Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı tarafından atanmış bir şahıs şöyle bir cümle sarf etti: 

“Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye’de yaşanmıştır. Mesela Fransız Devrimi her şeyi yıkmıştır ama lügate yani dile dokunmamıştır. Yine en sert devrimlerden bir tanesi MAO’nun Çin’de yaptığı kültürel devrimdir ve o da dile dokunmamıştır. Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hâsılı bütün düşünmemizi yok etmiştir.” (Basın)

Bu cümleler, siyasî iktidarın Cumhuriyet karşıtlığını net bir şekilde ortaya koyması açısından önemlidir. Çünkü bu sözlerin sahibi Cumhurbaşkanı baş danışmanıdır. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı’nın bilgisi dışında böyle bir cümle kullanması düşünülemez.

Nedir bu Cumhuriyet’e, kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve Türk diline duydukları kin ve nefret?

Neden sürekli Osmanlı’yı göklere çıkarırken, Cumhuriyet’i ve devrimlerini yerden yere vurmaktadırlar?

Mustafa Kemal, Büyük Nutuk’un başlangıcında, “19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüm:” ifadesiyle Osmanlı’nın son dönemlerini çok çarpıcı cümlelere ortaya sermektedir. Bir özet halinde sunalım:

“Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş, ağır şartları olan bir ateşkes antlaşması imzalanmış. Dünya Savaşı’nın uzun yılları boyunca millet yorgun ve yoksul bir durumda. Milleti ve memleketi Dünya Savaşı’na sokanlar, kendi hayatlarının derdine düşerek, memleketten kaçmışlar. Saltanat ve Hilafet makamında bulunan Vahdettin soysuzlaşmış, kendini ve yalnızca tahtını koruyacak alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet zavallı, beceriksiz, onursuz ve korkak; yalnızca Padişah’ın buyruğuna bağlı ve onunla beraber kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma razı.

Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta… İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ile Konya’da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor… 15 Mayıs 1919’da İtilaf Devletlerinin onayıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkartılıyor.

Bundan başka, memleketin her tarafında Hristiyanlar; gizli, açık, özel istek ve amaçlarının gerçekleşmesini sağlamak ve devletin bir an önce çökmesi için uğraşıyorlar.”

Atatürk Nutuk’un devamında İstiklâl Savaşı’na giden süreci ve sonrasını noktasına, virgülüne kadar anlatmakta, milletine âdeta hesap vermektedir.

Atatürk, Türk bağımsızlık savaşını başlatmak üzere Anadolu’ya geçmiş ve meşaleyi Samsun’da yakmıştır. Sonrasına Amasya, Erzurum ve Sivas Kongreleri gerçekleşmiş ve burada “Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.” kararı alınarak tüm dünyaya ilan edilmiştir. İstanbul’un fiilî işgali üzerine; “… Bugün, İstanbul’u zorla işgal etmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin yedi yüz senelik hayat ve hâkimiyetine son verildi. Yani bugün Türk milleti, medenî kabiliyetinin, hayat ve istiklâl hakkının ve bütün istikbalinin müdafaasına davet edildi.” diyerek Türk milletine içinde bulunulan durumun vahametini açıklamış ve Türk milletini vatan müdafaasına davet etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Damat Ferit hükümeti ise İngiliz baskıları karşısında Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’ye birbirini tamamlayan beş fetva yayınlatarak Kuva-yi Milliye mensuplarını “eşkıya kuvvetleri” olarak vasıflandırmış ve “eşkıyalarla savaşmanın dinî bir zorunluluk olduğunu” halka bildirmiştir.

Hanedanın ve hükûmetinin “Bölünmez, bağımsız, hür ve çağdaş bir Türkiye!” diye bir dertleri yoktur. Onlar sadece saltanatlarını sürdürmek derdindedirler ve bunun için de din adına fetva verdirmekten hiç çekinmezler. Ülkenin kurtuluşu için canını ortaya koyanlar, onlar için sadece birer “eşkıya” dır.  Devamında gelen fetvalarda ise bu “eşkıyalar” la savaşmayan ya da kaçan askerlerin büyük suç işlemiş olacakları ve şeriat yasalarına göre en ağır cezalar ile cezalandırılacakları; eğer savaşırlarsa gazi olacakları, öldürülürlerse şehitlik mertebesine yükselecekleri açıklanmaktadır. Ne kadar tanıdık değil mi?

İngilizlere ve Damat Ferit’e en güzel cevap, Ankara’da verilmiş; 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Emperyalist devletler ise Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını ve paylaşılmasını sağlayan 433 maddelik Sevr Antlaşması’nı imzalamakla meşguldür. Ancak emperyalist plan tutmaz, Millî İktidar daha da güçlenir ve 1921 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu)  kabul edilir. Anayasa’da yer alan ve Cumhuriyet rejimini tarif eden bir madde ise padişah yanlılarını telaşlandırır: “Egemenlik, kayıtsız ve şartsız milletindir!”

I.İnönü ve  II. İnönü Zaferlerinden sonra  22 gün 22 gece süren, Atatürk’ün deyimiyle; Melhame-i Kübra (büyük kanlı savaş) olan Sakarya Meydan Muharebesi kazanılır. Ardından da Büyük Taarruz yani Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile Anadolu’yu işgal eden İngiltere destekli Yunan Ordusu Dumlupınar’da imha edilir. (30 Ağustos 1922)… Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, 1 Eylül günü tarihe geçen ikinci emrini verir:  “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” İzmir’in kurtuluşu ile birlikte düşman denize dökülür ve kesin zafere ulaşılır. (9 Eylül 1922)

1 Kasım 1922’ de iki başlılığa son verilir. Alınan bir kararla önce Saltanat (siyaset) makamı, Halifelik (hilafet) makamından ayrılır. 3 Kasım 1922’de de Saltanat tamamen kaldırılır. Padişah’ın, tüm Müslüman milletlere önderlik etme görevine son verilir. Zaten Padişah, fiiliyatta böyle bir görevi hiçbir zaman tam manasıyla uygulama alanı da bulamamıştır.

Mustafa Kemal, halifeliğin kaldırılmasına karşı çıkanlara şöyle hitap eder:

“Efendiler, hâkimiyet ve saltanat kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye görüşmeyle tartışmayla verilmez. Hâkimiyet ve saltanat kuvvetle, kudretle, zorla alınır. Osmanoğulları Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına zorla el koymuşlardır. Bu haksız durumu altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bunlara hadlerini bildirerek, hâkimiyet ve saltanata isyan ederek idareyi kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir…”

İşte zurnanın tam da zırt dediği “yer” burasıdır: Türk milletinin, Osmanoğulları hanedanına hadlerini bildirerek, hâkimiyet ve saltanata isyan ederek idareyi kendi eline almış olması. “Padişah’ın yerinde kalacağı” hayalini kuranlara Mustafa Kemal tokat gibi bir cevap vermiştir.

TBMM’de kabul edilen tek maddelik bir yasa ile Ankara, yeni devletin başkenti olarak ilan edilir. Ve heyecanla beklenen o gün gelir; 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilir… Mustafa Kemal oybirliğiyle Cumhuriyet’in ilk Cumhurbaşkanı olarak seçilir.

Üç kıtada 624 yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının üzerinde artık genç Türkiye Cumhuriyeti yükselmektedir. Düşünülürse; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir şekilde Osmanlı Devleti’nin mirasına sahip çıkarak, tarihten silinmesine de izin vermemiştir! Eğer sömürgeci ülkelerin mandaterliği kabul edilseydi, belki Vahdettin’in İstanbul’da saltanat sürmesine izin verilirdi ama sonu ne olurdu; onu da Cumhuriyet karşıtlarının hayal gücüne bırakıyoruz… 

Devam edecek…

Yararlanılan kaynaklar:

-Osmanlı’da Halkla İlişkiler, Prof. Dr. Metin Kazancı, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi

( https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/177955)

-Tülay Hergünlü, “İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne- Türkiye’nin Hafızası- 1914-1980) Klaros Yay. 202