Yaseminlerin, nar ve portakal çiçeklerinin ülkesi Endülüs'ü ziyaret, hayatımıza bir çentik daha atmaktır.
Eğer, Endülüs’e gidemeseydim, hüznün kalbi diye nitelendirdiğim Kurtuba camiini göremeseydim, bir yanım eksik kalırdı. İbn Rüşd, İbn Tufeyl, İbn Bacce gibi İslam felsefesi derslerinde sürekli yoldaşlık edip sohbet ettiğim Akyüreklere karşı yüzüm olmayacaktı. İbn Arabi’nin vahdet-i vucud felsefesini anlayım diye çok çalıştım, masterde fikirlerini incelediğim İbn Teymiye niçin Şeyh-i Ekfer demiş, demiş de ne olmuş, hala Şeyh-i Ekber diye nitelendirilmesinin nedeni ne diye epey okuma yaptım. Birkaç beden büyük geldi, doğrusunu söylemek gerekirse; bende vahdet-i şuhud’u yani “Herşey Tanrı’dandır” önceleyen İmam-ı Rabbani Ahmet Faruk Sirhindi’yi  okudum. Onun Hindistan’daki kabrini de ziyaret etmiştim. Paylaştım zaten gezi notları şeklinde. Şimdi İbn Arabi’yi de yetiştiren toprakları, ecdadımızın sekiz yüz yıl süren bilgi, bilim tasavvurlarını estetiksel açıdan şaheserleri olan el-hamra’yı, el-Caziba’yi görmesem olmazdı. Anadolu’yu daha iyi anlayabilmek için görmem şarttı. Çünkü;
•Anadolu iki kutup yıldızının buluştuğu yerdir, dünyanın kalbidir
İbn Arabi Batı’dan Mevlana’ın babası Sultan Bahâeddin Veled oğlu Celâleddin 611/1228 a Konya'ya gelip yerleşirler. Anadolu iki kutup yıldızının buluştuğu yerdir, dünyanın kalbidir. Ata yurdu gördüm, burayı da görmesem olmazdı, ya da rehberimiz İnanç Yamaç beyin dediği üzere, “hayatımıza bir çentik atmanın dayanılmaz onuru ve ama aynı zamanda hüznünü yaşamamış olurdum. Nasıl olur ikisi bir arada, olur efendim olur; özellikle bunu yaşamak hissetmek için Kurtaba mescidinin nasıl katedrale çevrildiğini görmeniz gerek. Bahsedeceğim zaten, Ayasofya ile mukayese ederek, sabredeniz lütfen.
•İspanya modeli ve Türkiye’de yaşanan siyasal kaos
Epeyden Endülüs ziyareti niyetimi Mehmet Özdemir hocama, ağabeyime söylüyordum. Ehli bilir, Endülüs hakkında Türkiye’de sayılı birkaç uzmandan birisidir. Gerçi kim danışır, kim politika belirlerken görüşür bilemiyorum. Hele son zamanlarda Türkiye’deki özerklik taleplerinin İspanya ile irtibatlandırılarak gündeme getirildiği anlarda, kapısını çalan var mı, sanmıyorum. Gezi boyunca hiç öyle izlenimim olmadı doğrusu.
Malum olduğu üzere İspanya, üçü "ulusal birim" olmak üzere (Bask Ülkesi, Katalonya ve Galicia) tam on yedi özerk bölgeye ve iki özerk şehre ayrılıyor. Bunlardan en zengin olan Katalonya, ayrılmak istediğini vurguluyor, Basklar zaten bilinen ve Türkiye’den de siyasal göndermeler yapılan yerler. PKK liderlerinden Cemil Bayık’ın  İspanya modeline benzer uygulamalara destek verecekleri hükümetin halkın barış isteğini kullanarak, iktidarını uzatma çabası olarak gördüğü açıklamasını okumuştum önceden. Döndükten sonra bu vesileyle yeni okumalar yapıyorum. Alan’a dair tespitlerden yapmadan masaüstü okumalar yetmiyor çünkü! Ya da her turizm firmasında veya kitapçığında bulacağınız teknik bilgiler, algıda seçiliği de getiriyor, zihni örtücü bir yönü de olabiliyor. Bu nedenle geziler öncesinde milletin tersine ön okumalar yapmıyorum, İtalya gezisinde bir hanım akademisyen her anını hesaplamış, biletlerini önceden almış, on dakika sonra şurada olmam lazım diyerek Aşk Çeşmesi’nden ayrıldığında çok şaşırmıştım. Demek ki, bilinçli turist böyle olur diye! Ben gördüklerimi duyduklarımı yazıyorum, dönüşte akademik okumalar yapıyorum ki, ne derece tutarlı notlar almışım diye! Paylaşıyorum, okumaya değer bulup bulmayacağına siz karar veriyorsunuz zaten.
Katalonyaın zenginliğinde uzun yıllar ülkeyi demir yumrukla yönetin Faşist Franco’nun önemli etkisi var, nüfusu yaymak, kendisine karşı olan yerlerden destekleyen yerlere akışını sağlamak gibi unsurlar var. Ama kendisine karşı olan yerlerde ki bunların başında Endülüs gelir, vergi indirimi, zeytincilik vb unsurlarda teşvik ile dengeyi sağlamaya çalışmış. Sanayileşmiş bölgeye nüfus akışıyla muhalif şehirlerin demografik yasını da bozmuş tabii ki!
Tabii bir de ilahiyatçılar için önemli olan nokta, Kilisenin Franco’nun yanında olması ve uygulamalara meşruiyet sağlamanın ötesine geçip, işkencelerde bulunmasıdır.  Çünkü ileride bahsedeceğim engizisyon mahkemelerinden tecrübeli olan rahip ve rahibelerinin de Franco muhaliflerini sorgularına katıldığı belirtiliyor. Her halükarda İspanya Krallığı, her şeye rağmen kendini üniter bir devlet olarak ilân etmiş.Roma imparatoru Agustos zamamından bu yana oluşan güçlü bir devlet geleneği var, Avrupa bürokrasinin temeli de buraya kadar uzanırmış. Sadece Endülüs özerk bölgesi içinde tekrar sekiz il şeklinde özerk yapıya ayrılmış. Peki nasıl işler yürüyor deyince, o bürokratik gelenek ile dedi arkadaş. Memurlar aynı, iktidar partisine göre işlemlerin süresi değişiyor sadece dedi.
İspanya da 28.000 dolar kişi başı düşen gelir, 2008 de yaşanılan ekonomik kriz (önce inşaat ve bankacılık sektöründe Amerika’da, sonra ülkemizde benzer eğilimlerden bahsedilmesi) önemli oranda atlatılmış. Yol boyunca yeşil deniz gibi duran zeytinliklerle üretim de dünya birincisi olmalarını, turizmin ne derece ileri olduğunu, ama en önemlisi de siyasal kargaşaların dışına çıkmak için POLEMOS denilen  ve bir siyasal lideri programı olmayan ne yapabiliriz diye yola çıkanların hareketinin önemli taraftar kazandığını duyunca kulaklarımı iyice açtım. Çünkü Kırgızistan’dan bu yana, acaba seçimlerde hiç biri diye bir şık olsa kaç oy alır diye söylüyor ve yazıyorum.
•Ve Hareket: 05/12/2014 sabahı Esenboğa havalanında buluştuk İslam Tarihçileri
derneğinin ve hocamın rehberliğinde düzenlenen kültürel geziye katılan dostlar. Hocam Endülüs (İsam yay. İstanbul.2014) kitabından hediye etti herkese.  Ali ihsan Yitik ve Mesud Ergin kardeşimi görmek beni sevindirdi. Yitik kardeşim 1980’li yıllardan yitmeyen daim gönül esenliğini koruyandır, Mesud ile 1992 yılında Ürdün’de bir yıl beraberliğin verdiği ve hala devam eden yoldaşınlığın ferahlığı kapladı havalanını desem abartı olmaz. Saat 10 Crondon air, charter uçağı geldi, aa personel Türkçe konuşuyor, uçak da bir aşina ki sormayın! Ali İhsan sordu, bu Türk firması mı diye, evet, Antalya merkezli, turizm için 150 noktadan uçuş yaptıklarını öğrendik, sevindik. Muhtemelen THY sattığı uçaktı, yemek servisi de vardı, yaklaşık beş saatlik bir uçuştan sonra İbn Arabi’nin memleketi İşbiliyye’ye indik. Yani şimdiki adıyla Sevilla’ya.

•Hayata bir çentik atmak
Hemen otobüslere geçtik, İnanç Yamaç, genç akademisyen, cıvıl cıvıl anlatmaya başlıyor, kendisi arkeoloji doktorası yapıyormuş burada. Mehmet Hocam ve İnanç bey bizim için bir şans, bilgilenme açısından. Doğrudan Cebel-i Tarık’a gidiyoruz. Yol boyunca bilgilendirmeler yapıyorlar.  Bu gezinin hayatıma bir çentik attığını konuşmaya başladıkları zaman hemen anladım zati, çok zekiyim de mi?
İnanç bey, “ben Kastamonu deyim, nereye uyarlarsanız olur” diyerek anlatmaya başladı: Bir köydeki mezarlığı gezen bir misafir bakmış mezar taşlarının bazılarında bir gün, bazılarında üç, bazılarında beş gün yazıyor. Bu ne yahu, bebek ölümleri bu kadar mı çok deyince, yoook olur mu, burada insan güzel bir gün geçirirse, hayatına anlam katan bir olay yaşarsa kapısına bir çentik atar. Vefat ettiğinde biz de bakarız kaç çentik var, mezar taşındaa onu yazarız demiş. Aha işte gezi notları da benim hayatımdaki çentikler. Varolasın İnanç kardeşim.
•CEBEL-İ TARIK BOĞAZI: İNGİLİZLERİN DÜNYAYI HALA YÖNETTİKLERİNİN SİMGESİ Mİ ACEP?
Epeyden bu kanı var bende zaten, “acep” dediğime bakmayın. Roma ve Osmanlı dünyada en uzun süre hükümranlıklarını sürdüren birimler, bilgi, bilim ve medeniyet tasavvurlarıyla hala etkilerini sürdürüyor. Bir de İngiltere var, benim kanaatim. Ümit Burnu’nun keşfi, Napolyon’un Mısır işgali ipek yolu medeniyet mihveri olmaktan çıktı. İngiliz, Hollanda, Portekiz, Fransa artık Asya ve Afrika’nın bütün zenginliklerini Avrupa’ya taşımaya başladı. İspanyollarda ilk sömürgeci devletlerdendi ama onların bir daha artıları var:
Kiristof Kolomb işte bu indiğimiz Sevilla’dan hareket ederek, sürekli Batıya giderek Hindistan’a ulaşacağını düşünüyordu. Amerika’yı buldu. Oranın bütün zenginliklerini taşıdı Sevillaya’ özellikle altınları. O kadar ki, Sevilla limanına Altın Kule bile denilirmiş. Yani İspanya’yı dönemin en büyük sömürge gücü haline getiren Kolomb aslında.
Bu nedenle olsa gerek,  Sevilla yani İşbiliye’deki camiyi katedrale çevirmişler mezarını da oraya koymuşlar. Bu nedenle içinde bir aziz veya azizenin yattığı kiliselere de Bazalika diyorlarmış. Adamı aziz ilan etmekte haklılar, dünyanın en önemli yeraltı madenlerini ülkesine taşımış. İyi de Sevilla seksen kusur km içerde nasıl liman oluyor derseniz, onu da arkeolog kardeşimiz açıkladı.
Ortaçağ (bu terimleri hazzetmiyorum, ilk çağ,orta çağ,yeni çağ, Spengler’in de dediği gibi, Batı pozitivist ürün olarak bilim tasavvurunun beşeri bilimlerdeki hükümranlığı ve hakikati örtücü kullanımlar. Aynı şekilde Uzakdoğu, Ortadoğu da öyle, ama hepimiz kullanıyoruz. İşte bu bile İngiliz hakimiyetinin göstergesidir bana göre) da karayolu güvenli değil, zor ve uzun, masraflı, en iyisi deniz yolu, yani o dönemin otobanlarıydı. Bu nehir de öyle işlev gördü uzun süre dedi. 
Ama yakınçağ’ın en büyük sömürgecisi Britanya olduğunu, commonwealth adı altında hala dünyanın en etkili devleti olma özelliğini, ABD’nin onun bir aparatı olarak gördüğümü Hindistan, İç Asya ve Ortadoğu ülkelerindeki gözlemlerimden hareketle her daim söylüyorum. Ama Cebel-i Tarık adasında İngiltere bayrağını görünce, bu kadar ileri görüşlü olmalarını bir kez daha takdir etmedim desem yalan olur. Üzerinde güneş batmayan imparatorluğa diz çöktüren Gandhi ve onun ilham kaynağı olan Henry David Thoreau ve Doğal Yaşam ve Başkaldırı / Sivil İtaatsizlik Makalesi ve Walden Gölü adlı eserini her daim okuyup okutturmam da sömürge güçleriyle hesaplaşma ve yüzleşme sürecimizin ana noktası olduğunu hatırlatmak isterim bu takdirin yanı sıra.
Malumunuz buraları feth eden Tarık bin Ziyad, berberi bir Müslüman. Bölgeye adını vermiş, essahtan gemileri yakmış mı bu belli değil, biri arkeolog, biri İslam tarihçisi iki hocamızdan da bunu teyit eden bir bilgi almadık, önemli olan bu sözün simgesel değeri ve Müslümanların bölgeyi fethetmelerindeki yeri ve önemi bence. 1492 yılı da Müslümanların hakimiyetlerini bitiş tarihidir. Kolomb keşfiyle birlikte bu tarih bizi de özel olarak ilgilendiriyor.  Çünkü “Bilginin İslamileştirilmesi ve Çağdaş İslam Düşüncesi” (Ankara.2014.3.baskı; s.13-58) ) adlı eserde Ümit Burnu’nun keşfi (1789) ve Napolyon’un Mısır’ı geniş bir akademisyen grubunu da yanına alarak işgaliyle (1798) birlikte İpek Yolu’nun medeniyet mihveri olmaktan çıktığını ve Batı’nın Doğu karşısında hakimiyet alanlarının önünü açtığını söylemiştim. Dini Düşüncede Yenilik Sorunu adlı seçmeli derste 1492 Tarihini de hemen ilave ettim bu bilgilendirmeye.

Neyse cebel-i Tarık kayalığında niçin İngiltere pardon Britanya Birleşik Krallığının bayrağı dalgalanıyor derseniz, Kıbrıs’ı da aklınıza getiriniz ve Akdeniz’in giriş ve içerisini kontrol için iki kritik nokta olduğunu hatırlayınız. Şimdi nerden çıktı Kıbrıs demeyiniz, İnanç bey, yahu bunlar aslında bizi severler ama geçenlerde tarihte biz ilk defa sizi yendik dediklerinde anlamadım, ne zaman Türkler ile savaştınız diye sorunca,  adamlar inebahtı savaşını söylemesini hatırladım.  Osmanlı 1571 yılında Venediklerden aldı. Papa V. Pius'un girişimleriyle oluşturulan Haçlı/Kutsal İttifakına  Venedik Cumhuriyeti, İspanyol İmparatorluğu, Papalık Devleti, Ceneviz Cumhuriyeti, Savoya Dükalığı ve Hospitalier Şövalyeleri katılmıştı. Ama neticede Osmanlı Sultanı II. Selim burayı ele geçirdi. Bunu geri almak için fetihten iİki ay sonra ise İnebahtı Deniz Muharebesinde Haçlı donanması Osmanlı donanmasını yenmiş, oradaki en güçlülerin kendileri olduğunu söylüyorlarmış. Doğrusu da, her ne kadar Malta Şövalyeleri, Sicilya Krallığı, Ceneviz Cumhuriyeti ve Sava Dukalığı’nın birer gemileriyle katılımıyla oluşan Papalık Donanmasının en güçlü gemileri Venedik ve İspanya’ya aitmiş. Neticede Lepanto (İnebahtı)’da yenilimişz. Ama bu galibiyetin yarattığı durumdan faydalanamamışlar. Yeniden hızla donanma inşa eden Osmanlılar karşısında Venedik Cumhuriyeti barış yapmak zorunda kalmışlar. Peki ne zaman İngilizlere vermişiz, üstelik de savaşmadan.1878; 93 Harbi dediğimiz FELAKET sonunda Ruslara ağır biçimde yenilen ve Balkanlarla Kuzey Doğu Anadolu'yu tümüyle kaybeden Osmanlı Devleti Padişahı ABDULHAMİT, Ayestafanos (İstanbul-Yeşilköy) Andlaşması ile ağır yenilgiyi kabullenmiş oluyordu. Rusların eğeye inmelerini ve Yeşilköy anlaşmasının şartlarını Berlin anlaşması ile kısmen hafiflettiği için Kıbrıs aslında bir nevi hediye edildi İngilizlere. Neyse, önemli olan günümüzde Cebel-i Tarık ve Kıbrıs’ın Akdeniz İçin stratejik önemini hala koruyor olması ve İngiliz hakimiyetinin bir şekilde devam ediyor olması. İşte İngiliz ileri görüşlülük bu olsa gerek. (GELECEK yazı: el-Hamra; İslam Estetiğinin Zirvesi)