bu memleket, (ANADOLU) dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin ‘Yüksek tecellisine’ sahne oldu. Bu sahne en aşağı yedi bin senelik öz Türk yurdu ve Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı. Onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğun tabiatı oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır Türk; Dünya’yı aydınlatan güneştir.”
Bu binlerce yıllık tarihin içinde irili ufaklı Türk beyliklerinin yanı sıra Anadolu Selçuklu Devleti ve normal olarak Osmanlı İmparatorluğu da bulunmaktadır. Buna kimsenin bir itirazı yoktur. Şimdi yakın tarihe bir göz atalım:
“Almanya I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıktığı için Osmanlı Devleti de “yenilmiş!” sayılmıştır. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. ve 24. Maddeleri gereği Türk toprakları işgal edilir. Türk’ü Çanakkale’de teslim alamayanlar, tek bir adamın, padişahın attığı imza ile masa başında teslim alma başarısını gösterirler. Mütarekeye en sert tepki, o tarihte Adana’da bulunan Mustafa Kemal’den gelir. Mustafa Kemal, bu hükümler aynen uygulandığı takdirde vatanın işgal ve istila edileceğini bildirerek yetkilileri uyarır. İngilizlerin Musul’dan sonra İskenderun’a da asker çıkaracağını öğrenince, İngiliz kuvvetlerine karşı mücadele edeceğini bildirir. Bunun üzerine telaşlanan hükümet, Yıldırım Ordu grubunu lağvederek, Mustafa Kemal’i İstanbul’a çağırır. Mondros Antlaşması gereği itilaf devletlerine ait büyük bir filo İstanbul boğazına girerek şehri işgal eder. İngiliz donanmasına ait zırhlılar toplarını Dolmabahçe Sarayı’na çevirirler. Bu duruma bizzat şahit olan Mustafa Kemal yaverine,
“Geldikleri gibi giderler!” der.
Samsun’da yakılan kurtuluş meşalesinin ateşi Anadolu’nun dört bir yanını sarmaya devam ederken, 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edilir. Mustafa Kemal, İstanbul’un fiilî işgali üzerine millete şöyle seslenir: “…Bugün, İstanbul’u zorla işgal etmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin yedi yüz senelik hayat ve hâkimiyetine son verildi. Yani bugün Türk milleti, medenî kabiliyetinin, hayat ve istiklâl hakkının ve bütün istikbalinin müdafaasına davet edildi.”[1]
Evet, İstanbul Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildi. Ancak, 1920 yılında emperyalist güçler tarafından yeniden işgal edildi. Padişahın, işgalci devletler ile imzaladığı teslimiyet antlaşması Mondros mütarekesi ile Anadolu’nun ve İstanbul’un işgal edilmesine sırf İstanbul’daki saltanatı devam edebilsin diye göz yumduğu, hatta orduya silah bırakması, karşı koymaması için emir verdiği tarihi bir gerçektir. (Bkz. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk)
Mustafa Kemal, İstanbul’un işgaline giden yolu ilk olarak Çanakkale’de durdurmuştur. Mondros antlaşmasının ardından 6 Mart 1920’de resmen işgal edilen İstanbul, büyük zaferin- Kurtuluş Savaşı- ardından 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile düşman tarafından boşaltılmaya başlanır. Son işgal birlikleri, 4 Ekim 1923’te Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk bayrağını selamlayarak geldikleri gibi giderler! İki gün sonra 6 Ekim 1923’te, Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu İstanbul’a girer ve 4 yıl 10 ay 23 gün süren işgal resmen sonlandırılır. İstanbul’un fetih tarihi 29 Mayıs 1453’dür ancak düşman işgalinden kurtarıldığı tarih, 6 Ekim 1923’tür. Bu gerçek inkâr edilerek tarihin üstü örtülemez!
Bugün İstanbul’da, Ayasofya’da özgürce ibadet edilebiliyorsa bunu Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına; şehitlerimize, gazilerimize borçluyuz. İstiklâl Savaşımıza borçluyuz. Atatürk’ün sözleriyle; Türk milleti, medenî kabiliyetinin, hayat ve istiklâl hakkının ve bütün istikbalinin müdafaasına davet edildi ve halk bu davete icabet etti. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde son Türk yurdu düşman işgalinden kurtarıldı; elbette İstanbul ve Ayasofya’da…
Bugünkü olay salt Ayasofya’nın ibadete açılması değildir. Zaten buna kimsenin de bir itirazı yoktur. Kaldı ki uzun zamandır bazı yerleri ibadete açıktı ve Kur’an okunuyordu. Bu konuda dışarıdan yükselecek seslere millet olarak, “Ayasofya bizim topraklarımızdadır ve kimse karışamaz!” cevabını da veririz. Buradaki olay bazılarının yorumladığı gibi ekonomik başarısızlığın üstünü örtmek için gündem değiştirmek de değildir. Asıl olay Atatürk’ün imzasının bulunduğu bir kararın Danıştay tarafından iptal edilmesidir. Geçmişin iptali, geleceğin yeniden tasarımıdır. Bizi endişelendiren, Atatürk Cumhuriyeti’nde, Bakanlar Kurulu Kararı ile yapılan bütün düzenlemeler, Ayasofya kararı emsal gösterilerek iptal edilebilir mi? (Üniter yapının tasfiyesi, Lozan, Atatürk’ün vasiyetinin iptali, v.b.)
Vatansız kalmak üzereyken bize bir vatan toprağı kazandıran ve emanet eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına hakaret etmek, “tarihe ihanetle” suçlamak Laik Cumhuriyet ile bir sorunları olduğunu gösteriyor. Her fırsatta; “Hedef 2023” diyerek dikkatleri Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. yılına çevirmeleri kafalarda soru işaretlerine neden oluyor.
Halkız biz! Sormayalım mı; Nedir “Hedef 2023”?
[1] Tülay Hergünlü, “İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne”, Doğu Kitabevi