Peygamber efendimiz, “mümin firasetli olur” ve “iki defa aynı yerden ısırılmaz” diye iki ayrı hadis/sözü ile bizleri uyarmış, ama tarihsiz okumalarımız yüzünden olsa gerek dini değerleri kullanarak tarihte devlete ve toplumsal yapıya yönelik bir çok kalkışma olmuş. En son 15 Temmuz 2016 tarihinde kendisini toplumsal barış, diyalog simgesi olarak gören bir yapının (Fetö) terörist saldırısıyla darbe/kalkışma denemesine şahit olduk.

Türk Düşünce Tarihi ve İslam Felsefesi Tarihi okumalarımız ve okutmalarımız süresince direniş, isyan, kıyam kavramları altında her türlü muhalif hareketlerle karşılaşıyoruz. Tarihsiz okumaların talihsizliğinden kaçınmak diye seri kısa okumalar yapmamazın nedeni de yeniden aynı hataya düşmemek ve eleştirel bilinci diri tutmaktır.

“15 Temmuz 2016 da neler oldu ve bunun diğerlerinden farkı veya benzerliği neydi ve bunu tarihsel örnekleri nelerdir?” diye kısa bir ufuk turu yapalım:

Önerme: Sünni ya da sahih merkezi inancı temsil ettiğini söyleyen yapıların (ortodoksi) ahlaklı dürüst insan yetiştirmeyi hedeflediği, devlete yönelik kalkışma içinde olmayacağı, kendilerini daima devletle mesafeli tuttuğu, uzak durursa donar, yakın durursa yanar diyerek soba mesafesinde gördüğü iddiası olumsuzlandı.

Açıklama: Osmanlı tarihinde Mehdici hareketlerin büyük kısmı sünni ya da en azından görüntüde sünni veyahut heteredoks (mülhid) sünni yapılarca olduğu gözden kaçtığı için bu önerme uzun süre tutarlı görüldü ve hala da birimler (cemaat/tarikat) öyle görmekte hatta diğerinden boşalan yerlere talip olmaktadır.

Önerme: Tarihte genelde isyan ve/ya kıyamlar, merkezi yönetim ile kırsal kesimler arasında genelde ekonomik ve siyasal baskılar gerekçe gösterilerek yapılırmış.

Günümüzde bu iki terim arasındaki farka dikkat edilmiyor ama tarihteki olayları değerlendirilirken isyan, merkezden gelen maddi veya manevi bir talebe ya da baskıya karşı silahlı direnişe denilirmiş.

Sözlük anlamı ayağa kalkmak olan kıyam, namaz çok kullanılan bir tabir, ahirette diriliş günü de kıyamet olarak nitelendirilir, sosyal ilimler açısından merkezden herhangi bir baskı veya talep gelmediği halde çevrenin merkeze karşı silahlı harekete geçmesi ve kan dökmesidir.

Bu ayırımı yapan Ahmet Yaşar Ocak, tarihsel olarak Selçuklu zamanındaki (1239) Baba İshak hareketi, isyan; Osmanlı zamanındaki (1416) Şeyh Bedreddin hareketi kıyamdır, der. İlkinde Selçuklu yönetimin kırsal kesim üzerindeki baskılarına karşı ayaklanma söz konusuyken, ikincisinde fetret dönemi yani Osmanlı yönetimin Emir Timur tarafından darmadağın edilmesiyle oluşan toplumsal kargaşa ve şehzadeler çatışmasından istifade edilerek –bazen görünürde başka bir amacı göstererek-merkezi yönetimi ele geçirme çabası vardır.

Açıklama: Bu bağlamda 15 Temmuz 2016 günü olan; sürekli iktidarın nimetlerinden yararlanan, “istedikleri her şey kendilerine verilen” ve böylece ekonomik olarak bir cemaat olmaktan çıkıp uluslararası bir holdinge dönüşen, siyasi olarak her türlü gücü kendinde gören yapının askeriyedeki birimlerini harekete geçirerek merkezi yönetime yönelik terörist saldırısıdır. Dolayısıyla bu olay, Türk tarihinde kendine has ve ayrı incelenmesi gereken bir durumu ortaya çıkarmıştır.

Önerme: Tarihte merkeze karşı girişilen hareketlerin siyasal, toplumsal ekonomik nedenleri kadar Mehdi iddiasında bulunan şahıs/ların dini verileri yoğunlukla kullandıkları ve takipçilerinin de buna inandıkları görülmektedir.

Açıklama: Bu kişilerin tamamına yakının tarihte Horasan şeyhi veya bir tarikat şeyhi yahut mistik bir çevreye mensup olduğu, uzun sürelik bir inziva döneminden sonra Tanrı’dan aldıkları mesajla harekete geçip propagandaya başladıkları ve halkı siyasal iktidara karşı ayaklanmaya çağırdıkları görülür.

Bu husus yeterince araştırılmamakta ve genelde kendisini sünni yani sahih inanca sahip olduğunu söyleyen yapılar tarafından da gerçekleştirildiği gözden kaçmaktadır. Buralar incelenmediği sürece etrafına nasıl insan topladığı hususu yeterince aydınlanamaz.

TARİKATLARIN PARALEL YAPILARA DÖNÜŞMESİ

15 Temmuz 2016 tarihli terörist saldırının teorik arka planı okumak için devlet ve tarikat/cemaat ilişkilerini ana hatlarıyla hatırlamak gerekir:

Amaç: Devlet, tarikatlar, cemaatler ile tasavvuf düşüncesini yaygınlaştırıp halkın din anlayışını stabilize etmek istemiş olabilir. nitekim özellikle Moğol istilası, 1402 Ankara savaşı sonrasında ortaya çıkan toplumsal kaos ortamlarında oldukça etkili olmuşlar; tarikatlar oluşturdukları teşkilatlarla toplumsal birlikteliğe ve siyasi birliğe katkı sağlamışlardır.

Ortaya çıkan risk Tarikatların/cemaatlerin toplumsal kargaşa sırasında olumlu hizmetler ettiğini, ama bir süre sonra sosyo-politik açıdan güçlenince A. Yaşar Ocak’ın ifadesiyle “paralel yapılar” olarak hareket ettiğini gözlemlemiştir. Devletten aldıkları destekler, tarikatların güçlenmesini de sağlamış, sosyal yapıda güçlenmeleriyle birlikte siyasi yapıda da etkili olmak istemişler, bunun sonucunda eko-politik güçlere de dönüşmeye başlamışlardır.

Osmanlı Devleti ve Tarikatlar

Osmanlı devletin kuruluşunda etkili olan bazı tarikatlar vardır. Bunlardan ilki Vefailer’dir. Elvan Çelebi, Menakıbname’de Şeyh Ede-Bali’nin Baba İlyas’ın halifelerinden biri olduğunu kaydetmektedir. Bu tespit yıllar sonra Babai isyanlarının Vefailerin kontrolünde gerçekleştiği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır.

Osmanlı tarihi boyunca önem kazanmış büyük tarikatlar, Mevlevilik, Rıfailik, Kadirilik, Nakşibendilik, Halvelitilik, Bektaşilik, Bayramilik/Melamiliktir. Mevlevilik 15.yy da görülür ama 17-18.yüzyılda güçlenir. Farsçayı yaygınlaştırır. Sarayla iyi ilişkileri bozmamak için dini/sosyal çalkantılardan uzak durmuşlardır. Yüksek sınıfların toplandığı bir tarikat olduğu için heteredoks kesimlerin aleyhine tutum takınmışlardır. Bu nedenle de Bektaşilik ile Mevlevilik tarihi boyuncu birbirleriyle çekişmişlerdir.

Nakşilik, Maveraünnehir’de Moğollara karşı tepki olarak kurulmuş, Sünni bir çizgiyi benimsemiştir. 15.yy Anadolu’da görülmüşler 16. yy da üst düzey bürokraside etkili olmuşlardır. Bayramilik, Hacı Bayram Veli tarafından kurulan ve köylü kesimlere hitap eden bir tarikattır. Vefatından sonra halifesi Akşemseddin sünni çizgiyi takip ederek devletle iyi ilişkiler kurarken, Ömer Sikkini vahdeti vücutçu ve mehdici bir öğreti savunmuş, devletten uzak durmuş ve fırsat buldukça da çatışmıştır. Halvetilik, 15.yy başlarında Ahi Yusuf Halveti (1408 v) tarafından kurulmuştur. İran kökenli bu tarikat 17.yüzyılda Kadızadeler hareketinin oluşmasında etkili olmuştur.
 

Velayet Teorisinin Mehdi-Kurtarıcıya dönüşmesi

Osmanlı dönemi tarikatların ortak yönlerinden biri olan kutb anlayışı, insan-ı kamil terimiyle özdeş kabul edilir. Bu, velayet teorisine göre kâinatın yönetiminden sorumlu olup, aşağıdan yukarıya doğru sayıları giderek azalmak suretiyle bir mertebeler silsilesi meydana getiren “veliler pramidi”nin tepe noktasındaki şahsiyettir. Kâinatta maddi ve manevi her türlü tasarruf yetkisine sahip, kısacası Allah adına Kainatı yöneten en büyük velidir.

Siyasi karışıklıkların olduğu dönemlerde, “gavs” denilen kişinin “sahibu’z-zuhur” olarak herkesin bilmediği hakikatlere sahip olacağı ve insanlara rehberlik edeceği fikri vardır. Gavs ve/ya kutb derecesine varan kişi halka “gayb” aleminden haber verdiğine inandırır.

Anadolu’da klasik tasavvuftan başka Melami ve Bektaşi cereyanları bu fikirlerden etkilenmişlerdir. Bu sistemin bir sonucu olarak eşya ve olaylara hükmetme/tasarruf yetkisi olduğu düşünülür. Bu niteliklere sahip olan kişi/ler, kendisi hükümdarlar ve devletlerden üstün görür. Onların bilgileri ve cezbedici kişilikleriyle halk üzerinde sürükleyici tesirleri bulunduğu için zaman zaman devlete karşı tehlike olmuşlardır. Bu kanaatın yayılması ya devlet adamlarının onlara saygı göstermesi, ya da halkın isyanı şeklinde türlü görünüşler almıştır.

Tarihte bunların zındık veya mürted diye nitelendirilmesinde anahtar kavram ḥulūl’dur. Bu kavram, Allah'ın tecessüm ettiğine, yâni insanın vücûduna girip insan şeklinde göründüğüne veya peygamberlerin dışındaki bazı insanların onunla görüştüğüne inanmayı getirir. Bu bir nevi İslam felsefesinde bir akım olarak okutulan İhvanu’s-Safa’daki meleklik sıfatı gibidir.

İhnu’s-Safa gizli cemiyetine alınma sürecine dikkat ettiğimiz zaman bu sürecin tarihsel temellerine vakıf olabiliriz. Bunlara göre yaşları on beşe ulaşan keskin anlayış ve kalp temizliği gösteren kişi, çıraklık/aday mertebesindedir.
Otuz yaşlarına geldiği zaman, şefkati, kurnazlığı ve halkın yönetim işlerinde pratik düşünmeyi öğrenmiş olanların ulaştığı liderlik mertebesi 2. Aşamadır.
Hakimlik veyahut meliklik mertebesine kırk yaşında ulaşılabilir. İtaat etmek için çağrılan ve ilahi yasa tarafından yardım edilen kimseler 3. Aşamadır.
Son aşama peygamber veyahut melek ve meleklik mertebesidir. Bütün ihvan, ellisinde ona ulaşmaya davet edilir. Hakikatin idraki ve melekut âlemine yükselme imtiyazları ve Allah’a yakınlık hâsıl olur.

Mehdici/kurtarıcı olarak ortaya çıkan insanların geneli dini kavramlar olarak bunları kullanmaktadır. 15 Temmuz 2016 sonrasında vakıf olduğumuz üzere öncesinde on yıllardır bu kavramlar alabildiğine tüketilmiş, uyanık veya rüya halinde soruları görme (çalma) dahil olmak üzere bütün kolektif hukuksuzluklara meşruiyet sağlanmış, bunları şimdi öğreniyoruz.

Devlete Yönelik Kalkışmalarda Dini Verilerin Kullanım Örnekleri:

Tarihsel deneyimler gösteriyor ki, cemaat/tarikat gibi toplumsal birimlerin bireysel ahlak ve insan yetiştirme hedeflerinin dışına çıkıp yönetim/saltanat üzerinde hak talep etmek her zaman sert tepkilerle karşılanmıştır. Yukarda kıyam diye bahsettiğimiz Şeyh Bedreddin olayı (1416) Osmanlının sufi çevrelere karşı uyanık olunması gerektiğini göstermiştir. Önce Bedreddin taraftarlarını, sonra Şiileri daha sonrada Melamileri, ardından Bektaşileri kontrol altına almaya çalışmıştır.

16. asırda Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) Bayrami Melamileri aşırı bir şekilde vahdeti vücut öğretisini savunuyor ve bunlardan Pir Ali Aksarayi mehdi olduğunu iddia ediyordu.

Bünyamin Ayaşi, İsmail Maşuki, Hüsameddin Ankaravi, Hamza Bali gibi Melami şeyhleri devlet nizamına muhalif ve onu değiştirmeye yönelik faaliyetler içinde görülüyorlardı. Hatta Hamza Bali zamanında kendi aralarında padişah, vezir, defterdar vb idareciler seçerek yeni bir yönetim kurmaya teşebbüs ettiler. Bunlar hulul inancını savundukları gerekçesiyle zındık/mülhid ilan edilerek 1528 ve takip eden yıllarda idam edildiler
Bu kişilerin tamamına yakının Horasan şeyhi veya bir tarikat şeyhi yahut mistik/ezoterik bir çevreye mensup olduğu, uzun sürelik bir inziva döneminden sonra Tanrı’dan aldıkları mesajla harekete geçip propagandaya başladıkları ve siyasal iktidara karşı ayaklanmaya çağırdıkları görülür.

İbn Bibi’nin el-Evamiru’l-Alaiyye adlı eserinde baba İlyas Horasani’nin ağzından verdiği şu cümleler her dönem görülmektedir:
“Sultan, kötü bir yaşantı takip etmekte, fısk-u fücur işlemekte, zulüm yapmaktadır. Filan gün falan ayda dostlarımız atlansınlar ve harekete geçmeye hazır olsunlar.Her kim bizim adımızı işitirse müfsidleri ortadan kaldırıp halkın halini ıslah hususunda bizeuysun. Onları ele geçirdiğimiz ganimetlere ortak yapacağız. Kim bu davetimize karşı koyarsa, onu öldürmekte tereddüd göstermesin”.

A.Yaşar Ocak’ın tesbitiyle söyleyecek olursak, “öyle görünüyor ki, Osmanlı merkezi yönetimi hadiselere toplum nizamının bozulup bozulmaması açısından yaklaşıyor. Olayların cereyanı toplumsal toplum ve devlet nizamı için bir tehlike oluşturmadığı sürece devletin üzerine gitmediği, gitse bile sürüncemede bıraktığı anlaşılıyor.”

Sonuç: Osmanlı tarihinde Mehdici hareketlerin büyük kısmı Sünni ya da en azından görüntüde Sünni veyahut heteredoks (mülhid) Sünni yapılarca olduğu gözden kaçmaktadır. Merkeze karşı girişilen bu hareketlerin siyasal, toplumsal ekonomik nedenler kadar mehdi iddiasında bulunan şahıs ve onun kullandığı dini veriler yeterince araştırılmamaktadır. Buralar incelenmediği sürece etrafına nasıl insan topladığı hususu yeterince aydınlanamayacağını bir kez daha vurgulamak gerekir. Tarihsiz okumaların talihsizliğinden kaçınmak dediğimiz işte tam bunun içindir.

Kaynakça: Ahmet Yaşar Ocak, Türkiye Sosyal Tarihinde İslam’ın Macerası, Timaş yay,İstanbul 2010,s40-42, 44-45, 48-49; Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, İstanbul.1998,s. 58-59,69-70; Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması:Osmanlı Devleti’nin Son döneminde Kimlik, Devlet, İnanç ve Cemaatin Yeniden Yapılandırılması, çev. Şiar Yalçın, Timaş, İstanbul.2013, Bayram Ali Çetinkaya, 10.Yüzyılda Felsefi Bir Topluluk Olarak İhvan-ı Safa, İslam Felsefesi Tarihi, ed.B.A.Çetinkaya, Grafiker yay. Ankara.2012, cilt.1, s.245-246. Ayhan Bıçak. Türk Düşüncesi I Kökenler. Dergah yay. İstanbul 2009. s.465-475< Hilmi Ziya Ülken, İslam Felsefesi, Selçuk yay. Ankara. Ty, s.249-250. M.Uyanık “15 Temmuz 2016 Darbe Girişimin Teolojik Tahlili:-Felsefe, Kelam ve Tasavvuf Disiplinlerinin Eşgüdümünü Sağlayarak Yeni Bir Din Dili Oluşturmak-“ başlığıyla Uluslararası Darbe Sempozyumu, 26-28 Mayıs 2017, Adnan Menderes Üniversitesitesi yayını, Aydın.2017, c.2, ss.885-906 arasında yayımlanmıştır.http://www.maturidiyeseviotagi.com/15-temmuz-darbe-girisim…/ 6 Kasım 2017