Felsefe, varlık (Tanrı-evren) bilgi ve değer üzerine rasyonel/tutarlı ve eleştirel düşünceler üretir. Bu anlamda var olması için başka bir varlığa muhtaç olmayan varlık diye tanımlanan Tanrı, insanlara dünyada refah, ahrette felahlarını sağlayacak ilkeler bütünü (ed-Din) ilk insan/peygamberler vasıtasıyla göndermiştir. Bu bilgelerin hayata nasıl aktarılacağını, uygulanacağını peygamberler (nebi/rasül) bizlere göstermiş, her biri kendine ait bir yol/yöntem yani şeriat koymuştur. Teorik bilgilenmeleri (Tevhid/iman) bütün peygamberlerce hayata geçirilmesinin ortak adı İslam’dır. Yani ilk peygamber ile son peygambere gönderilen mesajların ortak niteliği Tevhid, ismi ise İslam’dır. Bunların hayata geçirilme sürecinde olası aksaklıklar yaşandığı ve gerekli/uygun “değer”lendirme yapılmadığı zaman Rabbimiz, eğitim ve öğretimizi temin edecek yeni bir tarz/yöntem ile yeni bir uygulayıcı göndermiştir. Bu mesajların sonuncusu ve kıyamete kadar geçerli olacak olanı Hz. Muhammed (sav) gönderilendir. Artık kıyamete kadar yeni bir yol ve yöntem (şeriat) gönderilmeyecektir. Özel anlamdaki İslam, kapsayıcılık açısından öncekilerin hepsini içerecek biçimdedir. Dolayısıyla ilk peygamberden itibaren gönderilen vahyi bilgiler ve bunların yorum ve hayata uygulanma çabalarını, gönderilen tümel hakikatlere uygunluğu ve uygunsuzluğunu bilmek şarttır. Bu anlamda ilk peygambere verilen vahyi bilgileri çelişiği düşünülemeyen akıl doğrusu, bunlara dair yorum ve uygulamaları (mezhep, tarikat, cemaat vb) ise olgusal doğru, yani birbirleriyle çelişik olma ihtimali olan doğruluk tasavvurları diye nitelendiriyoruz. Bu nedenle akıl doğrusu ve olgusal doğru arasındaki irtibatın tarihsel sürecini bilmeye felsefe/hikmet tarihi diyoruz.
Bu durumda müzakereye açtığım soru/n şudur: Bizlere düşen belirli bir zaman ve mekânda, belirli bir kültüre belirli bir dil ile gönderilen bu bilgileri, her dönem yaşanılan soru ve sorunların çözümünde nasıl yeniden yorumlayabiliriz (içtihad) ve hayata aktarabiliriz üzerine düşünmektir. Takip ettiğim yöntem ise şudur: İbrahimi geleneğe (Hanif) uygun bir hayat yaşayan Hz. Muhammed’in vahiy öncesi tutum ve tarzları da vahyi bilgiye hazır bulunuşluk (kesbi bilgi) olduğunu, daim bir “İslamilik” içinde yaşadığını düşündüğümüz zaman, son mesajın kendisine vehbi olarak verilme sürecinin (esbab-ı nüzul) ve peygamberimizin belirli bir süre içinde yeni bir model ortaya koymasının tarihsel kodları da ortaya çıkacaktır.
Bu anlamda “ İslamilik” genel anlamda hz. Adem’den itibaren hayata aktarılan İslam ile özel anlamda Hz. Muhammed’in nihai uygulayıcı olarak ortaya çıktığı İslam arasındaki irtibatın epistemik temellerini bir problem araştırması olarak ortaya koyuyoruz. Bunun müzakeresini Müslüman filozofların temel görüşlerini kronolojik olarak verirken yapmayı deniyoruz. Temel ilkeler (Tevhid-Nübüvvet-Mead) hakkında “bilgi”lerimizi kıyamete kadar geçerliliğini her dönem için “değer”dirmenin filozofların fizik ve metafizik irtibatını Mantık, talimi, ilahiyat ve medeni ilimler tasniyle nasıl kurduklarını, anladıkları ve açıkladıklarını inceliyoruz.
Dört Klasik Eser; Dört Fikri Zırh ile Yolculuğa Başlamak
Bunun için hareket noktamız düşünce tarihinde “muallim-i sani” diye bilinen Farabi’nin İlimlerin Sayımı adlı eseridir. Çünkü o, İslam medeniyetinin muhtelif dil, kültür ve bilimlerle karşılaştığı zamanki fikri karışıklıkları gidermek için bir ilimler tasnifi yapmış ve bir nevi bilimleri İslamileştirilmiştir. İlk klasik metinle dil, düşünce, mantık, talimi ve ilahiyat ilimleri, medeni ilimler sistematiğin öğrenciye kazandırdıktan sonra Gazzali’nin el-Munkız mine’d-Dalal isimli eserini veriyoruz. Bununla kelam, felsefe, tasavvuf ve batini okumalar hakkında tarihsel bilgiler vererek 2. Klasik eserle eleştirel bilinç kazandırılmak istenmektedir. Çünkü Gazzali içinde yetiştiği sosyo-politik dönemdeki hakikat paradigmaları olarak bunları görüyor, bazı filozofları bazı hususlardaki yorumlarından dolayı tekfir ediyor, kelamcılara ve batini/talimi okumalara ciddi eleştiriler getiriyor. Batini ve sufi okumalar arasındaki farktan hareketle vahdet-i vücut öğretisinin sıkıntılarını da gündeme taşıyarak tasavvufi itidalli bir şekilde yorumlayarak bir nevi sünnileştiriyor. Döneminin en önde gelen âlimlerinden ve Bağdat nizamiye medresesine beş yıl yöneticilik yapan dolayısıyla yöneticiler açısından oldukça makbul olan bir düşünür, niçin delaletten kurtularak izzet ve celal sahibi olan ulaşma diye bir eser yazar sorusunu gündeme getiriyoruz. Ardından fakih, kadı, kelamcı, hekim ve hâkim olan İbn Rüşd’ün, felsefe ve din irtibatı hakkında nihai söz anlamına gelen Faslu’l-Makal eseriyle öğrencilerimizi tanıştırıyoruz. Böylece eleştiri ve karşı eleştirileri gören talebe, hakikatin kıvılcımlarının fikirlerin müzakeresinden ve mücadelesinden, çarpışmasından çıktığını görüyor.
Dördüncü klasik eserimiz ise İbn Bacce’nin Tedbiru’l-Mütevahhid adlı çalışmasıdır. Burada Gazzali’nin nihai kurtuluş olarak gördüğü ve aydınlanma yaşadığını iddia ettiği uzletin mahiyeti ve nasıl olması gerektiği hususunda fikirlerin yanısıra, dış şartların bütün olumsuzluğuna rağmen bir düşünürün halk içinde halk ile birlikte olurken bireysel zihni/fikri uzletini yaşayabileceğini, a politik bir tavır içinde aslında politik bir tutum edinebileceğini gündeme getiriyoruz.
Böylece her ilahiyat mezununun kendi bireyselliğini, fikri yolculuğunu gerçekleştirebileceğini, düşünce tarihinin seçkin zekâlarıyla yolda/ş kılarak anlatıyoruz. Görüldüğü üzere bu okumalarda öğrencilerimizi İslam felsefesinin seçkin zekâlarıyla yoldaş kılıyor ve eserleri vasıtasıyla onlarla sohbet etmelerini temin ediyoruz. Çünkü Allah’ın âlemi tedbiri/idaresi artık peygamberler kanalıyla olmayacağına göre, bireysel, ailevi ve toplumsal tedbirlerin/yönetimin nasıl olabileceğine dair filozoflar, her durum ve şartta mutluluğun elde edilmesi (tahsilu’s-saade’nin) nasıl sağlanabileceğine dair fikirler üreten sıra dışı ve seçkin (hüdayı nabit) kişilerdir. Bu seçkin ve güzide insanlarla yolda/ş olan, onlarla fikir alışverişinde bulunan İslam Aklını sürekli bir eleştiri ve sorgulamaya tabii tutan kişiye dönüşmektedir.
Bu süreç sonunda öncelikle ilme’l-yakin olarak teorik bilgilenmeyi sağladığı için “alim/e”, teorik bilgileri pratiğe geçirdiği ve buna uygun bir hayat yaşadığı (ayne’l-yakin) için “abid/e” ve/ya “zahid/e” sıfatlarını kazanır. Bunların sonucunda ise hakka’l-yakin aşaması gelir ki, bu hakikat’e ulaşanlara “arif/e” denilir. Cibril hadisinde geniş halk kitlelerine bu hususlar iman/teorik, İslam/pratik ve ihsan mertebeleri şeklinde anlatılır.[1] İhsan mertebesindeki zamansızlık ve mekânsızlık durumunun peygamberimiz tarafından miraç hadisesiyle gerçekleştiği bilgisini, aslında her mümin ve müminenin bu tasavvurun tasdikini, tecrübesini namaz ile gerçekleştirebileceğini belirtiyoruz.
Bunun felsefi dildeki izahı alim/e, abid/e, arif/e aşamasına ulaşma sürecini akıllar teorisi ve “faal akıl” tasavvuruyla yapılır. Dolayısıyla her mümin ve müminenin salt iyilik olan (hayr-ı mahz) olan Rabbine ulaşma ihtimali vardır. En Yüce İyi’nin bilgisine erişmek demek olan bu tutumun saadetu’l-kusva olduğunu belirttikten sonra “ruyetullah” ifadesi üzerinde düşünülebileceğini hatırlatıyoruz. Artık bir daha Cebrail hiçbir seçkin insana vahiy getirmeyeceğine göre, Tevhid-i uluhiyet ve Tevhid-i rububiyeti gerçekleştirmiş her mümin ve müminenin Rabbiyle irtibatını kurmada diğer bilgi aşamalarını temin etme ve bunu rasyonel bir şekilde temellendirme imkanı iman, islam ihsan mertebelerinin hadis diliyle ifadesinin yanı sıra felsefi açıdan filozofların faal akıl kavramıyla edinebileceğini belirtiyoruz. Aşağıda belirtileceği üzere buradaki konum alimlere aittir ve peygamberlerimizin variscileri de alimlerdir.
Bu okumalar ve okutmalar sonucunda hedeflediğimiz şudur: Filozofların akıllar teorisi ve faal akıl kavramıyla fizik ve metafizik ilişkisini kurma ihtimali, teorik/akli bilgi ile medeni/toplumsal bilginin işbirliğiyle hocam Alparslan Açıkgenç’in önerdiği ‘Felsefi Bir Sistem Oluşturmak’ çabasına katkı sağlayarak Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırma projesini güncellemektir. Özellikle filozofların hekim ve hâkim insanlar olarak temel kaygıları insanların dünyada refah ve saadet, ahrette saadetu’l-kusvayı temin edecek Tanrı-evren ve insan ilişkisini tutarlı bir sistem oluşturma çabasındayken bazı kelamcılar ve sufiler tarafından niçin ötekileştirildikleri/tekfir edildikleri hakkında düşünmeye davet edilmektedir. Filozofları ötekileştirmekle onları zihnen itizal içinde bırakarak etkisinin azaltılmasıyla müminlerin bilinç yarılmasına nasıl zemin hazırlanıldığı sorusu gündeme getirilmektedir.
İlahiyat Fakültesinde İslam Felsefesi Öğretiminde Peygamberimizle Yolda/ş Olmak
Yukardaki bilgilendirmeler bağlamında İslam felsefesi tarihi derslerinin öğretimini şu öncüller çerçevesinde yapıyoruz. Öncelikli hedefimiz özelde Felsefe tarihi özelde İslam felsefesi tarihi sürecini kronolojik olarak işlerken, fizik-metafizik irtibatının nasıl kurulacağı sorusunu merkeze alarak problematik okuma yapmaktır.Felsefi birikimden müstağni olmadan müstakil olmak için bu soru/n merkezinde insanlığın birikimini oluşturan seçkin zekâlarla yolda/ş olmanın gerekliliğini vurguluyoruz. “Beşikten mezara kadar ilim talebi peşinde olmayı”, Tanrı-evren ve insan ilişkisi ve irtibatını temellendirmeyi biricik kaygımız olarak sunuyoruz. Bilgelik sevgisinin (Philosophia) ancak insanlığın düşünce birikimini rasyonel, eleştirel ve mukayeseli okumalarla olabileceğini belirtiyoruz.
Bu sayede içinde yaşadığımız soru(n)lara dair çözüm önerilerimizi ve seçeneklerimizi artırmamın mümkün olacağı ortadadır. Kişi, içinde bulunduğu iç şartlar ile yaşadığı dış şartları değerlendirerek seçeneklerden hangisinin kendisi için uygun çözüm olabileceğine karar verebileceğini, böylelikle müstakilliğini temin edeceği açıktır. Yanlışa evet demeyen, bireyselliğini (şahsiyetcilik anlamında) gerçekleştirmenin yolunun felsefi bir tefekkürün imkânını kronolojik olarak incelemeyi ise yukarıda belirttiğimiz üzere Farabi’nin İlimlerin Sayımı adlı felsefeye giriş kitabını merkeze alarak şu şekilde yapıyoruz.
Mantık Eğitimi
Dil, düşünce ve tefekkürün yöntemlerini öğrenmek bağlamında Mantık eğitimini Farabi’nin dil ve mantık kısmını okutarak felsefeye giriş yapıyoruz. Türkistan/Atayurt ve Türkiye/Anayurt irtibatının kültürel irtibatının tesisini bin yıllık bir klasik metinle vererek, öğrenciye bir özgüven sağlamaya çalışıyoruz. Tasavvur ve tasdik bağlamında iç ve dış konuşma için gerekli dil bilgisini, buna dair tekil ve bileşik terimleri, bunlara dair ilkeleri veriliyor. Yazım ve düzgün okumanın nasıl olacağı öğretiliyor. Sonra Mantık ilmiyle düzgün düşünme ve sunmanın temel ilkeleri veriliyor. Mantık bilen ve bilmeyen arasındaki fark netleştiriliyor. Mantık ilminin konusu, tümel, tekil ve tikel irtibatından sonra bunların bölümleri, yöntemleri üzerinde duruluyor.
İşte burada hakikate dair ulaşılan bilginin tutarlılığı farklı fıtratlarda ve sosyal-kültürel ortamlarda yaşayan insanlara nasıl anlatılacağı “Kellimunnase ala kadari ukulihim” yani insanlara akıllarının yettiğince konuşmak gerektiğini belirten söz/hadis merkezli anlatılıyor.[2] Burhan, cedel, hitabet, sofistai sözler ve şiir’in neyi nerede nasıl ve hangi yöntemlerle anlatılması açısından önem arz ettiği gibi, felsefenin niçin burhan, ilahiyat disiplinlerinin niçin hitabet yöntemini önceliği açısından da mühimdir.
Felsefe ve İlahiyat:
Fizik ve metafizik irtibatını sağlamada tasavvur ve tasdik süreçlerini inceleyen kişiye, “varolması için bir başka varlığa ihtiyacı olmayan Tanrı” ve onun dışındaki her şey anlamına gelen evren arasındaki irtibatın nasıl kurulacağının bilgilenmesi sağlanması için Farabi’nin İlimlerin Sayımı adlı eserinde talimi ilimler yani öğretime dair pozitif ilimlerin önemi vurgulanır. Tanrı’nın evreni nasıl yarattığı sorununa dair genel bilgilenmenin temininden sonra evreni niçin yarattığı sorusuyla felsefe ve ilahiyatın ilgilendiği hususuna geçilir.
İlahiyat’ın hitabet/retorik yöntemini kullanarak insanları temel hakikatler hakkında ikna etmeye çalıştığını, felsefenin ise burhan yöntemiyle ispat üzerinde durduğu belirtilir. İslam Ahlak felsefesi dersi çerçevesinde özgür iradeye sahip olan kişinin sorumluluğunun idrakinde olacağı, doğru eylem/salih amel gerçekleştireceği böylece dünyada refah ve ahirette felaha ulaşabileceğini hitabet yöntemini önceleyen ilahiyat açısından Cibril hadisini merkeze alarak sunuyoruz. Bu üç temel ahlak felsefesi sorunu bağlamında insan ve fıtratı, temel erdemler üzerinde dururken hareket noktamız Cibril hadisi olmasının gerekçesi şudur:
Bu hadis, İman/ teorik hususların ilk insan Hz. Adem’den itibaren hep aynı olduğu, bunları farklı zaman ve mekanlarda uygulamaya koyan peygamberlerin uygulamalarını/pratiklerini (İslam) yapanların ihsan mertebesine ulaşacağını, zaman ve mekansızlığı tecrübe edebileceğini belirtir. Cibril hadisi retorik/hitabet yöntemiyle insanlara sunulur. Bunun Kur’an’daki karşılığının teorik hususlara dair bilgilenme (ilme’l-yakin), bunların uygulanması (ayne’l-yakin) ile hakka’l yakin gerçekleşeceği yukarıda belirtmiştik.
İşte bu aşamaların felsefi dil ile anlatılması faal akılladır. Her mümin ve mümine potansiyel (bi’l-kuvve/heyula) aklını, bu kavramlar üzerine yoğunlaştırırsa, tümel, tekil ve tikel irtibatını kurabilir, soyutlamalar ve kavramsallaştırmaları gerçekleştirir bunun felsefi dildeki karşılığı akl-ı bi’l-meleke’dir. Soyutlama ve tümelleştirme ile akıl yetkinleşir. Bunun sonucunda insan aklının kamilleşmesinin son aşamasına geçilir. En Yüce İyiliğin bilgisine ulaşmaya hazır hale gelmesine akl-ı bi’l-müstefad denilir. Bu duruma erişen kişi herhangi bir değişimin olmadığı ay üstü alem ile her türlü oluş ve bozuluş gerçekleştiği ay altı alem arasındaki irtibatı kurar. Akl-ı faal bu etkinliği gerçekleştirme durumudur. Bu durumu şahsında gerçekleştiren kişi artık peygamberimizin varisi olan alim, abid ve arif kişidir. Yani felsefe yolculuğumuzun bu aşamasını izah eden “âlimler peygamberlerin varisleridir” hadisidir. (الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُالأَنْبِيَاءِ الْعُلَمَاءَ إِنَّ). [3] Dinde uzmanlaşan bu kişilerin varlığı fizik ve metafizik irtibatını kurduğunu söyleyen bir ruhban sınıfının olmamasının da delilidir. Nitekim bu husus Kuran-ı Kerim de “…Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar.…’’ayetiyle açıkça belirtilmektedir. [4]
Sonuç:
Felsefi öğretimizde peygamberimizle yolda/ş olmanın nihai sonucunda dinde uzmanlaşan, derinlemesine bilgi sahibi olan (tefakkuh eden) bir ilahiyatlı asla ve asla dini değerleri riyaset ve ticaret için kullanamaz. Merhum Nurettin Topçu’nun dediği üzere dindar pozitivistler veya din teknisyenlerinin söylemlerinden kaçınmaya azami gayret gösterir.Çünkü Peygamberimizin belirttiği üzere dinde ruhbanlık/din adamlığı yoktur”, dolayısıyla veli/dost/yoldaş terimleri de bir takım kerameti kendilerinden menkul insanlara hamledilmesinin tutarlılığı olmadığının bilincindedir. Her mümin beşikten mezara kadar O’nun rızasını arayan bir bilgilenme talebinde olduğunda Allah, onun velisi, dostu, yoldaşı olacağını belirtir.[5] Nitekim Allah, “Biz ona şah damarından daha yakınız” diyerek bu yolda/ş olma halinin derecesini net bir şekilde belirtir.[6] Bu yolda/ş olma halinde yakın olma halinin sürekliliğini ise insanın yaptıkları ve talep ettiklerine göre olacağını vurgular. [7] Bu yolda/ş ve veli/dost olma hali ise teorik/iman ve pratik/İslam birleştiren kişinin konumunu yani ihsan mertebesini anlatır.[8] mümin onu bireysel veya toplum içinde anarsa, Allah da onu aynı şekilde anacağını, bir karış yaklaşırsa ona bir arşın yaklaşacağını, bir arşın yaklaşırsa ona bir kulaç yaklaşacağını, insan ona yürüyerek gelirse Rabbinin de ona koşarak gideceğini” hitabet/retorik dili yani insanın genelinin anlayacağı üslup ile anlatır. [9]
Bunun için de fizik ve metafizik irtibatını kurmak için sürekli tefekkür içinde olarak, korku/havf ve reca/ümit arasında kalmaya dikkat eder. Helal/doğru ve salih amel işlemek ve haramdan kaçınmanın yanı sıra şüpheli her şeyden uzaklaşması ancak analitik tahlillerle mümkün olacağını bilir. Takva ve veranın ancak böyle olacağını bildikleri için dünya hayatında ve âhirette mutlu olacağı müjdesinin sahibidirler.[10]
(Bu metin, “İlahiyat fakültesinde sivil selefi zihniyetin felsefeyi küfür, kelamı zındıklık, tasavvufu şirk olarak gördüğü, maalesef resmen de İslam Ahlak felsefesinin bazı fakültelerde kaldırıldığı bir dönemde felsefe, İslam felsefesi derslerini nasıl anlatıyorsunuz?” diye soran bir arkadaşa hazırlanmıştır. Eleştiri ve/ya katkılarınızı [email protected] adresine gönderebilirseniz başta peygamberimiz olmak üzere seçkin zekalarla yoldaşlığımıza katkıda bulunmuş olursunuz.)
Çorum; 0712/217: 19:19
[1] Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, Hakkın ve Hayrın Bilgisine Sahip olmak, Muhsini Tavır- Cibril Hadisinin İslam Ahlak Felsefesi Bağlamında Değerlendirilmesi, İnsani Değerlerin Yeniden İnşası Sempozyumu, Erzurum.2015, cilt. 1. s.89-111, ayrıca bkz. İslam Felsefesi:Teşekkül Dönemi, Kindi, Farabi, İbn Sina. Elis yay. Ankara.2017, ss.303-332
[2] Acluni, Keşf-ül hafa 1/224. Senedinde zayıflık olan bu hadisi Buhari'nin Sahihinde İlim kitabında 127 numarayla rivayet edilen ve Hz. Ali'ye ait olan "Kellimünnase ala kadri ukulihim/ İnsanlara akılların oranında konuşun" mevkuf hadisi teyit eder.
[3] Hüseyin Akyüz “Âlimler Peygamberlerin Varisleridir” Hadisinin İsnad Açısından Tenkid Ve Tahlili Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2012/2, c. 11, sayı: 22, ss. 159-190. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2012/2, c. 11, sayı: 22, ss.159-190. http://www.ilafdergi.hitit.edu.tr/Makaleler/198891272_22.7.pdf
[4]K.K, 57/ Hadid, 27. Bkz. Aydın Mülayimov, “İslam’ın Din Adamlarına Bakışı”, Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (2015) Sayı: 6 ss. 217-238, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/206276
[5] K.K. 2/Bakara, 257:
[6] K.K. 50/Kāf, 16
[7] “Ben yakınım, dua edenin çağrısına icâbet ederim” 2/ el-Bakara, 186.
[8] O kadar yaklaşır ki onun gören gözü ben olurum benimle görür, işiten kulağı ben olurum benimle işitir, tutan eli ben olurum benimle tutar, yürüyen ayağı ben olurum benimle yürür” Buhari, Rikak: 38. Fahrettin Atar, Nafile maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 32; sayfa: 290-292. Süleyman Ateş, Onun gören gözü ben olurum benimle yürür’ http://www.gazetevatan.com/suleyman-ates-128831-yazar-yazisi--onun-goren-gozu-ben-olurum-benimle-yurur-/ 20 Temmuz 2007.
[9] Hadislerle İslam I, Hadislerin Hadislerle Yorumu, TDV, Ankara.2013. s.347 http://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/?p=kitap&i=1.0.347
[10] K.K 10/Yûnus, 63-64