Gazzâlî’nin, felsefi, kelami, batini ve sûfî okumaları dönemin dini gruplar sosyolojisi olarak incelediğini düşündüğümüz el-Munkız’daki ifadelerini, Tehafütü’l-Felasife adlı eserinde daha ayrıntılı olarak inceleyerek ve iki filozof üzerinden bir karşıtlık dalgası oluşturduğu malum.

Sûfî söylemi de içlerinde gruplara ayırarak (şatahatlarıyla meşhur Varlığın Birliği öğretisini hal olarak yaşayanların) dışında durduğu bakış açısına Mişkat adlı eserinde yer vermesinde de bu karşıtlığı görmek mümkün. Bu eserlerden birini avam/halk, diğerini seçkinler/havas için yazdığını söylemek yeterli mi? 

Yoksa aslında Cüveynî’ye talebeliğinden itibaren kelam ve felsefeye olan ilgisi, oluşmuştu, üstelik daha sonra İbn Sînâ karşıtlığı yaparken onun terminolojisini önemli oranda kullandı, tespitlerine ne dersiniz?  Dolayısıyla karşıtlık yaparken bile dolaylı olarak felsefeyi kamusal alanda yaygınlaştırmaya katkıda bulunmuş denilemez mi?

·         İbn Sînâ Karşıtlığı Yaparken Onun Terminolojisini Devşirmek

O dönemde Greklerin felsefesinin mütekaddimun (öncekiler) Müslümanların felsefesi mütehhirun (sonrakiler) kavramıyla verildiğini ve İbn Sînâ’nın  efdalü’l-müte’ehrin yani sonraki alimlerin en faziletlisi olarak görülmesi önemli.  O kadar ki Gazzâlî’nin felasife eserlerini incelemeye yönelmesinin ardından medreseler felsefe çalışmalarının yuvası haline geldiği de söylenir. Nitekim Zahiruddin el-Beyhâk  (v.535/1170) bize medreselerin altıncı/on ikinci yüzyılın seçkin filozoflarının çalıştığı ve birbirleriyle görüştüğü yerler olduğunu söyler. Nitekim Gazzâlî’nin İbn Sînâ’ya yönelttiği eleştirileri –bazılarına kendilerinin de katılmasına rağmen- talebeleri açısından çok da önemli değildir.

Bağdat Nizamiye medreselerinde ders veren Esad el-Meyheni’nin (v.523/1130) dediği üzere âlimlerin ikili bir kaynağı vardı. Bir yanda İbn Sînâ ile yakın ilişkileri olmuş bir hocadan alınan muntazam felsefî eğitim; diğer yanda Gazzâlî’ye yönelik kişisel veya entelektüel alaka. Fakat Gazzâlî’nin etkisinin kamusal alanda yoğunlaşmasından olsa gerek, bu dönemde filozoflar (felâsife) teriminden ziyade ükemâ yani hakîmler terimini tercih edildiği de bir gerçek. 

Gazzâlî’nin 1095 yılında tamamladığı Tehafüt’ül felasife’den sonra bu sert eleştiriler İslam’da bütün felsefî geleneğe göndermek yapmak için kullanılan felsefe kelimesi sadece Meşşâî gelenek ve İbn Sînâ (v.428/1037)

takipçileri için kullanılır oldu. Nitekim Beyhâk ’nin filozofları tanımlamak için ükemâ kelimesini tercih etmesi bu kaygıdan dolayı olsa gerek.  Kısacası, o dönemde bir feylesof,  bir hakim daha doğrusu ükemâdan birisi İbn Sînâcı de olabilir, Gazzâlî ci de. Hatta Şehristani gibi, altıncı/on ikinci yüzyıldaki iki ana felsefe cenah arasında salınan biri de olabilir. (Frank Griffel, “Gazzâlî ’nin Tehafütü’l-Felasaife’si İslam Felsefesi: Filozoflar ve Eserleri, edit:Khaled el-Rouayheb-Sabine Schmidtke, çev. Mustafa Yalçınkaya, (İstanbul:Litera Yayıncılık 2021): 279-304, a.mlf,  “İbn Sînâ’ya Yönelik İsmaili Eleştiri”, İslam Felsefesi:305-308)

Makasidu’l-Felasife yani filozofların amaçladıklarını net bir şekilde yazarak bir nevi felsefe tarihi kitabı oluşturarak, felsefe karşıtı olduğunu sananlarında ulaşımına sokması önemli bence. Fakat  Makâsıd adlı eserin Tehafütü’l-felasife’de da tekfir ettiği İbn Sînâ’nın Dânişnâme-i ‘alâî eserinin bir özeti olmasına ne dersiniz? Mantık, Metafizik, Tabî‘iyyât ve Riyâziyyât bölümlerinden oluşan Farsça telif ettiği ansiklopedik nitelikteki Dânişnâme-i ‘alâî’, bir yönüyle eş-Şifâ adlı külliyâtının bir özeti aslında.

Bunu ve Gazzâlî’nin el-Munkız adlı eseriyle Descartes’in Metot Üzerine Konuşma adlı eserindeki benzerlikleri derste belirtiyorum. Descartes’in Gazzâlî’ye yaptığının benzerinin Gazzâlî tarafından yapıldığını söylüyorum. İnsan, tekfir ettiği birinin eserini niçin özetleyerek kendi kitabı olarak sunar ki!  Öyle gözüküyor ki, Makasidu’l-felasife’yi tarafsız bir gözle yazdığı iddiası, onun akademik etik tutumuna gösterge olarak sunulabilir mi, biraz zor. Çünkü filozofları alt etmek için her şeyi yapabileceğini ve onlarla mücadele etmek için eleştirdiği her kesimle birlikte olabileceğini kendi de söyler. Dolayısıyla ortada hakikate ulaşmak ve hakkı teslim etmekten ziyade sosyo-politik ortam ve ortaya çıkardığı sorunların çözümüne katkı sağlamayı tekfir kılıcıyla katkıda bulunan bir alim var, diyenlerde çoğunlukta.

 Buna ilaveten Makasid adlı eserindeki tutumunun hocası dönemin ünlü kelam alimi ve Nizamiyye medresesinin başkanı olan Cüveynî’nin yönlendirmesiyle  kelamın yanı sıra felsefe, özellikle İbn Sînâ çalışması ve bu anlamda ilk döneminde onun takipçisi olduğu iddiaları da var. Hatta bu eserin Tehafütü’l-felasife’den önce yazıldığı şeklindeki genel görüşün de artık terkedildiği de belirtilir.  Öğrencilerinin daha kapsamlı bir hazırlık metnine ihtiyaç duyulması üzerine sonradan yazdığı da söylendiğine göre, İbn Sînâ’nın eserinin bir nevi tercümesi olmasının bir gerekçesi de ortaya çıkmış gibidir.  (Frank Griffel, “Gazzâlî’nin Tehafütü’l-Felasaife’si İslam Felsefesi: Filozoflar ve Eserleri, edit:Khaled el-Rouayheb-Sabine Schmidtke, çev. Mustafa Yalçınkaya, İstanbul:Litera Yayıncılık 2021, 283)

·         Gazzâlî’nin Müsbet/Pozitif İlimlere Tavrı

Bir de Gazzâlî’’nin aldığı eğitimler genelde dini disiplinler (fıkıh, hadis, kelam/akaid, gramer) tahsili gördüğünü ama Tanrı’nın evreni nasıl yarattığını inceleyen matematik, geometri, astronomi, fizik gibi müspet ilimlere dair ciddi bir eğitim almadığını hatırlamanızı rica ediyorum. Zaman, mekan, yok (adem ve madum) gibi kavramların bu disiplinlerle anlaşılacak kavramlar olduğunu düşündüğümüz zaman Tehafütü’l-felasife’de tekfir ettiği hususların gerçekten tutarsızlık mı yoksa zihinleri çeldirici vazifesi gören ve insanları yanıltan çıkarımlar mı olduğu hakkında bir parantez açmak gerekir, tabii bence.

            Nitekim O da bu eksikliğini bildiğinden dolayı olsa gerek, “hesap/aritmetik, hendese/ geometri ve hey’et/astronomi ilimlerinin dinî meselelerle ilgili olumlamak ya da olumsuzlamak bağlamında hiçbir ilişkisi yoktur. Bilakis o, burhanî/kesin bilgi gerektiren hususlarla ilgili olduğu için onu anlayıp öğrendikten sonra reddetmeye gerek yoktur” der. Ama bununla birlikte bu ilimlerden iki tür fenâ/olumsuz durum ortaya çıkabilir diyerek uyarılarda bulunur:

“Bunların ilki, riyâzî ilimleri inceleyen kişi onun ortaya koyduğu kanıtların açıklığı ve kesinliği sebebiyle şaşkınlığa düşer. Bundan dolayı filozoflar hakkında iyi düşünür ve zanneder ki onların bütün ilimleri bu ilimdeki gibi kesinliğe ve güvenilirliğe sahiptir. Sonra onların küfrüne, [Tanrı’yı] âtıl kılmalarına ve şer‘î/dini küçümsemelerine dair dillerde dolaşan söylentileri işitir.”

 Ve tabiki en sonunda bu ilimlerde uzmanlaşmanın engellenmesi gerektiğini söyler: “Her ne kadar doğrudan dine dair bir şey içermese de filozofların ilimlerinin temel ilkelerini oluşturduğundan, onların kötülük ve fenalıkları sirayet edeceğinden bu ilimlerde uzmanlaşmak isteyen herkesi engellemek şarttır. Dinden çıkmadan ve takva dizginini başından atmadan bu ilimlerin afetlerinden kurtulan çok azdır.”  (Gazzâlî:el-Munkız min’ed-Dalal: Aklı Karışıklar İçin Klavuz (Telif ve tercüme: Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, Ankara: Elis Yayınevi 2020, 78-80)

İşte bu nedenle biz Gazzâlî’nin filozofların tutarsızlıkları olarak gördüklerini aslında “zihinsel çeldirici” ve/ya “bilinçli yanıltmaca “diye nitelenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kendisi doğrudan tahsil etmediği ilimlerin alanıyla ilgili özellikle metafizik konularda yanıltıcı ve yönlendirici fikirler ileri sürdüğü kanaatindeyiz.  Nitekim Tehafüt’teki tartışma bu öğretilerin doğrulu hakkında olmaktan çok filozofların bu görüşleri tanıtlamayla kanıtlayıp kanıtlamadığına dair olduğu, kanıtlanmamış öğretilerde doğru olabileceği üzerinde durduğu belirtilir. Bu husus üzerinde diğer “Bir Nefes Felsefe” de ayrıntılı duracağımızı belirtip, burada Mişkat ve bazı diğer eserlerinde eleştirdiği görüşleri daha sonra benimsemesinin ciddi kafa karışıklığına neden olduğunu söylemekle yetinelim.  Fakat hazırbulunuşluk açısından  Gazzâlî’nin  filozofların öğretilerinin nerede yanıldığını ve neden yanlış olduğunu kanıtlama gereği duymadığını, aslında ona göre bunların mutlak yanlış olmaları da gerekmediğini, kanıtlanmamış olmalarını yeterli gördüğünü vurgulayalım.   

Filozofların bazı öğretilerinin doğruluğun çürütmeye giriştiğinde bile onların yanlış olduğunu göstermeye gerek duymaz. Yalnızca söz konusu öğretilerin kanıtlanmamış ve vahyin zahiri beyanına aykırı olduklarını göstermeye çalışır. Böylece  filozofların otoritesini tesis edemeyeceklerini, had bilmez kibirlerini boşa çıkaracağını, onların bazı takipçilerin dine karşı takındığı küçümseyici tutumu ve felsefenin vahiyden bağımsız olduğunu dillendirenlerin görüşlerini çürüteceğini düşünmüştür. Müzakere ettiği yirmi meselede belirli delillerin ve açıklamaların mantıksal durumuna dair tartışmalar yürütmesi bu nedenle olsa gerektir. (Frank Griffel, “Gazzâlî ’nin Tehafütü’l-Felasaife’si İslam Felsefesi: Filozoflar ve Eserleri, edit:Khaled el-Rouayheb-Sabine Schmidtke, çev. Mustafa Yalçınkaya, İstanbul:Litera Yayıncılık 2021:289-291) Metafiziğin kuru bir gürültü ve gevezelik olduğuna dair modern felsefe iddialarını da doğrulanabilirlik ve yanlışlanabilirlik kavramları bağlamında ayrıca müzakere edeceğimizi belirtip, burada duralım.

 Rasyonalist Metazifik Eleştirisi mi?

Tanrı’nın evreni yaratmasıyla ilgili temellendirmeleri inceleyen Batı felsefesinin önde gelen filozoflarından Kant’ın da bunları antinomi/çatışkı kavramıyla izah ettiğini de biliyorsunuz. Bu teorik aklın doğası gereği içine düşdüğü durum olup, hem o hem bu, ne o, ne bu şeklinde tez ve karşı tezin aynı oranda savunulabileceğini söylemektir bu. İlki Nicelik antinomisi olup,  “Evren sınırlıdır-evren sınırsızdır.”, Nitelik antinomisi : “Özdek bölünmez atomlardan yapılmıştır-özdek sonsuzca bölünebilir.”Bağıntı çatışkısı: “Her şey zorunlu olarak bağıntılıdır-hiçbir şey zorunlu olarak bağıntılı değildir.”Kiplik çatışkısı: “Evrenin nedeni olan zorunlu bir varlık vardır-evrenin nedeni zorunlu bir varlık değildir.  Bu Gazzali’nin rasyonalist metafiziği çok önceden eleştirdiği bilinir. Kant’ın dört antimosi, Gazzali’nin üç meselesiyle mukayeseli incelendiğinde benzeşmelere olduğu görülür. Salt akla dayanan bilginin bazı temel önermelerde çatışkılara düşeceğini Gazzali delillerin denkliği (tekafü’ül-edille) yöntemi açıklar. Bundan kasıt, bütün delillerin birbirine eşit olup bir görüşün diğerini geçersiz kılamamasıdır. (Firdevs Demir, Kant’ın Antinomileri ile Gazali’nin Üç Meselesinin Karşılaştırılması, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, 2017, 113 vd.M.Uyanık-A.Akyol, İslam Felsefesi:Teşekkül Dönemi,  ElisYayınevi, Ankara 2017, 70)

Sonuç: Gazzali’nin felsefe karşıtı daha doğrusu filozoflara yönelik eleştirilerinin görüşlerinin düşünce hayatımıza gerçekten önemli katkısı olmuştur. Üstelik kelâmî felsefenin onunla birlikte ivme kazandığı ve evrildiği çizgi üzerinden gidilirse  katkıları daha net görülebilir belki. Şurası net, filozofların ikisine yönelttiği eleştiriler felsefe karşıtlığına dönüştürülmüştür. Ama gerek döneminde gerekse İbn Sina çağı denilecek zamanlarda medreselerdeki felsefe eğitiminin yanısıra genel halk kitlesinde (avam) bilinçli zihinlere ne oluyor yahu deyip dolaylı olarak da olsa felsefeye de yöneltmiş olabilir? Benim yaygın görüşüm o, yukarıda da belirttim zaten.  Bununla birlikte Tanrı’nın evreni nasıl yarattığına dair riyazi ilimlerin yasaklanma gerekçesine bakınca, ne deyim bilemedim. Gazzâlî okumalarına devam; önümüzdeki yazı da “Bir sistem düşünürü” mü sorusunun cevabını arayacağız.